Hayalim, “Duydunuz mu? Ali’nin polis oğlu Altın Palmiye almış” dedirtmek

ARZU AKYOL
arzu.akyol@aksam.com.tr

Polis memuru Tunahan Kurt ve makine mühendisi Nuri Cihan Özdoğan iki sinema sevdalısı. İlginç bir tesadüfle tanışmış ve sinema için gönül birliği etmişler. Biri Türkiye’nin ilk uzun metraj filmini çeken polisi olmayı hayal ediyor, diğeri geleceğe hayatı güzelleştiren filmler bırakmayı. İşte bir polisle bir mühendisin sanatın içinden geçirerek güzelleştirdikleri hikâyeleri…

Hikâye şöyle başlar: Adana’da küçük bir ormanlık alanda devriye gezen polis memuru Tunahan Kurt kanlar içinde kaçan bir adam görür ve peşinden gider. Oysa bu sadece makine mühendisi Nuri Cihan Özdoğan’ın çektiği kısa filmin bir sahnesidir. İşte o gün film gibi başlayan bu tanışma, iki sinema sevdalısının sinema için gönül birliği etmesine vesile olur. Önce birlikte bir kısa film yönetirler ve bolca ödül alırlar. Sonra “Bir filmde iki yönetmen olmaz” diyerek yönetmen koltuklarını ayırırlar ama birbirilerine destek olmaya devam ederler. Kâh Nuri Cihan Tunahan’ın filminde görüntü yönetmeni olur kâh Tunahan Nuri Cihan’ın oyuncusu… Gerisini kendileri anlatsınlar…

Tunahan Kurt ve Nuri Cihan Özdoğan kimdir? Şu an nerede, ne yaparlar?
Tunahan Kurt: 30 yaşındayım. İşletme fakültesi mezunuyum. Daha sonra yine kendi memleketime, Adana Asayiş Şube Müdürlüğü’ne polis memuru olarak atandım. Hâlâ burada görev yapmaktayım. Aynı zamanda Çukurova Üniversitesi Futbol Antrenörlüğü 2. sınıf öğrencisiyim.
Nuri Cihan Özdoğan: 1990 Kadirli-Osmaniye doğumluyum. 1996 yılından beri Adana’da yaşıyorum. Çukurova Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nde makine mühendisi olarak çalışıyorum. Aynı zamanda Çukurova Üniversitesi makine mühendisliği bölümünde yüksek lisans eğitimime devam ediyorum. 
Peki, bir polis memuruyla bir makine mühendisinin yolları sinemada nasıl keşişti? 
T.K: Nuri Cihan ile ilk karşılaşmamız yaklaşık bir yıl kadar önceydi. Rutin bir devriye görevindeydik. Küçük bir ormanlık alanda üstü başı kanlar içinde birinin kaçmaya çalıştığını gördük. “Dur polis!” gibi uyarı cümleleriyle olay yerine ilerledik. Şahsa yaklaştık ama o da şok yaşıyordu. Biz kendisine ne olduğunu sorarken, Nuri Cihan arkadaşımızın kısa filminin bir sahnesini çektiğini öğrendik. O sıralar benim de çekim aşamasında olduğum bir kısa filmim vardı. Kendisiyle ayaküstü bir sinema sohbeti gerçekleştirdik. Yaklaşık 3 ay sonra bir kafede tekrar karşılaştık. O gün Adana’da yapılacak olan kısa film yarışması için birlikte bir kısa film hazırlamaya karar verdik. 
N.C.Ö: Tuna ile tanıştıktan sonra senaryosunu ve yönetmenliğini birlikte üstlendiğimiz Sükût filmiyle ilk ödüllerimizi kazandık. Ayrıca 1-6 Ağustos tarihleri arasında Arnavutluk’taki bir uluslararası festivale filmimiz kabul edildi. Sükût’tan sonra birlikte yönetmenlik yapmak yerine birbirimizin projelerine destek olmaya karar verdik. Ben yönetmen sinemasına inanan biriyim. Bunu iki yönetmenle yapmak takdir edersiniz ki kolay değil. Ama ikimiz de aynı heyecanla sinemaya tutkun olduğumuz sürece birbirimize çok şey katacağımız kesin. Nitekim Sükût’tan sonra Tuna’nın yönettiği ‘Babam Uçak’ filminin görüntü yönetmenliğini yaparak Tuna’ya yardımcı oldum. Sonra yönetmenliğini benim yaptığım ‘Sırat’ filminde Tuna başrol oyuncusuydu. ‘Sırat’ ilk ödülünü İstanbul Merhamet ve Adalet Film Yarışması’nda kazandı. Temmuz ayı içerisinde CAFF Asya Film Festivali’nde Güney Kore’de, Ortigia Film Festivali’nde İtalya’da ve yine İtalya’da Social Machinery 
Film Festivali’nde yarışacak. Bu sene Adana Film Festivali için hazırladığımız ‘MÜDÜR’ isimli bir kısa filmimiz daha var. Filmimiz eylül ayı itibarıyla hazır olacak. Bir polis memuruyla bir makine mühendisi film çekiyor… İlginç anılar vardır muhakkak…
T.K: Sinema işlerine çocukluğumdan beri sıcak bakmayan, “Hevesini al, sonra bırak artık” diyen annemin Müdür filminin çekimlerinde benden rol istemesi ve senaryoya uygun olmadığı için onu kibarca reddetmem son zamanlarda yaşadığım en ilginç olay. Sanırım annem bile inanmaya başladı. 
N.C.Ö: Çekim için savaşın vurmuş olduğu evleri andıran Adana’nın eski bir mahallesine gitmiştik. İstediğim görüntüleri mahallenin hangi noktalarında alabileceğimi bilmiyordum. Elimizdeki kamerayı gören on yaşlarında bir çocuk eliyle kendisini takip etmemizi söyledi. Dilimizi bilmiyordu. Iraklıydı. Abdülaziz sayesinde tam hayal ettiğim gibi planlar çekebilmiştim. 
Sinemadaki hayaliniz ne?
N.C.Ö: Jacques Tati’nin “Ben istiyorum ki film; siz, sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın” sözü, sinema yapma amacımı çok güzel özetliyor. Kişisel olarak sinemadaki hayalim; nesiller sonra bile izlendiğinde insanlarınhayatlarına anlam kazandıracak filmler miras bırakmaktır. 
T.K: Sinema düşünmeden kafamı yastığa koyduğum tek bir geceyi dahi hatırlamıyorum. Sinemaya bu kadar âşıkken bunun hobi olarak kalacağını hiç zannetmiyorum. Hayalim, mahallemizin bakkalı Mehmet abiye, “Duydun mu? Bizim mahalledeki Ali’nin oğlu var ya hani şu polis olan, dün Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü almış” dedirtebilmek. 

YÖNETMEN TUNAHAN POLİS TUNAHAN’I SABIRLI YAPTI 
Bir polisin sanatın bir dalıyla uğraştığını görmek az rastlanılır bir şey. Nereden çıktı film çekme fikri? 
Evet, çünkü insanların canları ve malları size emanet ve dolayısıyla diğer mesleklere göre daha fazla çalışmak gerekiyor. Bu kadar sorumluluk altında çalışırken sanata ya da başka bir hobiye fırsat bulunamaması gayet normal… Ancak yine de içimizde sanatla uğraşanlar var. Yönetmen olma fikrine gelince; içimde hep vardı ama çocukken bunun adının yönetmenlik olduğunu bilmiyordum. İlk kısa filmimi 2007 yılında çektim. Üniversitede tiyatroyla uğraştığını bildiğim bir kız arkadaşım vardı. Onu etkilemek için bir kısa film çekmeye karar verdim. Filmde onu oynatarak yakınlık kurabileceğimi umuyordum ama başrolde oynayan erkek arkadaşımla görüşmeye başladılar. Kız arkadaşı mı etkilemeyi başaramamıştım ama bir film yazmak ve yönetmek beni inanılmaz etkilemişti. O gün bugün hayalim Türkiye’nin ilk uzun metraj filmini çeken polisi olmak. 
Polis Tunahan’la yönetmen Tunahan farklı mı?
Polis Tunahan; işini çok ciddiye alan, kurumunun hassasiyetini bilen, profesyonel polislik adına sürekli eğitim alan bir memur. Yönetmen Tunahan ise çok daha uçuk. İçinde bir türlü büyütemediği bir çocuk var. Hâlâ 17 yaşında hisseden, dünyanın en kötü 10 kısa filmini çekse dahi bir gün çekeceği ilk uzun metraj filmiyle Türkiye’de ve dünyada adından söz ettireceğine inanan, hayal kurmayı ve hikâyeler yazmayı seven sosyal bir insan. Görev başında gömleğinin boğaz düğmesini dahi açmayan ama yönetmenlik yaptığı zamanlarda yırtık pantolondan vazgeçmeyen biriyim. 
İki meslek birbirini nasıl etkiliyor?
Örneğin bir şüphelinin, söylediği yalanlar, büründüğü karakterler, karakter oluşturma konusunda çok yardımcı oluyor. Yönetmenlikse polis Tunahan'ı olaylar karşısında daha sabırlı, anlayışlı bir hale getiriyor. Bazen komik olaylar da oluyor. Çok konuşan bir şüpheliye susması gerektiğini söylerken yanlışlıkla sinema terminolojisiyle “Kestik” diyebiliyorum mesela (gülüyor). Bazen de “Vay be! Bu olaydan, bu adamdan ne güzel bir film olur” diyebiliyorum. İlginç olayları ve karakterleri unutmamak için küçük notlar alıyorum. İleride çekmek istediğim uzun metraj filmimde kullanacağım.

SÜPÜRGE SAPINDAN BOOM MİKROFON YAPTIM
Nuri Bey peki siz de makine mühendisisiniz. Neden yönetmenlik?

Eğitim hayatım fen bilimleri üzerine kuruluydu. Fakat asıl zor olan hayatı çözümlemekti ve hayatı formüle edebilmenin sadece sanatla mümkün olabileceğini düşündüm. İnsanlara bir şeyler anlatmak için sinema yapmaya çalışırken sinema sayesinde kendimi, hayatı anlama çabası içerisinde buldum. İnsan yaşadığı dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek için yaşarsa gerçekten yaşamış sayılırmış. Ben de sinema yaparak dünyayı daha güzel bir yer haline getirebileceğime inanıyorum. Bu yüzden sinema, bu yüzden yönetmenlik.
Sizin işinize artıları ve eksileri ne sanatla uğraşmanın?
Sanatla uğraşmanın insana herhangi bir olumsuz etkisinin olabileceğini düşünmüyorum. Aksine sanat, insanı çevresine daha fazla duyarlı ve meraklı hale getiriyor. İnsanın algılarını açıyor. Özellikle de sinema, insanların hikâyelerinden ve psikolojilerinden beslenen bir sanat dalı olduğu için çeşitli dünyalara tanık olma isteği oluyor içinizde. Robert Altman’ın dediği gibi “Film yapmak, birçok kereler yaşamak için bir şanstır.” Hayata sinemacı gözüyle bakma alışkanlığımın olaylara daha rahat odaklanmama yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Fakat mühendislik eğitimimin sinema hayatıma artıları kesinlikle daha fazla. Mühendislik eğitiminin insanın bilinçaltına kazandırdığı en önemli şey çözüm odaklı düşünebilme yetisi. O kadar kısıtlı imkânlarla film çekiyorsunuz ki örneğin süpürge sapına mikrofon bantlayarak kendi boom mikrofonunuzu yapmak, araba güneşliğini yansıtıcı olarak kullanmak hayat kurtarabiliyor.