ersinaru@gmail.com
-Yok dedi adam gibi adam kalmadı memlekette, kimse sözünün eri değil.
40 Yıllık arkadaşımız Arif, yaşadıklarını esprili anlatır, hatta kendisiyle dalga geçerek bizi gülmekten kırar geçirirdi.
-Geçenlerde İstanbul'un işlek meydanlarından birindeyim.
Eliyle de karşımızdaki İstanbul siluetinden Galata'nın arkasında bir yerleri gösteriyordu.
-Tam metrodan çıktım, kavga koptu. Önümdeki iki genç karşıdan gelen diğer iki gencin adeta üzerine uçtu.
-Sen ayırmadın mı? diye sordu eşim.
-Ne ayıracağım, meraklısı çıkar nasılsa deyip ben fotoğraf makineme davrandım.
Fotoğraf makinesini de çıkarmış, biriktirdiği imajları teker teker gösteriyordu.
-Çok da gençlermiş dedim.
-Mesele ne anlayabildin mi? diye sordu eşim.
-"Kız meselesi" olduğunu söyledi çevredekiler.
-Ben de bunu hiç anlamam dedim, "kız meselesi" ne demekse...
-Ya işte biri kızın arkadaşı diğeri ağabeyi miydi artık, yoksa diğeri eski arkadaşı mı anlamadım. Karışık işler...
-Karışık olan erkekler diye ısrar ettim çayları yeniden doldururken. Kızın belki haberi bile yoktur bu kavgadan.
-Vardır, vardır dedi her iki erkek, koro gibi, bir ağızdan.
Arif ilk gençliğinde nasılsa Yeşilçam'da bir kavga sahnesinde figüran olarak oynamış, rol icabı suratına vurulacak sanırken, karşısındaki çam yarması diye adlandırdığı diğer figüran hiç acımadan burnuna yumruğu yapıştırınca neye uğradığını şaşırmış, sinema sevdası da oracıkta sona ermiş, hatıra olarak da ona o filmin bir kopyasıyla eğrilen burnu kalmıştı.
Ona kalırsa o yumruğu da "kız meselesi"nden, aynı filmde figüran olarak rol alan bir kız yüzünden öyle şiddetli yemişti. Bize anlatırken hâlâ olaya şaşıp duruyordu.
-Biz dövüşüyoruz, kız da hemcinslerine "benim uğruma" dercesine bizi gösterip nispet yapar gibi gülümsüyordu, iyi mi?
Ona göre yine de bu kavganın faydasını görmüş, burnunun eğriliğini soranlara "işte kız meselesinden biraz dövüştük" diyerek kabadayı dolaşmış, yaşıtı erkekler de bu sayede ona ringden inmiş boksör muamelesi yapıp, saygı göstermeye başlamışlar. Kızlara gelince onlar da onu bu yüzden pek romantik bulup, kendileri uğruna da dövüşsün diye, tabii Arif'in anlattıklarına inanılırsa, etrafında dolanmışlar.
O da bu eski olayı hatırlamış olmalı burnunu ovuşturup devam etti.
-Birkaç kişi bu kavga eden gençleri ayırmaya koşunca, işte o an "adam gibi adam" tartışması patladı.
-Kavgadan tartışmaya nasıl vakit buldular? diye sordu eşim gülerek.
-Tartışan çevredekiler dedi Arif, öyle uzakta, karşı kaldırımda durmuşlar, ayırmaya gidenlere gözlerini kısmış beğenmez bakıyorlar. "Şuna bak" diyorlar, "güya kavga ayıracak, kendini nasıl da kolluyor." Böyle diyerek olay yerine koşanları eleştiriyorlar.
Uzaktan seyirci kalanlar kavga uzmanı gibi eleştirilerde bulunuyorken hükümlerini de veriyorlar, "Yok, adam gibi adam kalmadı bu dünyada!" diyorlarmış.
Arif kahkahalarla gülerken eşim de ayağına top değmemiş büyük futbol eleştirmenlerini hatırlattı.
Bir süre de ona güldüler. Sonra Arif bir doğruldu.
-Her konunun böyle "adam gibi olmayan adam" diye eleştiren uzmanı var da arkadaşlar, bu akşam ben size kendimi niye davet ettirdim, onu bir sorun hele deyiverdi.
-Anlat dedi eşim hâlâ eğlenceli konuların konuşulacağını sanarak. Derdin neyse söyle, derman bulalım.
-Derdim dedi Arif, her zamanki gibi nafaka.
-Ya sen geçenlerde boşanmamış mıydın? diye sordu eşim hayretle. Ne zaman yeniden evlendin de şimdi boşanıyorsun?
-Ya kardeşim dedi Arif, hep bu yufka yürekliliğim başıma bela oluyor. "Gel evlenelim" diyorlar, teklif kızdan gelince adam gibi adamız, reddedilmez ya, bir de bakmışız, girmişiz yine dünya evine.
Arif burnunu eğrilten figüranlık denemesinden sonra meslek hayatında maceralı diye bu kez kaptanlıkta karar kılmış, neredeyse uğradığı her limanda bir evlilik yapmıştı.
-Durum ciddi diyordu, dört boşanma sonucu zaten maaşımdan bana sadece karın doyurma payı bırakılıyordu, bu beşincisine verecek para falan kalmadı.
Boşanmakta olduğu beşinci karısı en acımasızı çıkmış.
-"Maaşın yetmiyorsa evini ver" diyor arkadaş. "Ne yapalım artık onunla idare ederim" diyor. Yahu bu kadınlar benimle evlenmeden önce neyle geçiniyorlardı?
-Kaç yıl evli kaldınız? diye sordu eşim.
-Bir yıla yakın da sokakta görsem suratını tanır mıyım bilmem, öyle az kahvaltı yaptık birlikte.
-Nereli bu kadın Arif, bari milliyetini biliyor musun?
Maceracı Arif keyfini yeniden bulmuş, gevrek gülüyordu.
-Valla bu seferki bizden, Samsun limanından da, kökeni nedir, artık Allah bilir.
-Senin evinde mi oturuyor şimdi? diye sordum.
-Yok canım dedi, zaten karılarıma vere vere benim bir evim de kalmadı ki. İşte annemin evi duruyor, oradan bana ne düşerse...
-Kadın seni zengin sanıyor herhalde dedim.
Belli ki evlenene kadar maddi durumunu iyi göstermeye çalışıyordu. Arif hemen konuyu değiştirdi.
-Atayım diyorum kendimi bir gemiye, hiç inmeyeyim, kürek mahkumu gibi, o liman senin bu liman benim, hep denizde kalayım.
Ceketini alıp kalktı.
-Kara bana yaramıyor dedi. Okyanuslara açılacağım.
Sonra da elini sallayıp yürüdü.
-Aman dedi bir canım kalmış, onu mu alacaklar...
"Yine bir sefere çıktı herhalde" diye düşündük, Arif'i uzun bir süre görmedik. Ta ki çocukluk arkadaşım Leyla "Televizyonu aç, sizin Arif haber kanallarında diyene kadar. Açtığımız ilk haber kanalında Arif kaptan kıyafetli fotoğrafıyla ekranın sağ köşesinde şapkası yana eğik, çapkın gülüşüyle duruyordu. Diğer haber kanalları da eş zamanlı olarak onu gösteriyorlardı.
İstanbul Boğaz'ının girişinde meydana gelen gemi kazasında kılavuz kaptan olarak sahil güvenlik botunda bulunuyormuş, can pazarı halini almış Boğaz'ın serin sularına dalıp çıkıp batan geminin çalışanlarını kurtarıyormuş. Özetle anlatılan buydu.
Yazılı, görsel basın tarafından kahraman kaptan olarak tanıtılıyordu ama galiba Arif son kurtarma dalışında fenalaşmış, hastaneye kaldırılmıştı. Bu da haberin arasına sıkıştırılmıştı.
Hastaneye gitmesine gittik ama onu ancak kapı aralığından görebildik. Pek hastaya benzemiyor, hayatından son derece memnun görünüyordu. Odasının önüne kameralar yerleştirilmiş, televizyon kanallarından gelmiş gazeteciler çekimde, sonradan televizyon kanallarını zaplayarak izlediğimiz kadarıyla, birbiri ardına röportajlar yapıyorlardı.
-Yazık gençliğinde o yumruğu yiyince sinemadan vazgeçmeseymiş Yeşilçam'da iyi bir oyuncu olurmuş dedim hayretle onu izleyen eşime.
Kanalın ciddiyetine göre Arif de vaziyet alıyor, sansasyonel bir televizyon programı spikerine bir gemi çalışanını kurtarırken yunusla çarpışışını heyecan katıp anlatarak tüm dikkatleri üzerine çekiyor, ciddi bir televizyon kanalına ise son derece soğukkanlı bir halde, Boğazın akıntıları hakkında bilgisini göstererek konusunun uzmanı bir kılavuz kaptan profili çizmesini beceriyordu.
Bir kanalda onu sert el hareketleriyle Rusçasını döktürürken gördük, başkasında kara güneş gözlüklerini takmış askeri istihbarat gemilerinin özelliklerini sanki bildiklerinin sadece bir kısmını paylaşıyormuş gibi kelimelerini tartarak konuşurken bulduk.
Arif günlerce hastane yatağından yapılan yayınlarla tüm kanallarda boy göstererek kamuoyunun ilgisini üstünde toplamayı başardı, olayın tadını çıkardı.
İkinci kez hastaneye, ziyaretine gittiğimizde yatar vaziyette ayak ayak üstüne atmış vaziyette, artık taburcu olmak için doktor heyetini bekliyordu.
-Arif dedi eşim, kahramanlıkların destan oldu koçum.
-Sorma dedi çevrede kimsenin olmadığını kontrol edip bıyık altından gülerek. Buradan bir çıkayım, oo, size anlatacaklarım çok...
Sonra eğilip kapıya bir göz atıp söyleyiverdi.
-O televizyonda izledikleriniz var ya, onlar maceramın basın versiyonu.
-Ya?
-Bir de perde arkası var tabii...
Böyle dedikten sonra yine kırmızı halıdaki ödülünü almaya giden oyuncular gibi etrafa gülücükler dağıtmaya başladı.
Serumuyla, koltuk değneğiyle de olsa yürüyebilen hastalar, hatta onların ziyaretçileri de sanki sırf kahraman kaptanı görmek için kapısının önünden geçiyorlar, Arif'e başlarıyla selam veriyorlar, içlerinden el sallayanı bile oluyordu.
Hayranlarının geçişi bir anlık durulunca Arif dayanamadı eşimin kulağına fısıldadı.
-İlk denize atlayışım kahramanlıktan falan değil, aldığım telefon yüzündendi.
-Ne?
-Hani o sonuncusu, Samsunlu var ya, annemin oturduğu evi, o daha hayattayken almak için gelmiş, gezmiş, beğenmiş de öyle dava açmış. Ben de bunu duyunca "bu kadınlar nasılsa canımı da alırlar" dedim, "ya Allah" çekip attım kendimi denize.
-Ne diyorsun?
-Ya, bu sefer de "madem düştük denize" dedim, zaten her taraf gemiden fırlayan adam dolu, o hırsla her evliliğim için birini kurtardım.
Yine gevrek gülmeye başlamıştı.
-Bottan da "Aslan Arif" diye tempo tutarak beni gaza getirdiler. İşte sonuç bu.
Doktor heyetini uzaktan görünce yatağında doğruldu.
Biz koridora çıkınca Arif'in popülerliğine bir kez daha şaşırdık. Odasının fotoğrafını çekenlerin yanı sıra taburcu olan bir hastanın refakatçisine "Denize düşenleri kurtaran kaptan var ya işte bu yan oda arkadaşım" diyerek Arif'in aralık kapısını gösterip övünüşüne şahit olduk.
Yanındaki de başını kapının aralığından içeri sokup odaya şöyle bir baktı. Sonra da Arif'in hayatı boyunca duymak isteyeceği sözü söyledi. "Pes valla" dedi. "İşte sana adam gibi adam!"
GELECEK HAFTA
BAŞKASININ EVİ
21 Mayıs Kısa öykü: Ölümsüzlüğe doğru
14 Mayıs Kısa öykü: Light anne sütü
7 Mayıs Kısa öykü: Güzel koleksiyoncu
30 Nisan Kısa öykü: Taşeron evlat
23 Nisan Kısa öykü: Bahtsız Bahri
16 Nisan Kısa öykü: Yarınsız hayatlar
9 Nisan Kısa öykü: Şeytan kadınlar
2 Nisan Kısa öykü: İçimizdeki Tankut
26 Mart Kısa öykü: Evimdeki kara büyü
19 Mart Kısa öykü: Yoksa kardeşim misin?
12 Mart Kısa öykü: Siyah beyaz hayaller
5 Mart Kısa öykü: Bunlar da çok güzel
26 Şubat Kısa öykü: Benim de canım var
19 Şubat Kısa öykü: Bizimkisi asrın aşkı
12 Şubat Kısa öykü: Aşk fırsatları sever
5 Şubat Kısa öykü: Yaşlı ergenler
28 Ocak Kısa öykü: Gölgemin korkusu
22 Ocak Kısa öykü: Mevsimlik Kişilikler
15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık
8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi
1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf
25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?
18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren
11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj
4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık
27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk
20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik
13 Kasım: Kısa öykü: Ömre bedel hata
06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı
30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar
23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi