Bu operada türkü de var heavy metal de…

EMİNE BIYIK
emine.biyik@aksam.com.tr

Hayat dolu, kıpır kıpır iki adam... Biri dünyaca ünlü tenor Cenk Bıyık, diğeri oyuncu ve tenor Atılgan Gümüş… ‘Two Tenors’ adını verdikleri çılgın projeleriyle kahkaha krizine girecek, iki tenorun sahne üzerindeki müzikal düellosuna şahit olacaksınız. Operadan caza, rock’tan blues'a, heavy metalden türküye uzanan repertuvarlarının yanı sıra, dansları ve canlı müzik performansları karşısında nefesiniz kesilecek. Kulağınızın pasını silecek ikili, Hacivat’la Karagöz’ü andıran atışmalarıyla da size neşeli dakikalar yaşatacak.   

Biriniz kariyerine tiyatroyla başlayıp aldığı şan eğitimi sonrası kendini müziğin içinde bulan başarılı bir oyuncu, diğeriniz yıllarca dünyanın dört bir yanında sanatını icra etmiş ve etmeye devam eden dünyaca ünlü bir tenor... Bu ikilinin yolları ne zaman ve nasıl kesişti?

Atılgan Gümüş: 20 yıl önce konservatuvar koridorunda. O opera, ben tiyatro bölümünü kazanmıştım ama ben de Cenk gibi opera okumak istiyordum. Daha sonra tiyatro okurken yarı zamanlı opera eğitimi aldım. Cenk de ben de operaya tutkuyla bağlıydık. Aynı sınıfta okuyor, aynı evi paylaşıyorduk. Hatta 1997’de bir müzik grubu kurmuştuk. İkimiz de solisttik ve 8 kişilik bir orkestramız vardı.    

Ne kadar devam etti?

Atılgan: O kadar çok hayallerimiz vardı ki ama profesyonel iş hayatı, kariyerdi derken maalesef grup 2 yıl sonra dağıldı. Cenk yurtdışına gitti. 

‘Two Tenors’ birlikteliği de bu hayallerden biri miydi?

Cenk: Aslında Two Tenors Atılgan’ın hayaliydi. Beni arayıp “Gel, böyle bir şov yapalım” dediğinde hiç düşünmeden İstanbul’a geldim.

Neredeydiniz?

Cenk: Almanya’daydım. İş hayatım nedeniyle çoğunlukla Avrupa’dayım.

Atılgan: (Bana dönüp) Böyle mütevazı anlatıyor da adam bildiğiniz Kore’de Michael Jackson gibi karşılanıyor. 
Cenk: Koreliler bizi sever ama ondan öyle…
Atılgan: Abi sen de fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar. 
Cenk: İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde solist sanatçısıyım. Aynı zamanda uzun yıllardır Cirque du Soleil’in performanslarına eşlik ediyorum. Ortak prodüksiyon yapıyoruz. Ayrıca Avrupa operalarında görev alıyorum. O yüzden de çoğunlukla Avrupa’dayım. Oldu mu şimdi?
Atılgan: Oldu.

Atılgan Bey, “Fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar” diyorsunuz Cenk Bey’e ama siz de kendinize haksızlık ediyorsunuz. Hepimiz sizi oyuncu olarak tanıyoruz. Tenor olduğunuzu bilen kaç kişi var? 

Atılgan: Evet ama müzik hayatımda hep vardı, hep sahnedeyim. Birçok müzik grubu kurdum. Yurtdışında çok konser verdim ama bunu basınla paylaşmadım. Oyunculuğumun önüne geçmesini istemedim. Tiyatro da oyunculuk da aşk işi… İlk kez sahneye çıktığımda konservatuvar birinci sınıf öğrencisiydim. Bu yıl 20 seneyi geride bıraktım ve kendime bir hediye vermek istedim. Artık biraz daha müziğe ağırlık vermem gerektiğini hissettim. Bir albümden ziyade gerçekten kıymetli bir misyonu olan bir projeyle, doğru ve gerçek sanatçılarla birlikte hayata geçirebileceğime inandım. O yüzden de Cenk’i aradım. Sağ olsun kırmadı, geldi.  
Cenk: Two Tenors’un her aşamasında Atılgan’ın emeği var. Hikâyesinde de konseptinde de… Tabii konseptin içeriğini 20 yıllık dostluğumuza borçluyuz. 
Atılgan: Aslında bu içeriği ve şarkı çeşitliliğini misyonumuz belirledi.müzik iyiyse türü önemli değil

Gösterinin yüklendiği misyon ne?

Atılgan: Dünyanın ortak tek bir dili var: ‘insanlık ve müzik’. Dolayısıyla müziği de ayrıştırmamız gerektiğine inanıyorum. Müzik iyiyse türü önemli değil. Bunu herkese anlatmamız gerekiyor. İşte bu yüzden biz de Two Tenors’le türküyü de heavy metali de rock’u da cazı da harmanlayarak müziğin ortak dilini insanlara anlatmak istedik. Mesela pek çok insan heavy metali çok sert bulur. “Bu gürültülü müzik dinlenir mi?” der. Biz şovumuzda bunun aksini gösteriyoruz. Bir türkü de heavy metal formatında söylenebilir diyoruz. Opera hiçbir zaman sıkıcı değildir, bir de operanın bu yönüne bakın diyoruz. Aslolan müziktir diyoruz ve hümanizme çağırıyoruz. 
Cenk: Özellikle Anadolu’yu gitmek ve o topraklarda Two Tenors’u oynamak istiyoruz.
Atılgan: Aslına bakarsanız biz bu duvarı yıkmaya çalışıyoruz. Hani bir laf var ya “Erzurum Erzurum olalı böyle eziyet görmedi” diye… Bu hem çok acımasız hem de çok haklı bir tanım. Çünkü bir insana emeklemeyi öğretmeden koşmasını bekleyemezsiniz. 
Cenk: Yani hayatında hiç operaya gitmemiş birini yaklaşık beş buçuk saat süren Othello’ya götürürseniz…
Atılgan: Doğal olarak sıkılır. Bunun için ilk önce insanlara fırsat vermek lazım. Bir de bu sadece opera için de geçerli değil. Kimi arabesk kimi de türkü sevmiyor. Türkünün ya da Türk Sanat Müziği’nin güzelliğini de fark edemiyor, avam buluyorlar. Biz her iki düşüncenin de yanlış olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Hani bir görün, değerlendirin, ölçün, biçin… Neyi alabiliyorsanız alın içinden. İllaki eller havaya hoppada cıstak cıstak eğlenmeye geldik değil. Sanatla da eğlenilebilir. 

İzlemeye gelenleri nasıl bir oyun bekliyor?

Atılgan: Konservatuvardan iki sınıf arkadaşının 20 yıl sonra sahne üzerindeki müzikal düellosuna tanıklık edecekler. Şovun seyirciyi ‘jüri’ olarak hissettiren yapısında Cenk, benim şarkıları yorumlamamı laubalice bulurken, ben ise onun tarzını abartılı ve snop olarak değerlendiriyorum. O ‘tekıl’ tenor, ben ‘tiyatrkıl’ tenorum. Dakikalar ilerledikçe bu iki tenorun sahnedeki yetenek sergileme kavgası çığırından çıkıyor ve olay, öğrencilik yıllarına, özel hayatlarına dek uzanan sataşmalarla müzikal bir hesaplaşmaya dönüyor. 

Bu sataşmalar sadece seyirciyi değil, sizi de eğlendiriyor olmalı…

Atılgan: Uzun zamandır bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum.
Cenk: Kesinlikle bu işin en güzel tarafı çok eğleniyor olmamız. Bir de seyirciyle o samimiyeti yakaladığımızı düşünüyorum. Her gösteride o samimiyetin biraz daha artığını gözlemliyoruz. Bunu koruduğumuz müddetçe Two Tenors, biz emekli olana kadar devam eder.

ÇIKIP ÇIKIP GELSİNLER

Türkiye’de operayı ‘zenginler dinler’ gibi bir algı var. Haliyle önyargılı olanlar da var. 

Atılgan: Türkiye’nin neresinde yaşarsanız yaşayın; eğitiminiz, ekonomik şartlarınız ne olursa olsun her kesime hitap eden bir gösteri yapıyoruz. Zaten sanat dediğimiz şey, sadece bir kesime hitap etmez. Two Tenors de bunun altını çizmek için yapıldı. İzlemeye gelen herkese, kendinden bir şey bulabileceği bir pencere açıyoruz. Bunu kimse ukalalık olarak algılamasın. İnanın, seyirciden aldığımız reaksiyon ışığında bunu söylüyorum.
Cenk: Çıkıp çıkıp gelsinler, pişman olmayacaklar.
Atılgan: Her görüşün bir fanatiği vardır ya bir tek onlar için uygun değil. Operanın da türkünün de cazın da sanat müziğinin de fanatiğine uygun değil.
Cenk: Daha çok her müzik türünü kucaklamayı bilen seyircilere açık. 

ADAM BİBERLE AŞK YAŞIYOR

Bu ikilinin muhakkak bize anlatacağı anıları vardır. 

Atılgan: Ayy neler neler var. Hemen aklıma gelen birini anlatayım. Şehir dışındayız, ertesi gün gösterimiz var. “Aynı odada kalalım ki replikler üzerine çalışırız” dedik. Ya saat oldu üç, yanımda bir şimendifer çalışıyor. Adam uykusunda bile opera egzersizi yapıyor. Hani buna horlama demeyelim.   
Cenk: Çok yorgundum (gülüyor). 
Atılgan: Dayanamadım, kıçına tekme attım.
Cenk: Bir tekme attı… 
Atılgan: “Ne oluyor?” dedi, 
“Horluyorsun, uyuyamıyorum” dedim. Gülmeye başladı, yarım saat güldü.
Cenk: Madem kirli çamaşırlar dökülüyor, ben de anlatacağım. 

Anlatın anlatın…

Cenk: Atılgan her zaman cebinde biber taşır. 

Aa neden?

Cenk: Çünkü Hataylı. Elini sok buraya (ceketinin cebini işaret ediyor), kırmızıbiber çıkar. Hatta daha komik bir şey anlatayım. Atılgan ilk İstanbul’a geldiğinde onu waffle yemeye götürdüm. Tabii bu hiç öyle bir tatlı yemediği için tansiyonu fırladı. “Bana çok acil kırmızıbiber bulun” dedi. Dondurmacıda varmış -orada ne arıyorsa- Bir avuç kırmızı 
pul biberi ağzına attı, kendine geldi. Adam biberle aşk yaşıyor.
Atılgan: Öyle…

Ağzınız yanmıyor mu?

Cenk: Onun ki ağız değil, cehennem, cehennem (kahkahalar).

VELİNİMETİM BENİM

Cenk’in, sahnedeki Atılgan’ı, Atılgan’ın da sahnedeki Cenk’i eleştirmesini istesek… 

Atılgan: Adam opera söylerken vücudunun aldığı şekli bir görün. Zannedersiniz boks maçına çıkıyor (kahkahalar). 
Cenk: Bana sürekli bunu söylüyorsun da senin de her tarafın ayrı oynuyor.
Atılgan: Eğlenceli olsun istiyorum. İnsanlar eğlenmeye geliyor, sıkmayalım insanları. 

Cenk: Opera sıkıcı mı?

Atılgan: Ya sıkıcı değil de yani şey…
Cenk: Ney? 
Atılgan: Yani söylerken vücudun böyle (yüzünü ve vücudunu değişik komik şekillere sokuyor) oluyor. 
Cenk: Saçmalama… Oyundan bir sahneydi bu (kahkahalar). 
Oh… Bir an gerçek sandım. Peki, 

Atılgan mı daha gıcık yoksa Cenk mi? 

Cenk: Dönem dönem değişiyor.  
Atılgan: Bu söylediğin kadınların muayyen dönemleriyle karıştırılıp yanlış anlaşılabilir (kahkahalar).
Cenk: Çok dengeli bir iletişim var aramızda.  

Okul yıllarında ilişkiniz nasıldı?

Cenk: Atılgan konservatuvar da velimdi.
Atılgan: Cenk’ten iki yaş büyüğüm. Şimdi komik gelebilir ama 20 yıl önce iki yaş büyük olmak önemliydi. Babası bana emanet etti. İzin kâğıtlarını ben imzalıyordum. Bayağı velisiydim yani.
Cenk: Velinimetim benim (kahkahalar).