Mücadele eden kadınların hikâyesini çekmeyi seven bir yönetmen Gül Oğuz… Kendi deyimiyle belki dünyayı kurtaracak bir gen bulmuyor ama elinden geleni yapıyor. Gündeme getiriyor, farkındalık yaratıyor. “Erkek dünyasında yaşıyoruz. Gizli bir anlaşmaları var sanki. Bunun için de hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor” diyen Oğuz, yeni projelerini anlattı.
Bugünlerde gündemim oldukça yoğun. İki ayrı dizi var. Biri “Hatırla Gönül” diğeri de yakında hayata geçireceğimiz “Hayat Şarkısı…” Yeni bir film projemiz var. Hande Altaylı’nın kitabı Delice’den bir senaryo yazıyoruz. Ayrıca Most Production’ın ortak olduğu Özcan Alper filmi “Rüzgârın Hatıraları” vizyona girdi. Kısa bir süre önce de Royal Filarmoni Orkestrası’nın Sezen Aksu şarkılarını çaldığı bir konseri gerçekleştirdik. Bu aralar epey yorgunum. Hem diziler hem de geçen hafta katıldığım MARKA Konferansı sebebiyle son günler oldukça yoğun geçti benim için. Bizim işimizin doğası bu, dönem dönem çok yoğun çalışmak zorunda kalıyoruz. Kendime çok vakit ayıramıyorum ama mutluyum, şikâyet etmiyorum. Sevdiğin işi yapmanın bedeli bu... Fiziksel olarak yorulduğum zamanlar elbette oluyor ama sonra diyorum ki “Üretmek güzel bir şey…” Her zaman söylüyorum “Ya sevdiğin işi yapacaksın ya da yaptığın işi seveceksin.” Çünkü yaptığın işi sevmiyorsan, acı çekiyorsun demektir. Buna da kendini mutsuzluğa mahkûm etmek denir.
NE MUTLU BİZE
Mücadele etmeyi seven kadınların hikâyesini çekmeyi seviyorum. Sil Baştan’da da Sıla’da da Merhamet’te de Hatırla Gönül’de de kadın hikâyesi var. Ama çok özel anlamlar yüklemek istemiyorum. Hep söylediğim gibi sonuçta dünyayı kurtaracak bir gen bulmuyoruz ama az ya da çok, hepimiz elimizden geleni yapmakla yükümlüyüz. “Kadın şiddetine” karşı küçük de olsa farkındalık yaratabilirsek, birilerine bir faydamız dokunabilirse ne mutlu bize. Erkek dünyasında yaşıyoruz. Gizli bir anlaşmaları var sanki. Bunun için de hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Sadece Türkiye'de değil, dünyada da durum bu... Ben de bir kadın olduğum için, kendimi böyle hikâyelere daha çok yakın hissediyorum. İstiyorum ki bu konular gündeme gelsin, konuşulsun. Çünkü Türkiye’nin kanayan bir yarası bu. Sıla’nın çekimleri için Mardin’e gittiğimizde orada bir ortaokul, bir de sağlık ocağı açtık. Sadece iş yapmak değil, insanlara faydalı da olmak istiyoruz. Şimdi Sıla Ortaokulu’nda 450 çocuk okuyor. Hâlâ elimiz üstlerinde. Sağlık ocağından da binlerce insanımız faydalandı, ne güzel…
MARKA 2015 Konferansı’nda dizilerin yurtdışında markalaşmasıyla ilgili bir söyleşi gerçekleştirdim. İnsan belli bir yaşa, belli bir tecrübeye ulaşınca, kendi keyif aldığı şeyleri yapmak istiyor. MARKA Konferansı’nı hem seviyorum hem de saygı duyuyorum. İnanın samimiyetle söylüyorum, ortaya konan emeğe ve uğraşlara müthiş bir saygım var. Türkiye’de böyle şeylerin sevgiyle yapılıyor olması çok önemli. Bence herkes tarafından da desteklenmeli.
OLACAK ŞEY DEĞİL!
Hatırla Gönül’ün yapımcısıyım. Yönetmenimiz Neslihan Yeşilyurt. Oğlumun da aralarında olduğu bir ekibimiz var. Her biri çok yoruluyor, hiçbirine kıyamıyorum. 5-6 günde 140 dakika… yani ne can dayanıyor ne senaryo… 160-170 dakikalık diziler var. İşin çivisi çıktı artık. Merhamet dizisini çekerken 85 dakika veriyoruz diye söyleniyorduk, 140'ları görüyoruz artık. Her hafta koca bir sinema filmi çeker gibi... Olacak şey değil.
Söyleşide dizilerin markayla olan bağlantılarını iki açıdan ele aldık. Bunlardan ilki Türk dizilerinin yurtdışında ciddi bir marka haline gelmesiydi. Son yıllarda sektörün de gelişmesiyle bu konudaki talep neredeyse yerli piyasayla eşdeğer hale geldi. Bugün Sıla dizisini İspanyolların izlediğini hem de severek izlediğini bilmek, yaratıcıları olarak bizi de mutlu ediyor. Dizilerin markayla olan ikinci bağlantısıysa dizi içine yapılan yerleştirmeler ve sponsorluklar. Bir markanın bir diziye yerleştirilmesi demek 35 milyon insana ulaşıyor demek. Bu da çok önemli bir rakam…