uygar.taylan@aksam.com.tr
İki yıl önce, sokakları kapatıp kazdıkları tünellerle Sur’u işgal etmeye kalkan teröristlerin yarattığı ağır tahribatın izleri temizleniyor. Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nde yapılan çalışmaları, yerinde gördük…
Çin Seddi’nden sonra en uzun surların Diyarbakır’da olduğunu biliyor muydunuz? Peki, çeşitli inançlara ve medeniyetlere kucak açmış bu toprakların tarihinin M.Ö. 7500’lü yıllara dayandığını?
İki yıl önce, sokakları kapatıp kazdıkları tünellerle Sur’u işgal etmeye kalkan teröristlerin yarattığı ağır tahribatın izleri temizleniyor. İki yıldır yapılan çalışmaların kimileri bitti.
Hiçbir şey uzaktan göründüğü gibi değil… Diyarbakır’ın Sur ilçesini yerinde görmek üzere yanımdan ayırmadığım fotoğraf makinemle Diyarbakır’a doğru yola çıkıyoruz.
Diyarbakır Havaalanı’na varıp şehir merkezine giderken iki yanda beş katlı sitelerin yer aldığı asma köprülü geniş yollarıyla şehrin Antalya’yı andıran modern görüntüsü karşılıyor bizi... Merkeze varınca Diyarbakır’ın en kalabalık noktasında, Hz. Süleyman Camii’nde buluyoruz kendimizi. Özellikle perşembeleri ve kandil günleri yoğun olan bu cami, ülkenin her yerinden ziyaretçi akınına uğruyormuş. Caminin diğer adı Nasiriye Kale Camii; 1155-1169 yılları arasında Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından yapılmış. Bitişiğindeki Halit Bin Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınması sırasında şehit düşen diğer sahabeler yatıyor. Cami, Selçuklu ve Arap mimarisinin özelliklerini taşıyor. Çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu kalabalığı aşıp caminin Saray Kapısı’ndan geçiyor ve Sur’a doğru yola çıkıyoruz. Diyarbakır çatışmalardan çıkmış yorgun bir şehir. Fakat yaralar sarılıyor. Diyarbakır’ın giriş çıkışlarında, diğer şehirlerde de olduğu gibi polis noktaları var ama burada, kimi yerlerde polis bariyerlerinin üzerine Diyarbakırlı kadınların kurusun diye astıkları perdeler var.
TUTAYIM MI, SALAYIM MI?
Sur’a girmek yasak; hatta içerde kuş uçurtmuyorlar. Güvenlik noktasından içeri girebilmek için özel izniniz olması gerekiyor. Kapıdaki görevli telefondaki üstüne soruyor; “Tutayım mı? Salayım mı?” İşin ciddiyetinin farkındayız ve iznimiz onaylandı, Sur bölgesine giriyoruz. Karşımda, sanki depremde yerle bir olmuş bir şehir var. Fotoğraf makinemin lensini değiştirip arabadan iniyorum. Yaklaştığımız binanın mermilerle delinmiş duvarında bir tavşan resmi var. Anlıyorum ki burası birkaç yıl önce neşeli çocuk çığlıklarının duyulduğu bir ilkokul… Şimdi sadece yıkık binalar ve molozlar görülüyor. Süleyman Nazif İlköğretim Okulu, Sur bölgesindeki çatışmalardan harap olan okullardan sadece biri. Okulun hemen ilerisinde büyük bir bina dikkati çekiyor. Adının Surp Giragos Ermeni Kilisesi olduğunu öğrendiğim kilisenin yıkık kapısından içeri girdiğimde karşıma çıkan devasa büyüklüğün karşısında hayrete düşüyorum. Maalesef çatışmalar sırasında yağmalanan kiliseden geriye pencerelerin önüne siper olsun diye tek tek yığılmış sıralardan başka bir şey kalmamış.
Yıkık şehirde, Sur’un eski günlerinden izler arayarak dolaşırken molozların arasından çıkan sapsarı bahar çiçeklerini görüyorum. Her şeye rağmen Sur’da yaşamı devam ettiren çiçekler umut vadeden bir kontrast oluşturuyor. Diyarbakır’da bize eşlik eden Yusuf’un sesini duyuyorum. Fazla dolanmamamı, belki bir yerlerde henüz patlamamış bir bomba olabileceğini hatırlatıyor. Yola devam ediyoruz. Bazı cami ve hamamların eski dokusuna uygun şekilde restore edildiği dikkatimizi çekiyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, bölgede ilçeye adını veren surları geçmeyecek şekilde yeni binalar yapmaya başlamış. Çayönü kazıları sonucunda uygarlık geçmişi M.Ö 7500 yıllarına kadar uzanan Diyarbakır, birçok savaş görmüş, büyük acılar yaşamış ve ayakta kalmayı hep başarmış. Şehri dolaşırken bu umudu en iyi, ara sokaklarda oynayan çocukların gözlerinde görüyorsunuz. Cahit Sıtkı Tarancı gibi bir edebiyatçıyı çıkaran Diyarbakır şehri, Dağkapı, Mardinkapı, Hevsel Bahçeleri ve Sülüklü Han’ıyla hâlâ çok güzel.