Erdoğan’ın 'Rabia'yla anlatmak istedikleri!..

MURAT ÇETİN

katrepaper@hotmail.com

Geçtiğimiz günlerde Gazeteci-Yazar sayın Ferhat Ünlü’nün davetlisi olarak, “Seçimin gölgesinde Türkiye’yi bekleyen tehditler” başlıklı konferansta sunum yapma imkanı bulmuştum. Sunumumda, “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ısrarla kullandığı ve “Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Devlet ve Tek Vatan” diyerek açıkladığı Rabia işareti, aslında siyasi ve politik bir söylem değildir. Bunu, Âli İmran Suresi’nin 103. Ayeti Kerimesi’nden yola çıkarak izah edebiliriz. Buna tarihi anekdotları da ilave etmemiz gerekir.” ifadelerini kullanmıştım. Bugünkü yazımız da bu minval üzere olacak.  İslam Alemi’nin bugünkü durumunun neden böyle olduğuyla ilgili bir kıssa anlatmak isterim. Malum olduğu üzere Peygamber Efendimiz (sav)’in “hicret” hadisesi vardır. Bu hadiseye baktığımız zaman “Muhacir” ve “Ensar” kavramlarını görürüz. Ensar denilince, akla iki tane kabile gelir. Bunlardan biri Evs, diğeri de Hazrec’tir. Bu iki kabile aslen Yemen’lidir. Medine’de ciddi bir nüfusa sahip olmuşlar ve aralarındaki 120 yıllık savaşla anılmışlardır. Peygamber Efendimiz(sav)’in hicretinden çok kısa bir zaman önce, yine savaşmış, bu savaş iki kabile arasındaki en şiddetli savaşlardan biri olarak “Yevm-i Buas” adıyla tarihe geçmiştir. Peygamberimiz (sav)’in, Medine’ye hicretiyle bir birine düşman olan bu iki kabile, dost ve kardeş olmuştur. Akabinde, Medine’deki bir Yahudi, Evs ve Hazreç’in dostluğunu görünce hemen bir genci çağırarak, bu iki kabileden mezkur savaşta her iki kabileden de öldürülen insanları anlatmasını ister. Ortaya atılan fitne, iki kabileyi tahrik eder. Neticesinde birbirlerine hakaret ederek, üstünlük taslarlar. İki kabileden birer genç kavgaya tutuşur. Olay kabilelerin yeniden birbirine girmesine ve savaş raddesine kadar gelir. Medine dışında vuruşacakları sırada, olayı haber alan Peygamber Efendimiz (sav): “Evs ve Hazreç kabileleri ben sizin aranızdayken böyle birbirinizi mi kıracaksınız? Birbirinizi mi vuracaksınız?” diye seslenir. Bu ikaz üzerine iki kabile yaptıklarının hata ve şeytanın vesvesesi olduğunu anlayıp, ağlayarak birbirlerine sarılırlar. Pişman olduklarını ifade ederler. Bu hadise üzerine Al-i İmran Suresi’nin 103. Ayeti Kerimesi nazil oluyor. “Hablul metin olan Kur’an üzerinde birleşin tefrikaya düşmeyin.”  Bu ayet gösteriyor ki; şu dünyada ne kadar fitne varsa, ne kadar fesat varsa, ne kadar harp ateşi varsa bu fitne, fesat ve ateşi yakan Yahudi komitesidir.

300 KİŞİLİK KOMİTE…

Yahudi denilince, sadece İsrail’dekiler akla gelmesin. Washington’da da ziyadesiyle Yahudi var. Yahudiler hakkında yazılmış bir eser olan “Hakikat-ul Yehud”da şöyle deniliyor: 250 sene evvel kurulmuş, 300 kişiden müteşekkil ve her biri Hz. Davut (as)’un soyundan geldiğini iddia eden, her biri Haham olan ve dünyanın efendisi olarak kendini konumlandıran kişilerden müteşekkil bir komite var. Risale-i Nur Külliyatı’nda, Bediüzzaman Said Nursi bunları Gizli Zındıka Komitesi diye tabir ediyor. Gizli derken bunların gizlendiklerini, zındıka derken bunların dinsizliği revaca verdiğini, komite derken de heyet halinde Din-i Mübin-i İslam’a karşı savaştıklarını haber veriyor. 

"İNTİKAM ALIRLAR"

Evvela baktığımızda 93 Harbi neticesinde Osmanlı zayıf düştü. Birinci Dünya Savaşı’nda da Osmanlı çöktü. Tarih yaprakları, 1910’u gösterdiği sırada yeryüzünde 2 tane İslam devleti vardı. Bunlardan biri Osmanlı diğeri de İran’dı. Şu anda 65 tane devlet var. Peki, Osmanlı bu duruma nasıl geldi? Yahudilerin tahrikiyle İngilizler ve Fransızlar İslam Âlemi üzerinde müstemlekeleriyle varlıklarını devam etmek istediler. Sonrasında bu müstemlekelik işe yaramayınca İngiltere Başbakanı William Gladstone ; “Ben İslam âlemini gezdim. Bunlar Kur’an-ı Kerim okuduğu anda güçleniyorlar. Bizden intikam almak üzereler. Bunları Kur’an’a karşı soğutmalıyız veya Kur’an’ı ellerinden kaldırtmalıyız.” Bunun üzerine İngilizler ve Fransızlar endişeleniyor. “İslam âlemi üzerinde hakimiyetimizi nasıl devam ettirebiliriz” diye düşünüyorlar. Akabinde içlerinden biri diyor ki; “Efendim malum olduğu gibi Büyük İskender, Asya Bölgesi’ne gittiğinde oranın ileri gelenlerini esir alıyor. Daha sonra da Aristo’ya mektup yazıyor ve “Bunların kellesini mi alayım? Yoksa sürgün mü edeyim?” diye soruyor. Aristo, “Sakın ha! Sen eğer bunların kellesini vurursan o zaman bunların sevgi ve muhabbeti kalplerde yeşerir ve senden intikam alırlar. Bunları sürgün edersen bunlar adam toplar, güçlenir ve senden intikam alırlar. O halde sen bunları kabilelere, ırklara, aşiretlere, beyliklere böl ve aralarına ihtilaflı noktalar koy, birbirleriyle çarpışsınlar ve senin hakemliğine müracaat etsinler” diye cevap yolluyor. 

TERÖR ÖRGÜTÜ KURUYORLAR 

Türkiye’nin son 30-40 senesindeki PKK terörüne bir bakalım. Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin üzerine musallat edilen teröristlere bir bakalım. Kimler tarafından desteklenmişler. İngiltere, Fransa, Amerika, İsrail veya Almanya tarafından beslenmişler. Peki İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin terörle mücadelesinde şikayet mercileri nereler? Terörü kurup besleyen ülkeler… Geçmişte, İslam Âlemi’nde iki devlet varken şu anda 65’e bölünmemizin sebebi işte budur. Yani Aristo’nun yaptığı tavsiyenin birebir aynısı… 65 tane devletin hudutları arasında çeşitli sıkıntılar var. O sıkıntıların sebebi mezkûr devletler olduğu gibi sıkıntıları çözebilecek mercii olarak yine onları görüyoruz(!). 

YAHUDİ OYUNUNA GELMEYİN

Konferansta da izah ettiğim gibi, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ısrarla kullandığı ve “Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Devlet ve Tek Vatan” diyerek açıkladığı Rabia işareti, aslında politik bir söylem değildir. Bunu, Âli İmran Suresi’nin 103. Ayeti Kerimesi’nden yola çıkarak izah edebiliriz. Buna tarihi anekdotları da ilave etmemiz gerekir. Ayet-i Kerime’nin nüzul sebebi “Yahudi milletinin fitnesi”dir. Tarihin her döneminde Müslümanların birlik ve beraberliğini bozduklarını da bilmeyenimiz yoktur. Mezkur ayet, Müslümanları ikaz ederek, o milletin oyununa gelmememizi ihtar eder.

SİLAH SATAN DEVLETLER

Dünyaya silah satan devletlerin deneme sahası olarak gördüğü Suriye’de her geçen gün onlarca, yüzlerce cana kıyılıyor. Şehirler tarumar ediliyor, canını kurtarabilenler de selameti Türkiye’ye kaçmakta buluyor. Türkiye topraklarıyla, Suriye topraklarının neredeyse bütünleştiği bir anda ise içimizdeki hainlerin 15 Temmuz ihanetiyle karşı karşıya kaldık. 

CESARETLE DURULMASAYDI

Türkiye’de 15 Temmuz gibi  travmatik bir süreç yaşanmasaydı Mercidabık Zaferimizin 500. yıldönümünde Fırat Kalkanı Harekatı’nı yapamazdık. 15 Temmuz’da topların, tankların, uçak ve helikopterlerin önünde cesaret ve kararlılıkla durulmamış olsaydı, böyle harekatları rüyamızda bile göremezdik. Yaşadığımız süreci biraz daha geriye saracak olursak hatırlayalım, 2015’teki hendek kalkışmasını. Hatırlayalım 6-8 Ekim olaylarını. İçindeki karışıklıklar sebebiyle başını kaldıramayacak bir Türkiye, Suriye’nin ve mazlumların çıkarlarını nasıl gözetecekti. Hatırlayalım aynı süreçte DEAŞ da sistematik bir saldırıya geçmişti. Suruç Olayı’nı ve Ankara Garı’nı ve İstanbul’daki o menfur saldırıları. Hepsi aynı zamanda yakılmış ihanet ateşleriydi.

SİYASİ BİR HAREKAT VAR

Şu anda, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bir siyasi harekât var. Bu harekât, bir taraftan Türkiye’ye yeni bir ivme kazandırmaya çalışırken, diğer taraftan da mevcut günümüz şartlarından kaynaklanan, dünyanın mevcut konjonktürünün getirdiği komplikasyonlardan kaynaklanan problemleri çözme gayreti gösteriyor. Şu anda ülkemizi ekonomik olarak diri tutmaya, siyaseten güçlü kılmaya ve diplomatik ile askeri manada güçlü tutmaya çaba gösteren bir irade var. Fakat bu iradeyi içeriden ve dışarıdan sekteye uğratan hem örgütsel faaliyetler var, hem de günümüzün koşullarını anlayamayan ve milli muhalefet çizgisine gelemeyen bir muhalefet anlayışı var.

ŞER İTTİFAKI

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ne zaman bir problem görse veya bir tehdit algılasa hemen millete gitmek gibi olumlu bir yanı var. Bence Türkiye’yi 24 Haziran 2018 seçimine götüren en önemli etken, Türkiye’ye yapılmak istenen ekonomik operasyondur. Mevcut iktidarı, 17-25 Aralık’ta indiremediler. Gezi Parkı kalkışmasıyla indiremediler. 15 Temmuz ihanetiyle beceremediler. Bütün bu operasyonlardan daha da güçlenen bir Türkiye gördüler karşılarında. Sınır dışı operasyonlar yapan, kendi silahını-mühimmatını üreten, kendi gemisini yüzdüren ve kendi helikopterini-İHA’sını uçuran bir Türkiye buldular karşılarında.