uygartaylan@gmail.com
Synth-pop’un karizmatik ismi John Maus yeni albümü “Screen Memories” için çıktığı dünya turnesi kapsamında çarşamba günü Zorlu PSM’de sahne alacak! Konser öncesi Maus’la konuştuk.
Ustaca işlenmiş synthesizer sololar, ritmik bas gitarlar, kuvvetli elektro davullar, derin ekolu vokaller ve bolca 80’ler ruhu... 6 yıllık sessizlikten sonra, yeni albümünü geçtiğimiz günlerde müjdeleyen synth-pop’un karanlık prensi John Maus, dünya turnesi kapsamında İstanbul’a geliyor. Müzik otoritelerince ‘modern Ian Curtis’ olarak gösterilen Maus’un yeni albümü “Screen Memories” İstanbul konserinden tam iki gün sonra çıkacak. John Maus’la 25 Ekim Çarşamba günü saat 21:00’de Zorlu PSM Studio sahnesinde gerçekleştireceği çığlık çığlığa performansı öncesinde görüştük.
Son albümünüzü yayınladığınızdan beri birçok şey oldu. Politik Felsefe üzerine doktoranızı tamamladınız ve kendi modüler synthesizerlarınız üzerinde çok çalıştınız. Akademik çalışmalarınız müzik çalışmalarınızı da etkiledi mi?
Tabii ki. Özellikle sıklıkla Friedrich Kittler’la çalıştığım için. Kendisi medya teorisi konusunda önde gelen isimlerdendi, özellikle cihazların algılarımızı nasıl şekillendirdiğiyle ilgileniyordu. Yazının ortaya çıkışından daktilonun ve gramofonun icadına kadar yaşanan belirgin değişiklikleri konu alan, Discourse Networks 1800/1900 adında bir kitap yazdı. İnsanların bir kutudan çıkan seslere verdikleri tepkileri okumak harika bir şey. Bugün bunları özümsedik, fakat o dönemde eşi benzeri görülmemiş fikirlerdi. Ses bir karakterdi, insandı, ruhun ta kendisiydi. Kittler bu görüşleri geliştirdi; maddelerin ve mekanizmaların konuşabilecek şekilde tasarlanabileceği fikri üzerine çalıştı. Soruya dönersek, bu tip görüşlerin benim bütün zamanımı synthesizerlar üzerinde çalışmaya ayırmam konusunda etkisi oldu. Kontrollü bir sistem, özellikleri ve karışıklıkları takip ederek tüm sistemi dengede tutabilir. Verici ve alıcılar sarsıldıklarında, hatta kendilerini patlatana kadar sarsıldıklarında ne olur? Bu fikrimin yeterliliğini kanıtlarım ya da belirsizliğini korur fakat, benim başlangıç noktam buydu.
Synthesizerları oluşturma deneyimi nasıldı?
Dürüst olmak gerekirse, acaba synthesizer oluşturmaya bu kadar zaman ayırmamın sebebi istemsizce müzik yapmaktan kaçmak mıydı diye şüphe ediyorum. Çünkü müzik yaparken kurallar yok, bir reçete yok. Benim gibi bir acemi, mekanizmaları bir araya getirirken yönergeleri takip ediyor, böylece basitçe bir şey oluşturabiliyor. Bu durumda, bir şey yaratma zorunluluğunun getirdiği korku olmuyor. Bu deneyimimle ilgili, gerçekten bir şeyi adım adım yapmanın öğreticiliği bir kenara, yaptıklarımı müzikte kullanabilmek konusunda ne yazık ki yüzde 10 başarılı olduysam yüzde 90 hayal kırıklığı yaşadığımı söyleyebilirim. Başka bir şekilde ifade etmem gerekirse, belki de çalışmalarımda sadece dijital plug-inleri kullansam bir değişiklik olmazdı. Önceleri bu kadar malzeme kullanan adamlardan nefret ederdim. Yani havalı pedallar alınca ne oluyor, şarkı yazmalarına bile yardımı dokunmuyor diye düşünürdüm. Şu anda onları daha iyi anlayabiliyorum; ama hâlâ bu aletlerin benim daha iyi şarkılar üretmeme yardımı dokundu mu bilemiyorum. Buna siz karar vereceksiniz sanırım.
Bu deneyimden sonra müzik ve şarkıların oluşturulma süreci hakkındaki düşünceleriniz değişti mi?
Hayır, ama aletlerin düzenini oluşturan insanlara ve onların seslerinin –computer patch’lerin- tasarımını yapanlara saygım arttı; bunun da bir sanat olduğunu düşünüyorum. Bence günümüzde bir sürü müzisyen, seve seve software synthesizerdaki hazır presetleri kullanıyor. Bu sesleri ustalıkla tasarlayan ama kendilerinden hiç bahsedilmeyen insanlara büyük saygı duyuyorum. Analog synth’ler konusunda, hiçbir zaman kafamda Giorgio Moroder gibi olmak istiyorum şeklinde bir düşünce olmadı. Bilgisayarlar sayesinde oluşan garip, karışık bir imkân var, sınırsız voltajı kontrol edebilen çok hızlı işlemciler var. Bu değişik olasılıkları ses dalgalarıyla hareket geçirebilecek bir müzik yapmak istedim; ama ya bunu yakalamak çok zordu ya da ben kafamda kurmayı bir türlü beceremedim. Nasıl sonuçlar bekliyordum bilmiyorum. Her şey gibi, bu da bir deneydi.
Artık albüm tamamen bittiğine göre, ortaya çıkan iş hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biraz karanlık, öyle değil mi? Ben daha hafif olmasını umuyordum. Şu anda dünyada kıyamet havası hâkim. Şarkıların bir kısmı Amerikan seçimlerinden önce yapılmıştı. Albümün tam o zamanlarda çıkmasını çok isterdim aslında, çünkü yıkıcı bir dönemdi. Müziğin karanlık yanının tam da o dönemi yansıtacağını düşündüm, ortam biraz sakinleşse aynı etkiyi yaratmayabilirdi. Neyse, şu ara sakinleşme gibi bir durum söz konusu olamaz galiba zaten.
MADRİD’DE KAFAMA ŞİŞE FIRLATTILAR
Neden grupla devam etme kararı aldınız?
Beni de şaşırttı, hiç emin değildim çünkü ama grupla sahneye çıkmak, sahne endişemi bir nebze yatıştırdı. Bir yandan da oraya tek başına çıkmak zorunda olmanın kışkırtıcı gerçekçiliğini eksiltir mi diye endişeliydim aslında. Bu işte yeniyim; ama grupla sahnede olmak, tek başıma küçük karaoke makinemle asla gerçekleştiremeyeceğim birçok ilginç olanak sunuyor. Daha çok müzikal imkân var. Ayrıca daha güvenli geliyor. Mesela Madrid’de tek başıma çalarken kafama şişe fırlattılar. “Bu nedir ya? Bu şimdi performans sanatı mı yani?” gibi tepkiler aldım. Artık bunları tek başıma karşılamak zorunda değilim.
Uzun süre Minnesota’daki çiftliğinizde tek başınıza çalıştıktan sonra bir sürü insanın önünde performans sergilemek nasıl?
Bir süre dış dünyayla bağlantınızın kesilmesi iyi olabiliyor. Yeni olasılıkları değerlendirebiliyorsunuz. Ben de keşiş gibi yaşamaya meraklı değildim. Bir süre için mağaraya çekilip medeniyete götürmeye değer bir şey üretmek istedim.
Hafızamız ekranlarla kontrol ediliyor...
Peki, albüm ismi neden Screen Memories (Ekran Anıları)?
Albüm kapağını estetik olarak güzel buluyorum – statik görüntüsü olan bir televizyon var. Televizyonu hatırlıyor musunuz? Ceplerimize sığmadan ve göz bebeklerimize yerleşebilecek hale gelmeden önce baktığımız küçük şey. Hafızamızla oynuyor. Bütün hafızamız, bütün haberler, hep bir ekran aracılığıyla kontrol ediliyor zaten. Ekrandan çıkan şey bir “ekran anısı” gibi yani.
Artık ekranda gördüklerimiz dünyaya açılan kapımız gibi.
Evet, bu da doğru. Büyürken ekran dünyanın nasıl olması gerektiğini gösteren bir pencereydi benim için. Milyonlarca insanın olduğu bir şehirde, her şey size ekrandan geliyor. İnsanlar etraflarına değil ekrana bakıyorlar.
Şimdi sırada ne var?
Turne, turne, turne ve umarım bazı videolar. Çok çığlık atmaktan oluşan fıtığım biraz iyileşti. Yanımda grubum da olduğu için artık biraz onlara da dayanabilirim, böylece en azından 2018’i rahat geçiririz diye düşünüyorum.