'Dedemin hikâyesi beni yönetmen yaptı'

ARZU AKYOL

arzu.akyol@aksam.com.tr

İlker Savaşkurt İstanbul’un son kabadayılarından Arap Muharrem’in torunu. Yılmaz Güney, dedesine “Hayatını yaz, filme çekelim” diyor. Arap Muharrem bu isteği kırmıyor ve hayatını yazıyor ama filme çekilmesi kısmet olmuyor. Hikâyeyi öğrenen Savaşkurt, “Bu filmi ben çekeceğim” diyor ve sinema yolculuğu böyle başlıyor. Savaşkurt, henüz dedesinin hikâyesini filme çekemedi ama ilk uzun metraj filmi “Damat Koğuşu”yla sinema izleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor. 

60 ve 70'li yılların ünlü kabadayılarından Muharrem Can, namı diğer Arap Muharrem’in torunu İlker Savaşkurt... Kabadayı dediysek, mazlumun dostu zalimin düşmanı o eski kabadayılardan... Bir gün Yılmaz Güney’le yolları kesişiyor. İyi dost oluyorlar. Yılmaz Güney “Hayatını yaz, ben de filme çekeyim” diyor Arap Muharrem’e. O da yazıyor. Kitap 70’lerde “Bizim Kafes” adıyla çıkıyor çıkmasına ama Yılmaz Güney’in tutuklanması ve yurtdışına kaçması, Arap 

Muharrem’in hayatını kaybetmesi derken filme çekilemiyor. 

YARIM KALMIŞ BİR HİKÂYE

İşte kitabın basılmasından 16 yıl sonra, 1986 yılında doğan İlker Savaşkurt’un sinema yolculuğunu, bu yarım kalmış hikâye tetikliyor. “Dedem eski kabadayılardanmış. Ben doğmadan hayata veda etmiş. 17 yaşındayken bir akraba ziyaretinde dedemden, yazdığı kitaptan bahsettiler ve fotoğraflarını çıkardılar. Orada bir külliyatın içine düştüm. Yılmaz Güney ile tanışıyorlar. Kendisi dedeme baskı hayatını yazması için baskı yapıyor. Zavallılar filmindeki “Arap” karakterini de dedeme ithaf ediyor. Dedem sonunda kitabı yazıyor. Hayatının bir dönemini anlatan kitapta çokça isim yer aldığı için kitap toplatılıyor, basımı engelleniyor. İşte o kitap elime geçti. Bu tarihten sonra madem elimde böyle bir hikâye var ben bu kitabı filmleştirmek istiyorum dedim. Filmlerimin temeli bu kitap... Dedemim hikâyesi beni sinemacı yaptı.” 

YILMAZ GÜNEY BELGESELİ

Dedesinin ve Yılmaz Güney’in yarım kalmış bu hayalini gerçekleştirmek için Yeditepe Üniversitesi’nde sinema eğitimi alıyor. Daha sonra ABD’ye gidiyor ve eğitimine orada devam ediyor. 3 yıl sonra Türkiye’ye dönüyor. TV programlarının pilot çekimleri, reji asistanlığı derken Aşk ve Hayal dizisi, ardından da Ezel dizisinde rol alıyor. Bir belgesel, sonra kısa bir film yapıyor. O filmle ödüller alıyor. Ardından önce dedesinin kitabını yeniden bastırıp filme çekmeyi ve yarım kalan bu hayali gerçekleştirmeyi planlıyor. Ancak proje Yılmaz Güney’in hayatını anlatan “Sürgün Türküleri Yılmaz Güney” belgeseline dönüşüyor.  

İLK UZUN METRAJ DAMAT KOĞUŞU

İlker Savaşkurt, şimdi ilk uzun metraj filmi Damat Koğuşu’yla yeniden buluşuyor sinema izleyicisiyle. Damat Koğuşu’nun temelleri 2009-2010 yıllarında duyduğu bir hikâyeyle atılıyor. Hikâye zamanla olgunlaşıyor ve 2016 yılında 14 günde çekiyor filmi Savaşkurt. Filmde oyuncu olarak yeni isimlerle çalışmayı tercih etmiş. “Benim ilk filmim, onların da ilk filmi olsun istedim” diyor. Filmin son hazırlıkları yakın bir zaman önce tamamlanmış. Sofya Film Festivali, Paris Bağımsız Film Festivali ve İstanbul Film Festivali gibi birçok festivalden davet alan film şimdi vizyon için gün sayıyor. 

GARDİYANLARLA VE SUÇLULARLA GÖRÜŞTÜK

İlk film için oldukça riskli ve sert bir konu seçmiş yönetmen Savaşkurt. Hapishanelerde tecavüz suçlularının kaldığı ve “Damat Koğuşu” olarak adlandırılan koğuşlarda mahkûmların mücadelesine çevirmiş kamerasını. Filmi doğru bir yörüngeye oturtabilmek için önemli bir araştırma süreci geçirmiş. “Tecavüz olgusu üzerine bolca okuma yaptık. Gardiyanlarla, gardiyan emeklileriyle ve suçlularla görüştük. Aktarabileceğimiz kadarını aktardık beyazperdeye.” Savaşkurt’a göre Türkiye’de bu suçlar fazla gibi görünse de İngiltere, ABD gibi ülkelerde de çok daha fazla bu oran. “Onların tek farklı bu olayları göstermemeleri. Orada 3. sayfalarda asla tecavüz haberine rastlayamazsınız. Bizde yeni yeni konuşulan yayın yasağı oralarda yıllardır uygulanıyor. Bu bize has bir şey değil. İnsanın olduğu her yerde var.” 

BU SORUN DÜNYANIN HER YERİNDE VAR

Neden böyle bir film çektiniz sorusuna da şöyle cevap veriyor. “Filmin mesajı çok net. Damat Koğuşu’nda; tecavüz suçu,

sebepleri ve ataerkil toplumun kadınlara yönelimi, insanların linç eğilimi var. Biz seyirciyi oraya götürüyoruz. “Bu bir gerçek ve deneyimlemeye hazır mısınız?” diyoruz. Amacımız asla kötülemek değil. Durumu anlatmak. Damat Koğuşu denen bir olgu var ve bunu anlatmaya çalışıyoruz. Üstelik bu sadece bize has bir olgu da değil. Başka ülkelerin sinemaları da bu konuları işliyor. Mesela ‘Esaretin Bedeli’, ‘Yeşil Yol’ gibi filmler.”

SIRA DEDEMİN FİLMİNDE

İlker Savaşkurt şimdi bir yandan ilk uzun metraj filminin heyecanını yaşıyor bir yandan da yeni projeler için çalışıyor. Sırada ikinci uzun metraj filmi “Sürgün Türküler” var. Sonra da dedesinin hikâyesini filme çekecek ve beyazperde aracılığıyla İstanbul’un son kabadayılardan Arap Muharrem’in vasiyetini yerine getirmiş olacak.