Kısa öykü: Çarpışan hayatlar

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com


Doğru salona gittim, balkona çıkıp nefes almaya çalıştım. Arabanın ön camına vuran gövdenin kaportada kayışı gözlerimin önünde, cama vuruş şiddetinin sesi hâlâ kulağımdaydı. Bir kâbustu ama biraz önce bir insanı öldürmüşüm gibi ellerim titriyordu. Boğazım kurumuş, parmaklıklar arkasında bir mahkûm gibi korkuluklara tutunmuş, gözlerim karşıdaki İstanbul siluetinde, öyle duruyordum.

-Yine mi?

Eşim arkamda gözlerini ovuşturuyordu.

Bir haftadır her gece kimliksiz bir vücut arabanın ön camına vuruyor, cansız kaportada kayıyordu.

-Ne yapsam boş. Lale hapisten çıkalı hep aynı kâbus.

O gece de zorlukla uyuyabildim. Kahvaltıda çatalımla tabağımdaki peyniri didiklerken sert bir fren sesi yankılandı kulaklarımda.

-Sen de duydun mu?

-Neyi?

-Fren sesi. Yoksa yine beynimin bir oyunu mu?

-Bugün doktora görün.

-Faydası olur mu ki? diyerek omuz silktim. Hiç itiraz etme, bugün Lale’yi ziyaret edeceğim.

Eski arkadaşlar gidecektik. Bana börek yapmak düşmüştü.

Hamuru yoğururken eşim de karşıma bir tabure çekti.

-Değişmiş sekiz ay içinde. Leyla görmüş, bir deri, bir kemikmiş.

-Eczanesi ne oldu?

-Devrettiler galiba.

-Kocası?

-Dermatolog dedim hamurları merdane ile yassılaştırırken. Muayenehanesi Kalamış’ta, evlerinin alt katı. Yoksa çocuklarla yalnız...

-Hayır diye ekledim oklavayı bırakarak, Lale hapse girsin, inanılır gibi değil. Her şeyi ölçülü, eczanesi gibi düzenli.

Yufkalar tepsiye üst üste dizilmiş içini koyacakken söylendim.

-Üstelik benim gibi dalgın da değil.

Kat aralarına yumurtalı sütten koymayı unutmuştum. Yeni baştan hepsini masaya yayarken devam ettim.

-Nasıl bu kazayı yapar ki? Robot gibidir Lale. Şu telefonun gibi akıllı insan!

Börekleri paket yapıp taksi çağırdım, şoföre “Kalamış” dedim.

- Hapis yatmış bir arkadaşımı ziyarete gidiyorum.

Dönüp hayretle yüzüme baktı.

- Trafik kazası!

-Yayayı mı ezdi?

-Otobüs durağına girmiş.

-Ölü?

-Bir kadın ve çocuğu.

Sonra utanarak camdan dışarı baktım. Bir anne ile çocuğu ölmüştü. Geride başka çocuklar kalmış mıydı acaba? Eşi ne hale düşmüştü, hiç merak etmemiştik.

-Ölü, yaralı olunca kötü. Rabbim beni korudu, bugüne kadar cana zarar vermedim.

“Allah göstermesin” derce bir yere vurdu.

Sonra dikiz aynasından baktığını fark ettim. Gözyaşlarımı saklamaya çalıştım.

-Yayalar da diye sesini yükseltti, arabaların üzerine atlıyorlar.

Beni teselli etmeye çalışıyordu.

-İnsan hali dedi. Kul hata yapar!

Kapıyı çocukluk arkadaşım Leyla açtı.

-Gelmeyeceksin sandık, herkes yukarıda!

Muayenehaneyi geçtik, merdivenleri çıktık. Kocası çocuklarla gitmiş olmalıydı. Kapısı açık daireden birbirine karışan kadın sesleri geliyordu. Sanki doğum günü kutlanıyordu. Yerlere buruşuk hediye kâğıtları, kurdeleler saçılmış, sehpanın üstü, kitaplar, CD’ler, parfümlerle dolmuştu. İçeri girdiğimde Necla’nın hediyesi açılıyordu.

-Bak dedi Necla, hani seninle en son alışverişimizde vitrinde görüp de beğendiğin kolye!

Zoraki gülüşler arasında Lale’den sanki yaralı bir hayvan sesi çıktı, ardından da başını elleri arasına alarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

-Sinirleri bozulmuş dedi Necla, kolyeyi kutusuna koyarken.

-Bırakın ağlasın diye araya girdi Leyla. Arkadaşlar arasında ağlasın, iyi gelir.

Herkesi elimle selamladım, bir iskemleye iliştim. Lale başını kaldırıp bana baktı. Gözlerimde gecelerdir beni dehşete düşüren kâbuslarımın izini, o korkuyu görmüş gibiydi.

-Senin yerinde biz de olabilirdik dedim kalkıp yanına giderken.

Sıkı sıkı sarıldı bana.

Necla oturmam için yer açmıştı.

-Özellikle de ben, o kadar dalgınım ki...

-Sahi dedi Rengin, sen o kadar dikkatli, kurallara uyan insan?

Sahte gülümseyişler yerini sahici meraka bırakmıştı. Lale uzatılan kâğıt mendille burnunu sildi.

-Ben de içerde hep bunu düşündüm dedi. İnanır mısınız o an ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum.

-İnsan kabul edemeyeceği gerçekleri dedi Nilgün, unutarak kendini korumaya alıyor. Bir kitap okumuştum...

-Polis sorgusunda, ısrarla sordular, karşıdan gelen bir araba mı vardı, biri yola mı fırlamıştı, neden direksiyonu kırıp otobüs durağında bekleyen inanların üstüne... Kaza öncesini, radyoda dinlemekte olduğum haberi bile hatırlıyorum, ama kaza anı... tamamen meçhul.

-Bir anlık bilinç kaybı mı? diye sordu Leyla.

-Evet, tıp dilinde senkop diyorlar. Beyin MR’ı, tomografisi çekildi. Sinir sistemine bağlı olabilir dendi, değişik testler uygulandı. Yarın kardiyologla randevum var. Kalp ritmi bozukluğu, beyne yeterince oksijen gitmemesi, dolaşım bozukluğu, her şey olabilir diyorlar.

-Şartlı mı tahliye edildin? diye sordu Sibel. Ben 20 ay diye duymuştum mahkûmiyetini.

-Üçte biri infazdan indi. Üçte biri de işte, iyi halden diye acı acı güldü Lale.

Bir başkası “araba kullanıp kullanamayacağını” sordu. Doktor raporlarına bağlıymış. Ama kendisi bir daha araba kullanmayı zaten düşünmüyormuş.

-Ben de deyivermişim farkında olmadan.

Herkes bana dönünce açıklamak zorunda kaldım.

-Lale’nin kazasını duyduktan sonra arabadan korkar oldum. Bir süre kullanamadım. Şimdi aynı korku geri geldi. Bugün de taksi ile geldim.

-Sen fazla empati kuruyorsun dedi Leyla. Hâkim senin gibi olsaydı, Lale hiç hapis yatmazdı.

-Hâkim, dedi Lale, kelimelerini seçerek konuşuyordu, aslında benden yana karar verdi. Öteki tarafı görseydiniz... Ömür boyu yatsam da yeterli bulmazlardı. 30 Yıllık sürücü olduğumu öğrenince, önce içki üzerinde durdular.

-Alkol almış mıydın? diye sordu Nihal.

-Hayır. Eczacı olduğum için avukatları madde kullanımı üzerinde bile durdu. Saç telim dâhil, birçok incelemeden sonra ve tıbbi geçmişim araştırılınca bunun söz konusu olamayacağı anlaşıldı. Her şeyimi, ilk gençliğimde yaptıklarımı bile, tüm aile hayatımı didik didik ettiler.

Lale kendisini tehlikeli bir hayvanmış gibi kafese sokmayı isteyen ve orada hayat boyu kalması için diş bileyen insanlara karşı kendini savunurken hâlâ hırslanıyordu.

-Anlık bilinç kaybından dolayı sorumlu sayılamam. Avukatımın savunması buydu. Ama o kadın dikkatli olsa, diğerleri gibi kaçsa...

-O kadın ve çocuğu diyecek oldum.

Lale bana kızgın baktı.

-Tamam dedi oturduğu yerde dikleşerek, anlaşıldı, siz de beni katil buluyorsunuz.

-Yok, dememe kalmadı yeniden iki büklüm, ağlamaya başladı.

-Buraya onu neşelendirmeye mi geldik diye diklendi Necla, yoksa ağlatmaya mı?

-Yanında olduğumuzu bildirmeye diyerek beni korudu Leyla. Onunla en fazla empati kuran da en iyi destek olur merak etme.

-Bana bakmayın, dedi Lale. Sinirlerim laçka. Hayır, en çok sinirlerimi bozan da benim başıma böyle bir şeyin gelmesi. Attığım her adıma dikkat ederken...

-Her şey senin iradenle değil ki dedim. İşte bir an, bir yerde, tanımadığın bir gövde sana çarptı. Ya da sen ona. Ya da hayatlarınız çarpıştı. Böyle al meseleyi. Onlar öldü, sen de hapsedildin, çok acı çektin. Ne ölenin suçu bu, ne de senin. Otobüs durağında bekleyen sen de olabilirdin pekâlâ, kızınla birlikte...

Herkes dehşet içinde beni dinliyordu.

-Bakmayın öyle dedim. Biz de olabilirdik...

Birden Lale dâhil herkes konuyu değiştirdi. Fırınlar yakıldı, sofraya herkes soğuk, sıcak marifetini dizdi. Dikkat ettim, Lale de benim gibi tabağındakileri yemiyor, didikliyordu.

Gece kâbus başladığında sanki yarı uyanıktım. Bu kez vuruş daha şiddetli olmuş, cansız gövde düşerken camdan yol yol kanlar süzülüyordu ki ardından ikinci vuruş geldi. Bu kez çarpan küçük bir çocuktu. Bağırarak doğrulmuşum. Eşim sarılıp yatıştırmaya çalıştı.

-Geçti, geçti, gerçek değil, kâbus.

Üç gün sonra Lale telefon etti. Elektrokardiyografi yapıldığını, 24 saat Holter taşıtıldığını, bunlardan da bir sonuç çıkmayınca, Tilt testi uygulandığını, rapor olarak da bir anlık bilinç kaybı vakalarının üçte birinin nedeninin bulunamadığının belirtildiğini söyledi.

-Testlere devam edecek misin? diye sordum.

-Bilmiyorum, yıldım dedi.

Onunla buluşmaya başladık. Otobüsle, metroyla, gemiyle, İstanbul’un unuttuğumuz köşelerini gezdik. Oturduğumuz çay bahçelerinde konu hep dönüp dolaşıp, o ana, bir anlık bilinç kaybına, o kazaya geliyordu.

Bir gün çarptığı anne ile kızının ailesini görmeyi teklif ettim. Hemen kabul etti. Evleri Bostancı’da, üst sıvası yer yer dökülmüş bir apartmanın bodrum katıydı. Zili çalamadık. İkinci gidişimizde de öyle...

Üçüncüsünde cesaret edebildik. Kapıyı genç bir kadın açtı. Üzerinde önlüğü vardı, elini kurulama bezine sürtüyordu. İçeriden pişmiş kurabiyelerin kokusu geliyordu. Önce beni gördü, “ ne istemiştiniz” derken gülümsedi. Sonra Lale’ye baktı.

-Siz...

Tedirgin, kapıyı isteksizce açtı.

-Çok vaktinizi almayacağım dedi Lale.

Kaza anındaki bilinç kaybıyla söze başladı. Hapishanede gece gündüz ölümüne neden olduğu anne ve kızı düşündüğünü, bunun yaşadığı sürece de devam edeceğini gözyaşlarını gözlerinin içinde tutarak anlattı. Ben genç kadını izliyordum. Gözlerini Lale’nin kilo kaybından küçülmüş vücudunda gezdiriyordu. Anlattıklarından duygulanmamaya çalışıyor gibi sertleştirdiği bakışları Lale’nin konuşmasının bitmesini bekler gibiydi. Lale ilk duraklayışında hemen araya girdi.

-Hep kendinizden bahsediyorsunuz. Kardeşim o gün kızını anaokuluna yazdırmaya götürmüştü. Geride kim kaldı görün dedi.

Kapısını açtığı küçük odada bir bebek yatağı görünüyordu.

-Daha üç aylıktı bu bebecik. Annesine hasret, sütsüz kaldı.

Lale beceriksiz bir şekilde “bebek için bir şeyler yapmak istediğini, böyle biraz olsun vicdanını rahatlatabileceğini” söyledi.

Nazlı bebeğe o ve kocası bakıyordu. Baba mahkeme sonuçlandıktan sonra dayanamamış, Almanya’ya kardeşinin yanına gitmiş. Teyze bu konuyu eşiyle konuşacağını söyledi.

Çıkınca Lale’nin koluna girdim.

-Göreceksin kabul edecekler.

Bir hafta sonra bebek adına bir hesap açacaklarını bildirdiler. Lale’ye mesafeli ama belirgin bir merhamet duygusuyla bakıyorlardı.

Ben de Lale’nin kilo kaybedişinden kaygılanıyordum. Bir gün lokantanın tuvaletine girerek yediklerini çıkarttığını fark ettim.

-Ne zamandan beri?

-Bir kaç gündür.

Yeniden doktoruna gitti. Testler sonucu Lale müjdeler gibi beyninde tümör bulduklarının haberini verdi. Kanserine üzülemeden anne, kızın ölümüne neden olan bir anlık bilinç kaybının açıklığa kavuşmasına seviniyordu. Bir ay içinde ameliyata alındı. Onu ziyarete gittiğimizde başucunda, Nazlı bebek kucaklarında teyze ve enişte oturuyordu...

GELECEK HAFTA

VEDA DANSI

13 Aralık kısa öyküsü: Renginar'ın falları

29 Kasım kısa öyküsü:  Karanlıkta şişe tıkırtıları
15 Kasım kısa öyküsü: Bitmeyen öpücük
8 Kasım kısa öyküsü: Hırsızın profesörü
01 Kasım kısa öyküsü: Soğuktan gelen kaset