Hafızasını yitirmiş bir ‘müze'yi sahneye taşıyor

Hande Sönmez

hande.sonmez@gmail.com

Ba-Tiyatro’nun yeni oyunu, 'Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’da başarılı oyuncu Nilay Erdönmez rol alıyor. Hem onunla hem de yazar Ferdi Çetin’le oyunu konuştuk.

‘Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’ oyunun ismi nereden geliyor ve neden müze metaforunu kullanmayı tercih ettin?

Ferdi Çetin: Aslında başlangıçta aklımızda ‘mülkiyet’ kavramı vardı, sahip olduklarımız ya da olamadıklarımız kimliğimizi belirler noktasına geldiğimizde ikinci bir kavrama daha ulaşmış olduk. Sonrasında ‘yas’, ‘zaman’ ve ‘kayıp’ üzerinde yoğunlaşan bir izlek oluşturduk ve tüm bu kavramları düşündüğümüzde müze fikrine ulaştık. Bireyin kimliğini oluşturma sürecine baktığımızda ise ilk ilk kayıp yani anneden ayrılma sürecinde Freud’un bir ‘oyun’ örneği vardır, bir ipliğe bağlı makaranın ileri ve geri hareketleriyle oluşan bir ‘fort-da’ oyunu. ‘Gitti -geldi’ örneği o manada mektup fikrini çıkardı ortaya yani bir gönderen ve alan arasındaki ilişki. Kısaca müze ve mektup fikri yan yana gelmiş oldu. Yani konsept en başından itibaren öykünün formunu da belirledi, ismini de.  

Oyunda nesiller mektuplaşıyor. Son nesile geldiğimizi ‘Skype’ detayıyla anladım örneğin. Mektupları ayrıştırmak için kullandığın başka ne gibi detaylar var?

Ferdi: “Nesiller mektuplaşıyor” benzetmesi çok güzel ve yerinde bir benzetme oyunun derdi için. Mektupların dilini kurmak için belli dönemlere ait mektuplar inceledim. Kelime seçimleri, cümlelerin kurulma biçimleri… Son mektubun formunu sahne dilinde mektup olarak yorumladı Yusuf ama metinde dijital bir mektup fikri vardı yani buna Skype da diyebiliriz mail de diyebiliriz. Ama bir mektup fikri yine…

KEYİFLİ VE YARATICI BİR SÜREÇTİ

Nilay sana da sormak isterim; ‘Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’a nasıl dâhil oldun?

Nilay Erdönmez: Yusuf Demirkol ve Ferdi Çetin'in Ba-Tiyatro 'da yaptıkları projeler oldukça ilgimi çekiyordu. İşlerinde gücünü gerçek anlamda derinliğinden alan bir cesaret var, yani öyle, birini soyundurmak giyindirmek gibi bir cesaret değil bu, yanlış anlaşılmasın. Sonra yeni oyunları için bir duyuru yaptıklarını gördüm, mülkiyet kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz diye sormuşlar, yazdım yolladım ben de düşüncelerimi, sonra “Nilay gelsene bizim yeni projeden konuşalım mı?” dediler, buluştuk, o gün metni oluşturan mektupları verdiler bana, okudum, ardından Yusuf'un konsepti geldi. Sonra provaya giriştik. Müthiş keyifli ve yaratıcı bir süreç oldu.

Oyunda bir kadın ya da bir erkek değil de mektupların sözcüsü cinsiyetsiz biri gibi geldin bana. Sen nasıl yorumluyorsun oyundaki varlığını?

Nilay: Bir oyun içinde dahi olsa ait olduğumuz tanımların dışına çıkabilmek çok değerli bir yer benim için... Evet, oynadığım şey kadın değil, erkek de değil. Müzenin bir temsili. Fakat müze bir yangın sebebiyle yanmış ve hafızasını yitirmiş bir müze. Elde kalanlar ise bir ailenin mektupları, fotoğrafları ve belki yine aynı ailenin bavulun içinden çıkardığım birkaç parça eşyası. 

Peki, oyun boyunca süren yolculuğun için ne demek istersin?

Nilay: Galiba ağır bir yolculuk... Çünkü zamanın bir yerinde, bir yerlerde köklenmeye çalışan tüm o karakterlerin, tam da bu çabayı gösterdikleri sıradaki halleri oyunda karşımıza çıkan. Tam da o çaba anını duyuyoruz tüm mektuplarda, öncesini ya da sonrasını değil. Çok da ağır bir durumdur bu. Köklenmeye çalışmak yani. Herhangi bir yolla... Benim de oyun süresince elde bir bavul, müzeye yüklenmiş olan hatırlayan olmak görevini türlü yollarla yerine getirmeye çalıştığım bir yolculuk bu.