Sizi tanımayanlar için kendinizi anlatır mısınız?
Üç mesleği olan bir adamım. Asıl olarak radyasyon onkolojisi uzmanıyım. 1987 yılından beri müzikle uğraşıyorum, müzisyenim. Aynı zamanda hastanede başhekim olarak görev yapıyorum. Hatta iki yıl öncesine kadar aynı zamanda radyocuydum. Beş yıllık da radyoculuk geçmişim var. Bu soruyu o zaman sorsaydınız size “dört meslekli adamım” derdim.
Müzikle yolunuz nasıl kesişti?
Aslında benim müzikle karşılaşmam Ruhi Su sayesinde oldu. 20’li yaşlarda bir gün tesadüfen bir yerde yürürken Ruhi Su’nun türkülerini dinledim. “Bu kim?” diye sordum, “Ruhi Su” dediler. Hemen koştum plaklarını aldım. Plakları dinledikten sonra koştura koştura Yavuz Top’un kapısını çaldım. Yavuz Top karşısında beni görünce “Delikanlı niye geldin?” deyince, “Hocam ben bağlama çalmak istiyorum, bana öğretir misiniz?” dedim. Bana baktı baktı “Ya doktor, sen aslında gidip gitar çalsana” dedi.
Müzisyenlik ve doktorluk birbirine benzer mi, ortak noktaları var mı?
İkisi de birbirine çok benzeyen iki meslek. Sahnede insanların gözünün içine bakarak şarkı söylemek çok keyifli bir şey. Aynı şekilde bir hastayı karşınıza aldığınız zaman hastayla göz teması kurmak zorundasınız. Birçok doktor arkadaşımızın yaptığı hata hastalarla göz teması kurmazlar. Fransa’da çok ünlü bir onkologun yanında çalışmıştım adam bana Fransa’nın en büyük sorunu ne biliyor musun? Artık doktorlar hastaya dokunmak istemiyor” demişti. Herkes bilgisayarla tedavi yapmak istiyor demişti. Halbuki hastaya dokunmak lazım demişti. İçeri giren hastanın omzuna elinizi atıp “Nasılsınız? Demek zaten tedavinin yarısı demektir. Aynı şekilde konser de böyledir. Konserde komik anekdotlar anlatırım. Seyirciyle bire bir iletişim kurarım. Yoksa çok sahneye art arda şarkı söyle in bunun hiçbir anlamı yok. O yüzden müzisyenlikle doktorluk bir birine çok benziyor. Her iki meslekte de insanın gözüne bakmak gerekiyor. O göz temasını kurduğunuzda her iki meslekte de başarılı olursunuz.
Şarkı sözlerini günün hangi anında yazarsınız?
Şarkı sözü yazmak ya da beste yapmak için en iyi zaman akşam saatleri oluyor. Ben aslında mümkün olduğunca yolda yürüyerek şarkı yazmayı severim. Bir aralar öğrenciyken daha serbest bir hayatım vardı gece çıkardım üçe dörde kadar hiç durmadan yürürdüm. Akşam yemekten sonra Moda Sahili’ne çıkarım uzun süre yürürüm ve şarkı sözlerimi genellikle yürürken yazarım. O yüzden yanımda hep bir kayıt cihazı vardır. Eskiden cep telefonları bu kadar yaygın değildi insanlar tuhaf karşılıyordu. Elde böyle kayıt cihazıyla kendi kendine konuşan adam gibi.
Hayatın ne kadar süreceğini hiçbirimiz bilemeyiz!
Şarkınızda “Bir tek seni seviyorum diyemedim” diyorsunuz. Peki, hayat kısa belki de söylemek istediklerimizi dile getirme fırsatını hiç bulamayacağız bu konuda hem hekim hem de sanatçı olarak neler söylersiniz?
Çok meşhur bir laf vardır; “Hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme” diye. Ben de şarkılarımda bunu söylüyorum ama özel hayatımda bu konuda çok da başarılı bir adam değilim maalesef. Onkolojinin bana öğrettiği tek şey var evet gerçekten de hayatın ne kadar süreceği hakkında hiçbirimizin fikri yok. O yüzden de mümkün olduğunca yaşadığımız günleri çok iyi değerlendirmek lazım. Elinizde ne varsa har vurup harman savurun, geleceği düşünmeyin anlamına gelmiyor tabii bu dediğim. Gelecekle ilgili planınızı yapın ama hiçbir zaman da günü yaşamayı ihmal etmeyin. Mutluluğunuzu da mutsuzluğunuzu da dile getirmek lazım. Birtakım duyguları içinde yaşamak çok da doğru değil. Türk halkının birçoğunda anlamadığım bir nokta var insanların çok fazla dertleri var. Her oturan bir sürü dertten bahsediyor. Elbette hayat her zaman eğlenceli geçmiyor, sorunlar da var ama bu sorunların hepsini içinizde yaşarsanız o zaman şöyle bir şey çıkıyor zaten kolay kolay sevdiğini söyleyemeyen bir toplumuz bazen kızdığını da söylemiyor. İtiraf edeyim sevgiyi söyleme konusunda çok becerikli bir adam değilim. O yüzden derdimi şarkılarla ifade etmeyi seviyorum. Becerebiliyorsanız duygularınızın hepsini söyleyin.
Özellikle hastalarınıza bu konuda nasıl telkinlerde bulunuyorsunuz?
Önce bir kere hastalıklarıyla ilgili her şeyi olduğu gibi kabullenmelerini istiyorum. Hiç sevmediğim bir yöntem vardır; teşhis konduktan sonra yakınları hastaya biblo gibi davranırlar. Halbuki bu çok hatalı bir yaklaşımdır. İlk olarak “Hastayı rahat bırakın” derim. Hasta o an üzülmek istiyorsa bırakın üzülsün, ağlamak istiyorsa ağlasın, gülmek istiyorsa gülsün.
Başhekimlik sıkıcı değil
Başhekimlik sıkıcı bir meslek gibi algılanır. İşinizin eğlenceli yanları var mı?
Bu durum hayatı nasıl algıladığınızla ilgili. Başhekimlik hastaneyle ilgili her sorunun bana yansıması demek. Bir hasta yakını “Hastanenizde Hintli bir doktor film çekti o filmin sonucuna ulaşmıyoruz” dedi. Bize de zaman zaman psikolojik sorunları olanlar geliyor, onlarla konuşurken daha dikkatli olmamız lazım. Ben de “Biz de Hintli bir doktor yok, yanlışınız olmasın” dedim. “Hayır hocam Hintliydi, ayakları da çıplaktı” deyince “Olabilir” deyip radyolog arkadaşı arayıp sordum. “Hocam doğru söylüyor” dedi. Meğer bize yeni gelen cihazın eğitimi için İngiltere’den bir doktor geliyor, doktor gerçekten Hintli. Dini inanışları gereği çıplak ayakla ve kendi yerel kıyafetlerin giymiş (Kahkahalar). O yüzden dediğim gibi hayata nasıl baktığınıza bağlı. Mesela başhekimlik dediğiniz zaman böyle şeyler aklıma geliyor. Öyle çok ciddi sorunlar aklıma gelmiyor.
Unutmaya çalışıyoruz
Kanser hastalarının acılı hikâyeleriyle nasıl baş ediyorsunuz?
Kanser hastalarıyla ilgili acı hikâyeler kadar mutluluk verici hikâyeler de var. Bir beyin tümörlü hastamızın radyoterapisi bitti. İki ay sonra MR’ını çektik. Kocası heyecandan içeri girmedi. Ben “Gözünüzaydın hiçbir iz kalmamış” dediğimde yerinden fırlayıp koşturarak eşinin yanına gitmişti. Bazen acı haberler aldığımız da oluyor. Mümkün olduğunca unutmaya çalışıyoruz. Her şeyi hastayla birlikte yaşamaya başlarsak çok zorlanırız. Beni mutlu eden ne varsa aklımda tutmayı, mutsuz edenleri de unutmayı tercih ediyorum.
Hastalığınızı düşünmeyin
Müziğin iyileştirici gücüne dair hastalarınızla ilgili anlatacağınız bir anı var mı?
Akciğer tümörü nedeniyle radyoterapi ve kemoterapi gören bir hastam üç konserime de geldi. Birinde radyoterapisi devam ediyordu kalabalık ortama girmesi konusunda tereddüt etmiştim. “İlla hocayı dinleyeceğim” demiş. Çok uzun süredir tedavisi çok iyi gidiyor. Elbette müziğin etkisi yoktur ama hayata çok bağlıydı. Çok eskiden tedavisine katkıda bulunmaktan çok hoşlandığım bir hastam vardı, kulakları çınlasın. Teşhis konduktan sonra nişanlısını kendinden uzaklaştırmış. Tedavi sürecince çok hoş sohbetlerimiz oldu, konserlerime gelirlerdi. Hastamın kız kardeşine “Nişanlısıyla görüş, sorun sevgisizlik değil” demiştim. Hakikaten de nişanlısıyla konuşuldu, nişanlı geri döndü. Ağır tedaviler sürecinde sağ olsun çocuk hiç nişanlısını bırakmadı. Hayata bağlıysanız, yaşama gücünüz yüksekse beyin bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyor. Hayata bağlı olan hastaların tedavi şansı çok başarılı oluyor. Nerede böyle hayata küsmüş, hastalıktan başka hiçbir şey düşünmeyen hastalar varsa onlarda çok zorlanıyoruz. Hastalarıma hep “Ne yapmak istiyorsanız yapın, gezebildiğiniz kadar gezin yeter ki hastalığınızı düşünmeyin, bırakın onu ben düşüneyim” derim.