‘Kafamdaki Hayaletler’ romanıyla ‘Romanda Üstün Başarı Ödülü’ alan Paul Tremblay’le beyazperde için hazırlanan kitabını, korkunun edebiyattaki yerini ve yazarlık macerasının nasıl başladığını konuştuk.
Kafamdaki Hayaletler bir yandan korku türünün belkemiği ‘Şeytan’ı merkezine alıyor, diğer yandan toplumsal cinsiyet stereotiplerinden popüler kültüre kadar sosyal bilimlere mal olmuş farklı konular üzerine argümanlar sunuyor. Kitaptaki bu çift yönlülük okurunuzun üzerine kafa yormasını istediğiniz bir tercih miydi?
Bahsettiğiniz çift yönlülük şüphesiz kasti. Kafamdaki Hayaletler, bir bakıma, en beğendiğim korku hikâyelerine yazılmış bir aşk mektubu olmakla birlikte korku türü ve popüler kültürde resmedilen kadın portresini eleştiren bir kitap. Bir yandan reality şovda olup bitenin doğruluğunu eleştirip yaşananların diğer korku filmleri/hikâyeleriyle benzerliğine dikkat çekerken diğer yandan toplumsal cinsiyet ve popüler kültür meselelerini tartışan blogger karakterinin ise hikâyedeki belirsizliği tırmandırmaya yardımcı olduğunu umuyorum. Sonuç itibarıyla, amacım, okuru kitapta olup bitenin gerçek mi kurgu mu veya ikisinin arasında bir yerde mi olduğuna dair düşünmeye sevk etmek.
ROMANIN SONUNU SORMAYIN ASLA SÖYLEMEM
Romanın sonu okurlar için bir muamma. Bu bilinmezlik, yazarı olarak sizin için de geçerli mi?
Kitap bize Marjorie’nin gerçekten zihnen hasta mı yoksa şeytan tarafından ele geçirilmiş mi olduğunu hiçbir sayfasında söylemiyor dersek onu henüz okumayanlar için oyunbozanlık etmiş olmayız. Hikâyenin her iki ihtimali de düşündürecek kuvvetli unsurlar barındırması için zorlu bir yazım sürecinden geçtim. Bazı okurlar doğaüstü hiçbir şeyin olmadığına inandıklarını söylerken bazılarının işin içinde ilahi bir durum olduğundan emin olduklarını duymak kitabın yazarı olarak benim için çok eğlenceliydi. Yazarın okurunun satır aralarını okuyacağına, çıkarımlarda bulunacağına ve kendi sonuçlarına varacağına itimadının olduğu kitaplar bana zevk veriyor. Bunlar, sizi en son sayfasına kadar içine çekmeyi ve onunla birlikte orada kalmanızı sağlayacak türden kitaplar. Bence Kafamdaki Hayaletler’in sonunda ne mi oldu? Asla söylemem. Benim ne düşündüğümün bir önemi yok, kitabın sonunda ne olduğuna dair verilecek karar tamamen okura kalmış.
Kafamdaki Hayaletler 2018 yılında sinema salonlarında olacak. Kitabı okuyanlar ne gibi sürprizler beklemeliler?
Film henüz gelişim aşamasında, senaryo üzerinde ciddi bir mesai harcanıyor. Sürecin resmen bir parçası değilim; çalışmanın akıbeti Focus Features, Robert Downey, Jr.’ın kurucusu olduğu yapım şirketi Team Downey ve Allegiance Theater’ın ellerinde. Öte yandan, senaristler Ben Davis Collins ve Luke Piotrowski beni gelişmelerden haberdar ediyorlar. Şu ana kadar her şey yolunda gözüküyor. Umarım beyazperdede kazasız belasız yer alır, tahtaya vurun.
Bu, bir sektör olarak korkunun kalitesini nasıl etkiliyor?
Büyük bir yanım korkunun ‘underground’ veya ‘outsider’ sanatı addedilmesinden keyif alıyor. Korkunun saldırgan ve tekinsiz olması, en zor soruları sormaya cesaret etmesi gerekir. Bununla birlikte, korku türünün anaakımın yeterince parçası olamaması ve eleştirmenlerden yeterli saygıyı görmemesi beni hayal kırıklığına uğratıyor. Bir edebiyat türü olarak korku hâlâ pek çokları tarafından tabiatı gereği diğer yazın veya türlere kıyasla daha aşağı bir konumda kabul ediliyor -ki bu büyük bir saçmalık. Bana kalırsa korku, ellerindeki malzemeyi ciddiye almayan veya izleyiciyi korkutmak veya iğrendirmekten öte bir sanatsal heves taşımayan çok sayıda içi boş Hollywood filmiyle ilişkilendirilmeye diğer türlere kıyasla çok daha müsait. Bu filmlerin keyifli veya eğlenceli olmadığını söylemiyorum, ancak tüm bir korku türünü basit bir lunapark eğlencesine indirgemeyi adil bulmuyorum. Bununla birlikte, çoğu yazar farklı türleri aynı potada eritip türler arasındaki sınırı belirsizleştirdikçe ‘düşük seviye edebiyat türü’ tavrı da değişiyor ancak bu değişim yavaş yavaş gerçekleşiyor.
Sizce hayatında hiç âşık olmamış bir insanın iyi bir aşk romanı yazması veya hiç korkmamış bir insanın kaliteli korku hikâyeleri üretmesi ne derece mümkün?
Yaşam tecrübesi bir yazara işinde yardımcı olur elbette. Ancak, “Bildiğini yaz” şeklindeki eski deyişin de bir yazara verilebilecek en kötü nasihat olduğunu düşünüyorum. Bu deyişin doğrusu “Bilmek için yaz” olmalı. Anlamak istediğim karakterler üzerine yazıyorum genellikle. Kontrol edemedikleri korkunç durumlarla veya dehşetle karşı karşıya kaldıklarında aldıkları kararları neden aldıklarını anlamak istiyorum. “Neye karar verecekler? Bunu nasıl atlatacaklar? Bir insan bunu nasıl atlatır?” sanatta ve korku hikâyelerinde sorulan en temel sorulardır ve işinizi iyi yaparsanız bu zor sorulara verecek cevaplarınız olabilir. Hayatımla işimin aynı anda hem birbiriyle nasıl bağlantılı hem de birbirinden nasıl ayrı olabildiğini düşündüğümde aklıma gelen, Fransız yazar Flaubert’in sevdiğim bir sözünü sizinle paylaşayım: “Yaşamında bir burjuva gibi sıradan ve muntazam ol ki işinde yaman ve özgün olabilesin.” Bir yazarın kendisi de dahil olmak üzere insanları en uç noktalara iten bir kişi olması fikrini seviyorum.
OKUMAYA ÂŞIK OLDUM
Yazarlık maceranızı sorsam...
Yazmaya sanırım pek çoklarından daha geç başladım. Lisans ve yüksek lisans eğitimimi matematik üzerine aldım, yazarlık eğitimim yoktu. Diplomamı almak için cebelleştiğim dönemde kız arkadaşım -ki kendisi hali hazırda karım olur- beni Stephen King’in eserleriyle tanıştırdı. Okumaya hızla âşık oldum ve bulabildiğim tüm King kitaplarını hızla okuyup Peter Straub, Joyce Carol Oates, Cliver Barker, Shirley Jackson ve diğerlerine geçtim. İki yılın sonunda yüksek lisans diplomamı almıştım ve daha da önemlisi, bir hikâye yazma dürtüsü tarafından yoklanan bir kitap kurduna dönüşmüştüm. Okuduğum ve izlediğim her şey bana ilham verir. Bir yazara verilebilecek en iyi tavsiye okumak, okumak, okumak ve biraz daha okumak; fikirlere ve ilhama açık olmaktır bence. Sanatın yarattığı tesirden ve bu tesirin yapılan işe yansımalarından hep büyülenmişimdir.