katrepaper@hotmail.com
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “1 milyon 800.000 kilometrekarelik Osmanlı Toprakları, bugün 783 bin 562 kilometre kareye kadar küçültüldü. Kaybede kaybede bu hale geldik” kelimeleriyle özetleyebileceğimiz bir konuşması, bugünkü dosyamızı hazırlamamızdaki ilham kaynağıdır. Cumhurbaşkanımız o sözlerle ne demek istiyordu? İşte o sözlerin açılımı:
William Ewart Gladstone (1809-1898), 19. Yüzyıl’da Müstemlekât Nâzırlığı (Sömürge Bakanlığı) görevini yapan, başka bir zamanda da Başbakanlık görevini yürüten bir isimdir. İngiltere’nin özellikle İslâm ülkelerindeki sömürge politikalarının bsaşarısı için; kendi meclisine şöyle bir rapor verir. Raporda, “Araştırmalarım neticesinde gördüm ki: Müslümanların elinde Kur’an var ve herkes onu öğrenip öğretiyor. Onları bu Kur’an’dan soğutmak lâzımdır. Eğer böyle devam ederse, bir kaç sene sonra Müslümanlar, tekrar güçlenerek eski kuvvetlerine kavuşur ve bizim onlar üzerindeki hâkimiyetimiz sona erer. Sâdece maddî güçle Müslümanları mağlup edemeyiz.” ifadeleri yer almaktadır. Devamında ise şu ifadeleri kullanır: “Bu Kur’an Müslümanların elinde varken, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız”
“KİMİNE BEYLİKLER, KİMİNE DE AŞİRET REİSLİKLERİ VER”
Müstemlekât Nâzırı’nın raporu sonucunda “üst akıl” diye tabir ettiğimiz gizli ecnebi örgütün tahriki İngiliz ve Fransızları harekete geçirdi. “O hâlde buna bir çare getirmeliyiz” diyen bu güruh, kendilerince bir çare üretme peşine düştüler. Aralarında şöyle bir konuşma geçti: “İskender-i Rûmî doğuyu işgal ettikten sonra hocası Aristo’ya bir mektup yazar ve der ki: “Her tarafı işgal ettim, şimdi ne yapayım? İşgal ettiğim yerlerde çok güçlü paşalar, ağalar, beyler, idareciler, aşiret reisleri var. Ben bu güç sahiplerini idam mı edeyim? Yoksa sürgün mü edeyim?” O zaman Aristo ona şöyle bir cevap verir: “Onları ne idam et, ne de sürgün et. Şayet onları öldürsen, onların muhabbeti kalplere yerleşir. Neticede hepsi ileride birleşerek; senin saltanatını yıkarlar. Şayet sürgün etsen, gittikleri yerde riyasetleri sebebiyle eskide olduğu gibi yine halkı etraflarında toplarlar, senin aleyhinde harekete başlayıp neticede yine saltanatına son verirler. Öyle ise, bu işin tek çaresi var. O da şudur: Bunların her birine ufak ufak beylikler ver. O beyliklerin sınırlarında ihtilaflı noktalar bırakmak suretiyle, ileride onları birbirine düşürecek şekilde hudutlar tespit et. Eğer o beylik sahipleri büyük bir ırka sahip ise, onları da aşiretlere bölmek suretiyle daha küçük beylikler oluştur. Eğer bu plânı uygulayabilirsen, o zaman aralarında sınır ve ırk meseleleri devamlı kavga sebebi olur. Hem aralarında bazı maddeleri de muğlak yani ortada bırak. Ta ki, onlar o maddeler üzerinde bölünsünler ve neticede senin hakemliğine mecbur kalsınlar. Böylelikle senin hakimiyetin devam eder.” Zaten dikkat edildiğinde İngiltere ve Amerika’nın İslam topraklarında uyguladıkları politika; Aristo’nun büyük İskender’e yaptığı tavsiyenin aynısı değil midir?
GÖSTERMELİK BİR HÜRRİYET…
İngiliz ve Fransızlar, Aristo’nun İskender-i Rûmî’ye verdiği bu cevabı kendilerine prensip edindiler ve şöyle dediler: “Bazı şartlar dahilinde, göstermelik bir hürriyet vererek Müslümanlara devlet kurma hakkını verelim. Böylece müstemlekeliği kaldıralım. Zîrâ, müstemlekeliği böyle devâm ettirmemiz mümkün değildir.”
OSMANLI TOPRAKLARI SÖMÜRGELEŞTİRİLDİ
İngiliz Müstemlekât Nâzırının raporu üzerine alınan bu tedbir kararları, o günden bu güne kadar uygulanmış ve uygulanmaya devam etmektedir. Şöyle ki:
Osmanlı Devleti yıkılmadan önce sâdece 2 bağımsız İslâm ülkesi vardı. Bunlar Osmanlı ve İran’dı. Geri kalan Müslüman ülkeler 18. Yüzyılın sonlarından itibaren sömürgeleştirilmişti.
DEVLETÇİKLER TÜREDİ
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında bağımsız İslâm ülkelerinin sayısı İran ile beraber 8’e yükseldi. Bunlar Arnavutluk (1912), Yemen (1918), Afganistan (1921), Mısır (1922), Türkiye (1923), Suudi Arabistan (1932), Irak (1932)’tır.20. Asrın ilk yarısı biterken, Lübnan (1941), Sûriye (1944), Ürdün (1946), Pâkistân (1947), Endonezya (1945) gibi ülkelerin ilâvesiyle 13’ü; 50’li yıllarda Libya (1951), Ummân (1951), Sudan (1956), Fas (1956), Tunus (1956), Maldiv (1956), Malezya (1957), Gine (1958), Somali (1960), 1960’ta Fransa’dan ayrılan Kamerun, Mali, Senegal, Nijer, Burkina Faso, Çad, Orta Afrika, Gabon, Moritanya; Ingiltere’den ayrılan Nijerya ve sonra Sierra Leone (1961), Kuveyt (1961), Cezâyir (1962), Uganda (1962) ve Gambiya (1965) da eklenerek sayı 37’yi buldu. 1970’li yıllarda 8 ülke daha doğarak sayı 45’e çıktı: Bahreyn (1971), Katar (1971), Bangladeş (1971), Birleşik Arab Emîrlikleri (1972), Gine-Bissau (1973), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (1983), Komorlar (1976) ve Cibuti (1977).
Son yıllarda bağımsız olanlar ise: Brunei (1983), Tacikistan (1991), Kırgızistan (1991), Türkmenistan (1991), Kazakistan (1991), Özbekistan (1991), Azerbaycan (1991), Bosna-Hersek (1992) ve Eritre (1993)’dir.
BUGÜNKÜ DURUM
Günümüzde ise Müslümânlar altmış bir ülkeye bölünmüştür:
1. Afganistân, 2. Arnavutluk, 3. Âzerbeycân, 4. Bahreyn, 5. Bangladeş, 6. Benin, 7. Birleşik Arab Emîrlikleri, 8. Bosna-Hersek, 9. Brunei, 10. Burkina Faso, 11. Cezâyir, 12. Cibuti, 13. Çad, 14. Endonezya, 15. Eritre, 16. Fas, 17. Fildişi Kıyısı, 18. Filistin, 19. Gabon, 20. Gambiya, 21. Gine, 22. Gine-Bissau, 23. Guyana, 24. Irak, 25. Îrân, 26. Kamerun, 27. Katar, 28. Kazakistân, 29. Kırgızistân, 30. Komor, 31.Kosova, 32. Kuveyt, 33. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 34. Libya, 35. Lübnan, 36. Maldiv, 37. Malezya, 38. Mali, 39. Mısır, 40. Moritanya, 41. Mozambik, 42. Nijer, 43. Nijerya, 44. Özbekistân, 45. Pâkistân, 46. Senegal, 47. Sierra Leone, 48. Somali, 49. Sudan, 50. Surinam, 51. Sûriye, 52. Suúdî Arabistân, 53. Tâcikistân, 54. Togo 55. Tunus, 56. Türkiye, 57. Türkmenistân, 58. Uganda, 59. Umman, 60. Ürdün, 61. Yemen.
BİR OLURSAK. BİZ OLURUZ
“Bir olursak iri oluruz; iri olursak diri oluruz; diri olursak “biz” oluruz” prensibini iyi benimsedikten sonra, varlığımızı tehdit eden unsurların; aslında ecnebiler tarafından içimize atılan birer fitne tohumları olduğunu fark etmeli ve bu oyunu bozmak için de elimizden gelen gayreti sarf etmeliyiz. Zaten bu birlik ve dirilik ile İslam alemine bayraktarlık yapan şu necip millet; güneşin batmadığı topraklarda, adaletin temsilcisi olmamış mıdır? Teftişi neticesinde; Abbasiler zamanından günümüze kadar bin sene İslam alemine bayraktarlık yapan Osmanlı’nın; aslında gücünü beslendiği manevi değerlerden aldığını fark eden William Ewart Gladstone; kendince çareyi o değerlerden bu fedakar milleti uzaklaştırmak ve ırkçılık belasını içimize atmakla mümkün olacağına kanaat getirmiştir. Bu sinsi plan ile maalesef hedeflerine de ulaşmışlardır. İşte Cumhurbaşkanımızın; “1 milyon 800.000 kilometre karelik Osmanlı Toprakları, bugün 783 bin 562 kilometre kareye kadar küçültüldü. Kaybede kaybede bu hale geldik” sözü bu sinsi plana vurgu yapmak içindir.
Son söz olarak, İslam topraklarının kan gölüne dönüşmesinin en önemli sebepleri, üst aklın içimize attığı; ırk, mezhep ve aidiyet ayrılıklarıdır.