Herkesin kalemi var ama herkes yazar olamıyor

UYGAR TAYLAN

uygar.taylan@gmail.com

Otuz yılı aşkın süredir dünyanın en sıcak bölgelerinde fotoğraf çeken, pek çok acıya şahitlik ederken kadrajına giren hayatları da bir şekilde değiştiren Reza Deghati Türkiye’deydi. Time’dan National Geographic’e birçok uluslararası yayın için çalışan Deghati, herkesin elinde kamera olmasının fotoğrafçı olmaya yetmeyeceğini söylüyor. National Geographic’in fotoğrafçısı Reza, İran devrimiyle başlayan fotoğraf macerasını anlattı. 

70’lerde İran Devrimi’nin fotoğraflarıyla uluslararası alanda isminiz duyuldu. Ajanslar sizi nasıl buldu, internet gibi araçlar o zamanlar yoktu? 

Fotoğrafçılığa 13 yaşımda başladım. Bana öğretecek bir öğretmenim ya da herhangi biri yoktu. Fotoğrafların nasıl yıkanacağını, nasıl basılacağını ve materyalleri nasıl elde edeceğimi yavaş yavaş keşfettim. Oldukça zordu. 

Mimarlık öğrencisi olduğumda da fotoğraf çekmek için sıkça köyleri ve şehirleri gezerdim. 

Peki, Devrim öncesi protestolar başladığında ne yapıyordunuz?

Mimar olarak çalışıyordum… Bir gün büroda çalışırken sokaklardan Şah’a karşı protesto sesleri duyduk. İlk kattaydık. Herkes neler olduğuna bakmak için pencereye koştu. Gözlerimize inanamadık çünkü sokaklara dökülüp protesto yapılabileceğini kimse düşünemezdi. Bir anda polis ve ordu bölgeye gelerek öğrencilere ateş açmaya başladı. Gerçek kurşunlar kullanıyorlardı. O sırada bir öğrencinin fotoğraf çektiğini gördüm. Gösterilerde fotoğraf çekmenin iyi bir fikir olduğuna karar verdim. Günün sonunda ofisten üç gün izin aldım.

İşinizden ayrıldınız mı?

Gündüzleri sokağa çıkıp protestoları kovalıyordum. Şu anda burada olmamın sebebi o üç gündür. Avrupa’dan ve ABD’den gelen gazetecileri görmeye başladım. Onca gazeteciyi ellerinde kameralarıyla koştururken görmek inanılmazdı. Fransızca ve İngilizce bildiğim için onlarla konuşmaya başladım. Yaklaşık iki ay sonra Don McCullin, Marc Riboud gibi birçok fotoğrafçı da gelmişti. Fotoğraflarımı görmek istediler, gösterdim, “Sen mutlaka fotoğrafçılık yapmalısın” dediler. Bu olay, foto muhabirlik kariyerimin başlangıcı oldu. 

Uluslararası ajanslarla çalışmaya Sipa press ile mi başladınız?

Evet, Sipa’nın foto muhabiriydim ve filmlerimi paketleyip Paris’e gönderiyordum. Havaalanına gider ve Paris’e gidecek yolcuları arardık. Birini bulduğumuzda, “Fotoğrafçıyım ve bunlar filmlerim. Bu paketi Paris’e götürmeniz mümkün olur mu? Biri onu almak için havaalanına gelecek.” derdik ve herkes bunu yapmaya istekli olurdu. Aynı şeyi günümüzde yaptığınızı hayal edin… Bu imkansız olurdu. İslam Cumhuriyeti ilan edildiği sıralarda binlerce gazete ve derginin İran’daki tek muhabiri olmuştum. Hükumet peşime düşmüştü. İmzamı Reza diye atmamın sebebi de bu. Reza İran’daki en yaygın isim. 

Ama yine de kaçmanız gerekti…

Hükümetin beni tutuklayıp öldürmek istediğini öğrendim. 1981’de önce New York’a gittim. Ancak ben Paris’te olmak istiyordum çünkü Paris’in kültürü Asya’ya New York’un kültüründen daha yakındı. Böylece Paris’e döndüm ve oradan çalışmaya başladım. 

Yaptığınız iş, bir iyilik hareketine de dönüşüyor. Fotoğraflarınız nedeniyle bir hastane yapılmıştı… 

Evet, bu bahsettiğiniz olay Lübnan’ın kuzeyinde Tripoli’de oldu. Esed, Arafat’ı bombalıyordu ve bombalardan biri bir eve isabet etmişti. İçeride biri beş, biri sekiz yaşında iki erkek kardeş yaralanmıştı. Ambulans gelip onları sedyeyle taşırlarken ben de fotoğraf çekiyordum. Ancak o kadar çok ağlıyordum ki ne tür fotoğraflar çektiğimin farkında değildim. Filmleri Sipa’ya gönderdim ve onlar da dağıttılar. Yalnızca üç hafta sonra Norveçliler bölgeye gelip büyük bir hastane kurdular. 

Bir fotoğraf çektiğinizde doğru ânı yakaladığınızdan nasıl emin olabiliyorsunuz?

Doğru kompozisyonu yakalayacağınızı gören beyniniz oluyor ancak fotoğraf çekmeye başladığınız anda kalbiniz harekete geçiyor. O fotoğrafın iyi olacağını ve bir hikâyesi olacağını hissediyorsunuz.

Popüler bir fotoğraf paylaşma uygulaması olan Instagram’ın etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Instagram harika ancak tüm diğer şeyler gibi o da aslında onu nasıl kullandığınıza bağlı. Sosyal medya kullanmamız gerektiğini düşündüğüm şekilde kullanılırsa, insanlık için faydalı icatlardan biri olabilir. Ancak bu şekilde kullanmıyoruz Instagram’ı. İnsanlık için iyi bir şey yapmaya çalıştığınızda zorluklarla karşılaşıyorsunuz, bunlardan biri politika. İkincisi ise reklamlar ve ticaretin ideolojisi. Sosyal medyayı kendi faydaları için kullanmak istiyorlar. Aynı şey medyada da oluyor.  

Şu anda dünyada sayısını tahmin edemeyeceğimiz kadar çok fotoğrafçı var. Bir fotoğrafçının bu kalabalıkta kendisini göstermesi için neler gerekli?

İki yüzyıl önce dünyada cebinde bir kalemi olan çok az insan vardı. Yalnızca yazarların, şairlerin ya da gerçekten kaleme ihtiyaç duyan insanların cebinde bir kalem vardı. Artık herkesin cebinde bir kalemi var ancak kalem sayılarındaki bu artış Yaşar Kemal’lerin, Nazım Hikmet’lerin ya da Victor Hugo’ların sayısını artırdı mı? Artırmadı. Herkesin kalemi olduğu için daha fazla Victor Hugo’muz ya da daha fazla Nazım Hikmet’imiz yok. Bu durum cep telefonları ve kameralar için de geçerli. İnsanları etkileyecek resimler yapmak ya da fotoğraflar çekmek de tamamen beyin ve kalple ilgili. 

ARA GÜLER HARİKA BİRİDİR

Gökşin Sipahioğlu’nun Paris’teki ofsindeydik, “Bir Türk fotoğrafçıyla yemek yiyeceğiz. Bize katılmak ister misin?” dedi. Yemek yerken fotoğrafçılık ve daha birçok konuda konuştuk. Ben henüz işin başlarındayken onun fotoğrafçılık hakkında engin bir bilgisi olduğunu fark ettim. Beni çok sevdiğini ve konuşmalarımızdan yola çıkarak iyi bir fotoğrafçı olabileceğimi düşündüğünü söyledi. Sonra kutusunun en üstündeki baskıyı alarak bana o fotoğrafı armağan etti. Ara, harika biridir. Masada bir başkan mı var yoksa bir bakanla mı oturuyor hiç umursamadan istediği şeyi söyleyen biri. Dün Coşkun’la (Aral) birlikteydik ve bana Ara hakkında bir belgesel hazırladığını söyledi. Çekimlerin yarısını çıkarmaları gerekmiş çünkü sürekli küfür ediyormuş. Yoksa fmin yarısı bip bip bip olacakmış (Gülüyor). 

Okyanusa atlarken kuru kalmayı bekleyemezsiniz

İran, Afganistan ve Lübnan gibi birçok sıcak noktada çalıştınız. Peki, Suriye’ye gittiniz mi?

Kırk yıllık fotoğrafçılık kariyerimde gitmediğim tek savaş Suriye’deki oldu. Eğer Suriye’ye, mevcut yönetimin bölgesine gitseydim İran yönetimine yakın olan Esed ya beni tutuklatacaktı ya da İran’a gönderecekti. Eğer muhalif gruplarla çalışacak olsaydım İranlı olduğum için hükümetin bir ajanı olduğumu düşüneceklerdi. Yani iki taraf da gitmem için çok riskliydi. Suriye’ye gitmememin sebebi bu. 

Tehlikeli bölgelerde çalıştığınız için çok gerilimli tecrübeleriniz olmalı. Biraz psikolojinizden bahseder misiniz? 

Duygusal olarak etkileneceğinizi biliyorsunuz. Ancak okyanusa atlarken kuru kalmayı bekleyemezsiniz. O tür durumlarda travmatize olmanız çok doğal. Bu tür durumlara maruz kalan birçok arkadaşımın akıl sağlıklarını kaybettiklerine tanık oldum ancak bununla başa çıkmamı sağlayan iki şey var. Biri yaptığım işin insanlığa faydalı olduğuna dair sahip olduğum kuvvetli inanç. İkincisi ise Mevlana’yı ve şiiri sevmem. Bol bol şiir okurum. Midemizi temizlemek için bir şey içmemiz gibi şiir okumanın da zihnimizi temizlediğini düşünüyorum.