Hollywood’da neler oluyor?

Başak Bıçak

basakbicak@gmail.com

"Amerikan toplumunun giderek daha fazla muhafazakarlaştığı bir dönemde Baraka'nın gösterime girmesi, yalnızca bir tesadüf olarak açıklanabilir mi?

Hollywood’un, 20. yüzyılın başından itibaren Amerikan toplum tipinin oluşturulmasıyla sürdürülmesindeki rolü ve katkısı hafife alınamayacak kadar büyüktür. Artık hepimiz, sinema tarihinin farklı dönemlerinde Holywood’un, Amerikan ideolojisini oluşturan kodlar üzerinden film ürettiğini ve toplum yapısını kendi anlayışı çerçevesinde biçimlendirmeye çalıştığını biliyoruz. Ancak Hıristiyan Sağ’ın yükselişe geçtiği, muhafazakârlığının güçlendiği ve Trump’ın başta olduğu bir dönemde Baraka (The Shack) gibi bir filmin vizyona girmesi gerçekten bir tesadüf mü? Yoksa giderek muhafazakârlaşan Amerikan toplum ve siyasetinin bir ürünü mü? Sinema tarihi, Amerikan muhafazakâr kanadının ideolojisini ve din yorumunu Hollywood yoluyla empoze ettiği filmlerle dolu… Çeşitli dönemlerde, büyük bütçeli yapımlaryla din propagandası yapıldı; Hıristiyan öğretiler, filmler aracılığıyla mikro düzeyde Amerikan toplumunu, makro düzeyde ise dünyayı şekillendirmeye çalıştı. Ancak bu filmlerin özelliği hikâyelerinin genelde tarihsel kimlikler üzerinden şekillenmesi ve dolayısıyla da tepki çekmeyecek boyutta olmasıydı. Şimdiyse karşımıza, hem büyük bütçesiyle, hem başroldeki oyuncularıyla hem de açık açık manipülasyon içeren öyküsüyle Baraka filmi çıkıyor ve bu böyle bir dönemde tüm dünyada gösterime giriyor. 

KÜLTÜR SAVAŞLARI

Amerikan toplumunda din ve siyaset üzerindeki ideolojik mücadeleler son 30 yılda öyle bir hal aldı ki, liberaller ve muhafazakârlar arasındaki bu çatışma “kültür savaşları” olarak nitelendirilmeye başlandı. Ahmet T. Kuru’nun, “Pasif ve Dışlayıcı Laiklik” adını verdiği kitabında “pasif laikliğin” hüküm sürdüğünü iddia ettiği Amerikan toplum yapısı, liberaller ve muhafazakârlar arasındaki farklı yorumlara rağmen ortak bir zeminde uzlaşıyor ve bu sayede tarafların özgürlükleri, Amerika gibi kurulduğu dönemde herhangi bir yerel monarşi ya da hâkim dine sahip olmayan, mutlak çoğunluk iddia edebilecek bir mezhebin bulunmadığı bir ülkede koruma altına alınmış oluyordu. Fakat 80’lerden itibaren özellikle Reagan dönemiyle güçlenen, İkiz Kuleler ile katlanan ve Avrupa toplumlarının da ötesinde bir muhafazakârlaşma eğilimi gösteren Amerika’nın bu yükselişinin Obama ile gerileme devrine girdiği düşünülse de, Trump’ın zaferi aksini 

kanıtladı. Nitekim Baraka gibi bütçesiyle ve Sam Worthington, Octavia Spencer gibi önemli oyuncuları kadrosunda barındıran; bundan da öte uyarladığı eseri dahi tahribata uğratıp kendi öğretileri doğrultusunda bir din propagandasına dönüştüren bir filmin varlığı, söz konusu eğilimi destekliyor. 

İYİLİK VE KÖTÜLÜĞE DAİR YORUMLARI…

Baraka’ya dikkat çekmemin sebebi elbette tek başına din propagandası yapması olamaz; zira bu durum Hollywood açısından yeni olmadığı gibi özgürlükler bakımından da bir film, ideolojik altyapıya sahip olmakta hürdür. Fakat Baraka, bu propagandayı o kadar açık seçik, o kadar göze sokarak ve o denli yetersiz düzeyde yapıyor ki, gülünç olmaktan kurtulamıyor. Acıklı bir öykü kisvesi altında, ilkokul düzeyinde bir din bilgisiyle yaradılış ve yaratıcı kavramlarına komik denecek düzeyde açıklamalar getiriyor. İyilik ve kötülük mefhumlarına dair yorumları, sözde Tanrı olan kişinin söylediklerini, Kutsal Ruh olarak tanımlanan karakterin çürütmesi, Tanrı karakterinin ne tesadüf ki, Amerika’nın ezilmiş ve hor görülmüş halklarına ait insanlardan seçilmesi ve hatta Nan isimli, Tanrıya babamız diyen ve her olayda metanetiyle bizi şaşırtan karakterin isminin çağrıştırdığı rahibe (Nun) kelimesi dahi filmin propaganda “düzeyini” açıklamaya yetiyor. Basit Hıristiyan öğretilerini dahi anlayamamış ve anlatamamış bir filmi böyle bir dönemde piyasaya süren Hollywood’un, muhafazakârlaşan Amerikan toplum yapısı üzerinden prim yapıp yapamayacağı bilinmez ancak zamanlamasının manidar olduğu bir gerçek…