Çukur’dan biri olmayı kabullenerek ve kendimi Çukur’a kabullendirerek yaşadım

SİBEL ATEŞ YENGİN

sibel.ates@aksam.com.tr

“Şifamızı, yaramızın kabuğunu kaldırıp bakmaktan çekinmediğimiz zaman bulmaya başlayacağız.” “Kederli ölmekten korkarım. Uzun ve acılı hastalıklardan.  Ölüm mukadder. Ondan korkulmaz.” İyi ve hakkıyla yaşamak isterim. Her şeye anlam kazandırma çabasından başka bir şey değil ki hayat.” Bunları Çukur dizisinin İdris Babası Ercan Kesal anlatıyor ve daha fazlasını…

Gerçek hayatta pek çoğumuzun arkadaşlık etmekten çekineceği ya da burun kıvırdığı ‘Çukur’ karakterlerini niye bu kadar sevdik?

İnsanlar kendilerinin içinde yer alabileceklerini hayal ettikleri dünyayı özler, benimser ve severler. “Çukur”, aile kavramının, delikanlılığının, dayanışma duygusunun, cömertliğin ve kadirşinaslığın hâlâ geçer akçe olduğu bir mahalle duygusunu verdi insanlara. Orada olmaktan mutlu olacakları bir dünyayı da izlemeyi sevdiler Diğerlerinden farklıydı bir de. Oyunculuklar, reji, hikâye... 

‘Çukur’a düştünüz mü hiç ve çıkmayı nasıl başardınız?

Düşmek ve çıkmak kavramlarının dışında konuşmak isterim doğrusu. Çok bulundum Çukur’da. Çukur’dan biri olmayı kabullenerek ve kendimi Çukur’a kabullendirerek yaşadım. 

Kendinizi hiç İdris baba gibi konuşurken yakalıyor musunuz?

İdris Baba’yı Ercan gibi konuşurken yakalıyorum çoğu zaman!

İdris Koçovalı ne kadar  Ercan Kesal’a benziyor

Oyunculuk meselemden söz etmem gerek bunun için. Karakteri taklit etmek yerine o olmayı tercih ederim. İyi oyuncu oynadığı her role kendi görüşlerini, duygularını ve dünyaya karşı tavrını getiren bir oyuncudur. Tüm iyi oyuncular oyununu oynarken başka biri olmaya çalışmaz. En iyi bildiği kişiyi çağırır, kendisi olur. Oyunculuk yapmak yerine senaryodaki hayatını yaşamaya koyulur. Seyirci filmden çıktıktan sonra, oynadığınız karakterle hemen sokağı döndüğünde karşılaşabileceğine inanıyorsa, tamamdır! Sadece bunu yapmaya çalışıyorum.

“Anılar kalbimizin bekçileridir” demişsiniz bir söyleşinizde. Peki, çocukluğunuzdan hangi anılar yer etmiş belleğinizde?

İnsan çocukluğunu özlemiyor, çocukluğunun anılarını özlüyor. Yoksa Anadolu’nun ortasında kalabalık bir çiftçi ailenin 4. erkek çocuğu olarak doğmak ve daha sonrası yoksunluktan başka bir şey vaat etmiyordu zaten. Ama bu yoksunluğun ortasında bilge bir anne ve benzerlerinden farklı bir babanın çocuğu olarak büyüdüm. En çok babamın nazik sevgisini, annemin öğütlerini, abilerimin coşkun heyecanlarını hatırlıyorum. Gömleğini ütüsüz giymeyen bir çiftçiyi, kapının önünden geçene ekmek vermek için yarış eden bir kadını, çalışmayı hayatlarının ortasına koyan taşra delikanlısı abilerimi. Hatırlamak seçerek unutmaktır. Herhalde seçtiklerimiz her seferinde acı da olsa bizi büyütüyor ve hayata anlam katıyor.

Bu yaşındaki Ercan Kesal çocuk Ercan’a ne söylerdi?

İnsanın karakteri kaderidir. Bazı şeyler galiba elimizde değil. Tüm bunların ortasında “hayatını güzelleştirmekten vazgeçme” derdim! “Başına gelenlere şükret.” Ona bir İran masalı anlatırdım: “Vahşi bir aslanla karşılaşan bir adam dönüp kaçmaya başlar. Sonunda bir uçurumun kenarına gelip durur. Atlasa parçalanacak, geriye dönse aslan yiyecek. Çaresiz atlar. Şans eseri bir dala tutunur. Tam “kurtuldum” derken, iki kemirgenin tutunduğu dalın kökünü kemirdiğini görür, birazdan dal kopacak yani. Çaresizce sonunu beklerken biraz ötede dalın yanında bir böğürtlen görür, yeni meyve vermiş. Uzanır koparır ve yer onu. Hayat, aslan parçalayacak korkusuyla, uçuruma düşeceğim kaygısı arasında gidip gelirken uzanıp o meyveyi yemektir. “Dünyanın ömrü bizim kaderimizden uzundur oğlum, uzan ve o meyveyi ye!” derdim. 

“Dünyanın ömrü bizim kaderimizden uzundur” dediniz ya bu cümle içimi sıktı ve ölümün kaçınılmaz olduğunu bir kez daha hatırlattı. Sizin ölüm kavramına dair düşünceleriniz nedir? Siz de ölmekten korkar mısınız? 

Kederli ölmekten korkarım. Uzun ve acılı hastalıklardan. Kendime acımaktan falan korkarım. Ölüm mukadder. Ondan korkulmaz. İyi ve hakkıyla yaşamak isterim. Her şeye anlam kazandırma çabasından başka bir şey değil ki hayat. Kimi iktidarla, kimi parayla, kimi şan şöhretle anlam kazandırmaya çalışıyor. İyiliklerle yapmanın bir yolu olmalı.

OĞLUMLA BÜYÜYORUM

Oğlunuz büyürken hayata ve erkekliğe dair neler keşfediyorsunuz?

Onunla birlikte büyüyorum ben de. Erkekliğin ve büyümenin ne kadar zor yaşandığını, o hengameden nasıl çıkıp geldiğimizi hatırlıyorum... Onun tek başına ve ayrı bir birey olduğunu, şahsi yolculuğuna dair çoğu zaman hiçbir şey yapamayacak kadar çaresiz ve uzak olduğumuzu, ihtiyacı olan tek şeyin güven ve şefkat olduğunu, “her şeye rağmen onu sevmekten vazgeçmeyeceğimiz” duygusunu vermek zorunda olduğumuzu, şükretmenin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu... Onunla keşfediyorum ben de. 

Yaş aldıkça yalanlar, cinlikler, kurnazlıklar ve kimi zaman kötülüğün pençesine düşme halleri… Mesela bu değişimlere tanık oluyor musunuz çocuğunuzda?

Survivor çünkü. Hayatın kendisi. İşleri kolay gibi gözükse de hayat artık daha zor onlar için. Gelişen ve yalnızlaşan modern dünyanın saldırıları karşısında o kadar yalnızlar ki. Bunun üstesinden gelmek için kendilerince yollar arıyorlar belli ki. Anlamaya çalışıyorum yargılamak yerine. Samimi bir gayretle yapıyorum ama ne kadar becerebiliyorum, bilmiyorum.

Babanıza hiç yalan söylediniz mi?

Mutlaka söylemişimdir. En azından 80 öncesi öğrenci hareketlerinin içinde yer alan politik birisi olarak başıma gelen hiç  bir şeyi söylemedim ona. Kalacak yerim olmayıp sokaklarda yatarken bile her şeyin yolunda gittiğini söylüyordum telefonlarımda. Hekim oldum hastane kurdum, “ galiba batıyorum” dediğim anlarda bile babama hep her şeyin yolunda gittiğini söylerdim. Çoğu zaman o üzülmesin diye söylenen yalanlardı bunlar.

Oğlunuza neler öğütlemekten hiç vazgeçmezsiniz?

Kendine saygı duysun ve onu kaybetmemeye çalışsın isterim. Emek ve çalışmaktan başka hiçbir şeye bağlanmasın. Yeryüzüne ve onun hafızasına inansın. İyilikten vazgeçmesin.

Sizin babanız size neler öğütlerdi?

Yalan söyleme. Başımı önüme eğdirme. Hiçbir şeyden yılma, yüksünme. Herkese iyilik yapmaya çalış.

Peki ya annenizin öğütleri?

Annem çalışmaktan başka hiçbir şeye inanmazdı. Kimsenin dedikodusunu yapmazdı. İştahlı bir yaşama sevinci vardı. Hayatı boyunca çalıştı. Bahçedeki domatese, benim ders notlarıma, ağaca, suya, uçan kuşa... Her şeye dualar eder, yaşadığı her ana şükrederdi. Aslında ebeveynlerimizin söylediklerinden çok yaptıklarını öğrenir ve taklit ederiz. Ben hep annemi taklit ettim.

BİR KÖYÜN KAPİTALİZMLE İMTİHANI

“Fındıktan Sonra” belgeselinizi  anlatır mısınız? 

Düzce’nin Akçakoca ilçesinin Çiçekpınar köyünde geçen bir hikâye. 1930’lardan 2000’lere kadar gelinen süreçte tarımsal emeğin nasıl değiştiğini, köyün toplumsal yapısının nasıl dönüştüğünü anlatan bir çalışma. Çiçekpınar köylülerinin fındıktan önce kendine yeten, dayanışmacı, komünal bir toplumsal formda yaşarken, fındıktan sonra  herkesin kendi işinden sorumlu olduğu ve hiyerarşik olarak örgütlendiği bir toplumsal forma nasıl geçiş yaptıkları. “İnsan için ekonomi” derken, “Ekonomi için insan”a dönüşen hayatımızın mikro düzeyde çarpıcı bir örneği. “Neşeli bir hayat için gerekli olandan daha fazlasını üretmeme niyetinden vazgeçmiş” bir köy halkının zamanla başına gelenler. İmeceden mevsimlik işçiye bir köyün kapitalizmle imtihanı...

YAŞAMI HAK ETMEK LAZIM

“Baba, bunca sene yaşadın, bana hayata dair bir şeyler söyle; nasıl yaşamalı” babanıza sorduğunuz bu soruyu size sorsam.

Yaşamı hak etmek. Yani ölümü hak etmek. Bir madalyonun iki yüzü gibi sanki yaşam ve ölüm. Bizden milyar yıl önce başlayan ve bizden sonra da devam edecek olan sürecin bir parçası ve bunun iyisiyle kötüsüyle sahibi olduğumuzu bilmenin getirdiği sakinlik. Sıradan ama vazgeçilmez bir sahiplik bu. Buna dair içimdeki samimi inanç. Bu kısacık süreyi kendime saygı duyarak yaşamak istiyorum. Yapabileceğim tek şey iyiliğin bir parçası olmak. Gerisi yalan ve çoğu da bizim uydurduğumuz kavramlar! 

HAYATA KARŞI HASSAS OLMAK

Defalarca izlemekten bıkmadığınız bir film ya da filmden bir kare var mı?

Godfather’ın başlangıç sahnelerinden biri. Bir adam kızına yapılanın intikamını alması için Baba’nın yanına gelir. Ondan kızına işkence yapan bu adamı öldürmesini ister. Bunun için ne ödemesi gerektiğini sorar. Kendilerine kiralık katil muamelesi yapılmasından çok incinen Baba, ona “bize böyle davranman için sana hangi kötülüğü yaptık” diye sorar.

Peki, ya okumaktan hiç sıkılmadığınız bir roman, öykü?

Tüm Çehov’lar. Galeano’lar. Refik Halit’in Gurbet ve Memleket hikâyeleri. Defalarca okuyabilirim..

İyi yazmanın formülü üzerine keşfettiğiniz bir yol yöntem var mı?

Samimiyet ve çok tekrar. Düzenli ve ısrarla yazmak. Gözlemlemekten vazgeçmemek. Hayata karşı hassas olmak. Herkesin bir hikayesinin olduğunu bilmek, ona göre davranmak. Çok okumak. Okumazsanız yazamazsınız çünkü. 

Yazmanın yaraları şifalandırdığını düşünür müsünüz?

Bana iyi geliyor yazmak. İyileştiriyor mu? Pek denemez. Ama en azından farkındalığınızı derinleştiriyor ve hayata karşı tahammül gücünüzü artırıyor. Ama hayat yeni yaralar açmaya da devam ediyor bu arada. 

Kitaplarınız isimlerini nasıl buldurur?

O kadar kolay ele vermezler kendilerini. Sadece “Cin Aynası”na çok önce karar vermiştim. “Peri Gazozu”nu eşim koydu. “Nasipse Adayız”ı editörüm Tanıl Bora. “Evvel Zaman” ve “Aslında”yı yönetmen arkadaşım Tayfun Pirselimoğlu koydu. İsim mevzuu sanki yazıldıktan sonra daha çok düşünülen bir iş.

Yazdıklarınızı önce kime okutursunuz?

Eşime, Fatih Akkaya’ya. Tanıl Bora’ya, Melih Abi’ye. Tayfun’a...  

İLİŞKİMİZ EVLİLİĞE KADAR GİTTİ…

Eşinizle tanışma hikâyenizi de merak ediyorum. Nasıl buldunuz birbirinizi?

Bir psikiyatri merkezinde tanıştık. Kurucusu olduğum bu merkezde hafta sonları seminerler de yapılıyordu Nazan ortak bir dostumuzla beni dinlemeye gelmiş. Orada tanıştık. Başlarda biraz mesafeliydi ilişkimiz sonra evliliğe kadar gitti.