Dudu Atam, yemyeşil yaprakları, üstü kar tutan ağaç dallarını, masmavi denizi, güneşi, gökyüzünü bir daha göremeyeceği günlerin ilk sinyalini 7 yaşındayken alıyor. Gün akşama dönünce gözleri etrafı görmekte güçlük çekmeye başlıyor. Her akşam görme duyusu köreliyor. Güneşli geçen çocukluk yılları, yavaş yavaş kendini karanlık bir gökyüzüne bırakmaya başlıyor. Çektiği sıkıntılara kayıtsız kalmayan ailesi, Çapa Tıp Fakültesi’ne götürüyor Dudu Hanım’ı. Halk dilinde tavukkarası veya gece körlüğü olarak bilinen ‘retinitis pigmentosa’ teşhisi konuluyor Dudu Hanım’a. O zamanlar pek bilinmeyen bu hastalığın ciddiyetinin farkında olmadıkları için “belki düzelir” umuduyla gözlük kullanmaya başlıyor. Fayda
hayatı dert ama zehir etme
15 yaşına geldiğinde tekrar doktora gidiyor. “Doktor, retinitis pigmentosalı hastalarda görme kaybının aynı derecede olmadığını, hastaların bir kısmının erken yaşta görme duyusunu kaybederken, bir kısmının da hayat boyunca kendilerini idare edecek kadar görmeyi koruyabildiğini, benim rahatsızlığımınsa çok hızlı ilerlediğini söyledi.” Gecesi gündüzüne karışan Dudu Hanım, başarılı bir öğrenci olmasına rağmen ilerleyen rahatsızlığı nedeniyle eğitim hayatını yarım bırakmak zorunda kalıyor. Dudu Hanım’ın aydınlıktan karanlığa geçmemek için direnen gözleri, renkleri soldurmaya başlıyor. “Çok zordu” diye anlatıyor o günlerini… “Zor çünkü ‘kör olmak, sevdiğin her şeyi bir daha göremeyeceksin’ demek. Benim bu zorlu yolculuktaki tek şansım ailem oldu. Annem, babam, abilerim, eşleri ve yeğenlerim… Anlayacağınız kalabalık bir ailem vardı. O harala gürele de iç sesime kulak veremedim. Sırf onlar üzülmesin diye bir yıl boyunca görüyormuş gibi yapıp hayatıma devam ettim. Onlar da rahatsızlığıma çok üzülürlerdi ama engelsiz biriymişim gibi davranırlardı. Hâlâ da öyle… Engelimi bu kadar güzel karşılamam, kabul etmem ve kendime olan öz güvenim, hiç şüphesiz bu davranışların bir sonucu... Çocukluğumdan beri bir kez bile susturulmadım, hep konuştum. Fikirlerime her zaman değer verildi. Sosyal hayattan soyutlamadılar. Aksine hep destek oldular”.
GÜZEL DOSTLUKLAR KURDUM
Dudu Hanım’a ailesi kadar arkadaşları da yoldaş oluyor. Anlayacağınız hayatındaki herkes hancı… “Benim en büyük şansım ailem dedim ya, o cümle eksik kaldı. Arkadaşlarım da bir diğer şansım. Bir de tabii her şeye inat içimdeki yaşama sevinci… Bir şeyler üretmeyi çok seviyorum. Mesela görme engelliyim ama örme engelli değilim. Örgüler örüyorum. Renk renk yelekler, şallar, battaniyeler… Evet, körlük zor... Denizin mavisini istediğin kadar özle, sevdiğin insanların nasıl göründüğünü istediğin kadar merak et, göremiyorsun. Derin bir yokluk hissi… Buna rağmen hayatı dert et ama zehir etme diyorum”. Dudu Hanım eski günlerinden kalma örgü örme alışkanlığına, gözlerini kaybettikten sonra da devam ediyor. “Zaten örgü örmeyi biliyordum ama görmeyi kaybettikten sonra daha bir dört elle sarıldım örgülerime”. Dört yıl önce Gözder ve Altınokta Körler Derneği ile tesadüfen kesişen yolları sayesinde ördüklerini sergileme şansı elde ediyor Dudu Hanım. “Dört yıl önce tanıştım Gözder ve Altınokta Körler Derneği ile… İyi ki de tanışmışım. Çok güzel dostluklar kurdum. Beraber üretiyoruz, sonra da sergiler düzenleyip onları satıyoruz. En son sergimizi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde gerçekleştirdik. Sergi için ördüğüm her şey satıldı. Tabii GÖZDER’in kıymetli çabası sonucunda oluyor bütün bunlar. Hatta grubumuz bile var, ‘Görme engelliyiz ama örme engelli değiliz’ diye… Bir de kitap seslendirme stüdyomuz var. Her ay toplanıyoruz. Arada yazarlar da bize eşlik ediyor. Mesela geçen hafta Selim İleri konuğumuzdu.”
Kılavuz yollar çoğaltılsın
l Ağaçların alt dalları görme engellinin kafasına çarpmaması için kesilmelidir.