emin.demirezen@aksam.com.tr
İstanbulluların “Deniz Hamamları”yla tanışması 19. yüzyılın sonunda gerçekleşti. Atatürk’ün teşvikiyle açılan Florya Plajı, orkestra eşliğinde denize girilen Küçüksu Plajı ve seçkin sanatçıların sahnesinde şarkılar söylediği Süreyya Plajı artık geçmişte kaldı. Ama İstanbulluların denizle macerası bitmedi. Pera Müzesi’nde açılan “İstanbul’da Deniz Sefası” sergisi vesilesiyle, deniz aşkımıza bir göz atmaya ne dersiniz?
İnsanların denizlerle olan ilişkisini karalarla kıyaslarsak uygarlık gelişimine daha çok katkı sağladığını görürüz. İspanyol ve Portekizlilerin serin sulara açılımı, yeni kıtaların keşfi modern çağların da başlangıcını oluşturmuştu. Osmanlı’nın Akdeniz’e sıkışması ve Batı’daki gelişmeleri izleyememesi sonucunda zamanla Batı’nın yörüngesine girmek zorunda kalması da bu etkenlerden biri. Kısaca deniz, ülkelerin gelişimini sağladığı gibi aynı zamanda özgürlüğün de simgesiydi. Kara iktidardı; deniz ise özgürlük…
OSMANLI’NIN DENİZ HAMAMLARI
Deniz, yıllar yılı Osmanlı’da mahremin bir parçası oldu. Üç bir yanı tuzlu suyla çevrili olan İstanbul’da denizin yeri hep ayrı oldu ama hiç girilemedi; sanki girmek yasaktı ya da gerçekten de öyleydi. Ama Tanzimat sonrası Osmanlı’nın Batı’dan etkilenmesiyle birlikte bu durum da bir farklılık oldu. Artık Osmanlı’da yaşayan insanlar 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren denizden tahta ile ayrılmış deniz hamamları ile bir nevi denizle tanışmış oldu. Bugün artık eski aile albümlerinde, eski dergilerde yer alan fotoğraflarda ve eski kartpostallarda gördüğümüz deniz hamamları kıyıdan uzunca bir iskele ile ulaşılan, etrafı tahta perdelerle çevirili barakalardan oluşuyordu. Bu yapıların ortasında havuza benzer bir boşluktan insanlar denize girerlerdi. Aslında bu bile bir aşamaydı. Tıbben de denizin önemli sakıncaları vardı ama nitekim 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hekimlerimiz denize girmenin sakıncalarını sıralamış, ayrıca suyla temas için binbir kural getirmişlerdi. Ama yine de 1875’te İstanbul Şehremaneti yani İstanbul Belediyesi deniz hamamları hakkında bir nizamname çıkarmış, erkek ve kadınlar için ayrı ayrı deniz hamamları öngörmüştü. Deniz hamamından plaja geçiş ise tam bir devrim niteliğindeydi. Artık plajlar bambaşka bir kültür haline gelmişti. İşte bir zamanlar bambaşka bir kültüre sahip olan İstanbul’un eski plajları…
DEMOKRAT PARTİ’NİN ESERİ: ATAKÖY PLAJI
1956-1957 yılında Ataköy Sahil Sitesi’nin parçası olarak Sirkeci-Florya Sahil Yolu’nun kıyısında yapılan Atatürk Plajı, mimarlık ve şehircilik projelerine büyük önem veren 1950-60 yılları arasında ülkenin başında yer alan Demokrat Parti’nin politikalarının bir ürünü olarak halkın kullanımına sunulmuş. 4 milyon metrekarelik bir arazide konumlandırılan plaj, 1955 yılında “İstanbulluların plaj ve eğlence ihtiyacını en modern bir şekilde karşılayacak” motel, plaj ve kamp tesisi olarak planlanmış. Ataköy Plajı, modern olarak anılan bir plaj tesisinden beklendiği gibi kafe ve dans pisti olan bir gazinoyu da içerir. Gazino ise o dönemlerde aile yeri olarak biliniyordu.
FLORYA’NIN KEŞFİ
Atatürk, İstanbul’a her gelişinde, kent içinde olduğu kadar otomobille o dönem İstanbul’un banliyölerinde geziye çıkıyordu. O güne kadar bilmediği, görmediği köşelerde karşılaştığı vatandaşlarla sohbet eder; dert ve dileklerini dinlerdi. 1935’in Haziran ayının ilk Cuma günü yakın arkadaşlarıyla, otomobillerle kent dışında, bir geziye çıkmıştı. Yeşilköy’ü geçtikten sonra Florya’da aracı durdurdu ve Florya’ya yüksek bir tepeden bakarak, “Bütün güzelliğine ve yakınlığına rağmen deniz bize küskün görünmüyor mu? İstanbul’u fethetmişiz ama burasını henüz elde edememişiz” diyerek Florya’nın sahiline hayran olmuştu. Atatürk Florya’yı İstanbul’un gözde sayfiye yerleri ve plajları arasında adı bile anılmayan Florya’yı İstanbul’a kazandırmak istiyordu. Uzun uğraşlar sonucu da bu isteğine kavuştu. Ama burada bir sıkıntı vardı. Yapılacak olan bu projenin halka açık olması Gazi’nin korunmasını zorlaştıracaktı. Ama Atatürk halk adamıydı ve kararı kesindi. Florya aynı zamanda halka açık olacaktı.
ORKESTRALAR EŞLİĞİNDE KÜÇÜKSU PLAJI
Şirketi Hayriye’nin Boğaziçi’ni kalkındırma çabaları çerçevesinde plajları hareketlendirme girişimi, 1939 yazında Küçüksu Plajı’nı ve gazinosunu işletmeye açarak sürdü. Plaj, 300 kişi olacak genişlikte tasarlanmıştı. Ayrıca her türlü konfora sahip aile kabinleri de olacaktı. Küçüksu Plaj Gazinosu’nda yemek için de kombine bilet çıkartılmıştı. Gidiş geliş vapur ve plaj ücretleriyle nefis 3 kap yemek bedeli toplam 95 kuruştu. Ayrıca gazinoda her gün öğle yemeğinden akşam yemeğine kadar 11 kişilik mükemmel bir orkestra en güzel parçalarını çalardı. Küçüksu Plajı aynı zamanda Kandilli sırtlarında bulunan kızlar kampının öğrencileri her sabah marşlar söyleyerek kendilerini İstanbul’un serin sularına atarlardı.
O DÖNEMİN EĞLENCE MEKÂNI: SÜREYYA PLAJI
İdealtepe ile Maltepe arasındaki eski bir bostanın yerinde yerel yönetimlerin desteğiyle Süreyya İlmen’in yaptırdığı plaj, 8 Haziran 1946 yılında açıldı. Plajla birlikte bölge oldukça rağbet gördü; kısa sürede Maltepe’nin en gözde yerleşim yerlerinden biri oldu. O yıllar otel ve özel aile odalarıyla yalnız günlükçülerin değil, sezonluk tatil ve eğlence için gelenlerin de ihtiyacını karşılıyordu. Rağbeti gören Devlet Demiryolları da plajın önüne bir peron inşa etti. Yaz mevsiminde bundan böyle banliyö treni peronda kısa süre durmaya başladı, zamanla da istasyona dönüşerek banliyö tren tarifelerinde yer aldı. Plajı, güzel havası, temiz denizi ve ince kumunun yanı sıra Süreyya Plajı her türlü eğlencenin de sunulduğu bir mekândı. Kimi geceler festivaller düzenlenir, kimi geceler de seçkin sanatçılar şarkılar söylerdi. Bu nedenle Süreyya Plajı o dönemin en önemli ve büyük plajları arasına girmişti.
SALACAK PLAJI’NDAN İSTANBUL SİLÜETİ
Kız Kulesi’nin hemen arkasında yer alan Salacak Plajı deniziyle olduğu kadar manzarası ve ağaçlarla kaplı gazinosuyla da ünlüydü. Zamanında İstanbul’un en güzel silüeti oradan seyredilirdi. Hele güneş batmak üzereyken… Salacak Plajı’nın iki ucunda denize doğru betondan iki uzantı bulunuyordu. Sağdaki uzantının ucu deniz seviyesinden yaklaşık 1,5 metre, soldakininkiyse yaklaşık 50 cm yukarıdaydı. Gençler sağdakinden denize ya balıklama atlarlar ya da ters perende atarak denize girerlerdi.