sibel.ates@aksam.com.tr
Amerika’da düzenlenen, dünyadaki en prestijli tasarım yarışmalarından Uluslararası Tasarım Ödülleri’nde, Türk grafik tasarımcı Arda Aktaş, Ufak Tefek Cinayetler dizisinin afişinden Bulgar - Türk ortak yapımı Radiogram filminin afişine kadar 5 farklı çalışmasıyla ödül kazandı. Aktaş’la çalışmalarını konuştuk.
International Design Awards (IDA) Uluslararası Tasarım Ödülleri’nde, 5 farklı çalışmayla ödül kazandınız. Çalışmalarınızı farklı kılan ne oldu sizce?
Ödül alan işlerin hepsi, daha proje ve tasarım aşamasında çok inandığım, benim için özel işler. Tasarım olarak bakıldığında sade ama akılda kalıcı olduğunu düşündüğüm afişler ve hepsinin bir fikri olmasına güveniyordum. Burada en önemlisi uluslararası ölçekte ve farklı kültürde, farklı tasarım anlayışında kişilerce değerlendirilip ödüllendirilmiş olmak.
Bulgar-Türk ortak yapımı Radiogram’ın afişi altın ödülün sahibi oldu. Filmden kısaca bahseder misiniz?
Radiogram, İngiltere’de yaşayan Bulgar bir yönetmenin filmi. Türkiye’de de İstanbul Film Festivali’nde gösterimi yapıldı. 1970lerin Bulgaristan’ında geçen, devletin baskıcı rejimini bir adam ile oğlu ve karısı üzerinden anlatan, yönetmenin dedesinin gerçek hikâyesi. Afişte filmin doğallığını korumak önemliydi, hikâyedeki yolculuğu ve bekleyişi dikkat çekecek şekilde gösteren bir tasarım oldu.
Bir filmin tanıtımında afişin yeri ne kadar önemli? Sizce gişedeki etkisi ne oluyor?
Seyirciyi meraklandırıp, salonlara çekmedeki en önemli unsurlardan biridir afiş, “Bu filmi izlemeliyim!’’ dedirtebilmelidir. Filmin ana ve en kalıcı görselidir. Hatta bu nedenle oyuncular afişi çok önemser, nasıl göründüklerine dikkat ederler ve afişin ilk çıkışı tek başına haber olur. Bunun dışında o işe emek veren herkese manevi bir motivasyon da sağlar. O yüzden işi ayrıştıran iyi afişler yapmak gerekiyor. Tabii eskisine göre, iletişim kanalları çok daha fazla. Sosyal medya çok önemli. Bu nedenle bir filmi artık tek bir afişle tanıtmak yeterli olmayabiliyor. Bir kampanya yaratmak gerekiyor, bu kampanya dahilinde ana afişi destekleyecek birçok farklı afiş ve görsel hazırlanıyor.
Profesyonel anlamda bu işi kaç senedir yapıyorsunuz? Türkiye’de karşılaştığınız zorluklar nedir?
On yılı aşkın süredir eğlence sektöründe iş yapıyorum. Bu sürenin 3 yıldan fazlası Amerika’da geçti. Oradaki iş anlayışı ve sürecin işleyişi çok daha farklı. Amerika’da edindiğim deneyim ve bilgiyle, Türkiye’ye döndükten sonra ortağım Eren Erdem ile birlikte fikir ve tasarım ajansı olarak konumlandırdığımız Daire’yi kurduk. Sinema ve televizyon sektöründe görsel iletişime yönelik daha profesyonel bir yaklaşım ve daha bilinçli yapılan işler ortaya koymaya çalışıyoruz ekip olarak. Her yıl çok sayıda film ve dizi çekiliyor ama işin iletişim, tanıtıma yönelik stratejik planlama ve bütçe oluşturma noktasında hala ciddi eksiklikler var. Eski usul ya da artık şablonlaşmış yöntemlerden biraz sıyrılıp yenilenmek lazım. Tabii tüm bu süreçler deneyimle ve yaptıkça gelişiyor her işte olduğu gibi. Bizim yaptığımız işe verilen önem, karşılığında edinilen fayda da giderek artıyor.
Bu işte uzmanlaşmak için ne gibi bir eğitimden geçilmesi gerekiyor?
Maalesef ülkemizde eğlence sektörü odaklı, sinema-televizyon reklamcılığına yönelik bir eğitim programı ya da kurs yok henüz. Görsel iletişim tasarımı, reklamcılık gibi bölümler var ama onlarda bu alanda uzmanlaştıracak dersler vermiyorlar. Halbuki özellikle Amerika’da sektörün ihtiyaçlarına yönelik eğitim veren ’’Entertainment Design’’ olarak adlandırılan bölümler var bazı okullarda. Sinema filmi ve televizyon yapımlarının afiş, fragman veya jeneriklerini yapmak, profesyonel ve ticari olarak ele alındığında, farklı bir disiplin ve bilgi gerektiriyor. Sadece yetenekli olmak veya tasarım programları kullanabiliyor olmak yetmiyor maalesef. İşin dinamiklerini bilmek buna göre kendini geliştirmek, dünyada yapılan işleri ve bu alandaki kaynakları takip etmek gerekiyor.
SEYİRCİYİ ETKİLEMESİ ÖNEMLİ
Afişi tasarlarken ilk adımınızı nasıl atıyorsunuz? İlk olarak aklımızdan geçen şey filmi izletmek mi yoksa filmin hikâyesini yansıtmak mı?
Bir proje geldiğinde ilk olarak senaryoyu okuyoruz ya da eğer bitirilmişse filmi izliyoruz. Hikaye ve işin görsel dünyasına göre konsept ve fikirler şekillenmeye başlıyor. Projenin koşullarına ve gerekli olmasına göre taslaklar çizilip, fotoğraf çekimleri yapılıyor, sonrasında da tasarımın uygulaması geçiliyor. Filmler büyük emek vererek ve para harcanarak yapılıyor. Yönetmenin anlattığı bir hikayesi ve mesajı, yapımcınınsa ticari bir yatırımı var. Bu nedenle olması gereken filmi en fazla seyirciye ulaştırmaktır. Afiş yaparken de amaç seyircinin filmi merak etmesini, ilgi duyup sinemada izlemesini sağlamak. Bunu nasıl bir afişle yapacağın projeye ve oluşturulan stratejiye göre değişir. Seyirciyi en etkileyecek unsur neyse onu öne çıkarmak gerekir.
Uzun bir süre Los Angeles’da çalışmışsınız, oradaki deneyimlerinizi anlatır mısınız? Orada hangi işlere imza attınız?
Los Angeles’a, bir iş teklifi alarak gittim. American Horror Story, Orange Is The New Black, Anger Managenent, Fargo, Fifty Shades Of Grey gibi projelere çalıştım. Hollywood eğlence ve sinema sektörünün kalbi, çok büyük bir ekonomisi ve üretimi var. Türkiyede bir elin parmaklarını geçmezken, orada çok sayıda, kalabalık ekipleri olan ve sadece sinema televizyon reklamcılığı yapan şirket var. Amerika’da çalışmanın bana en büyük katkısı, tasarımcılığın yanında işin bütününe nasıl bakmak gerektiği ve iş modellemelerini görmem oldu.
Bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz çalışmalardan hangisi ya da hangileri sizin için çok özeldi?
Çok sayıda büyük ve iyi işe çalıştım hala da devam ediyorum ama ilkler hep özel olduğu için Cem Yılmaz’ın Yahşi Batı filmi benim için ayrıdır. Onun dışında Ömer Faruk Sorak’la , Yeşim Ustaoğlu, Ferzan Özpetek, Ümit Ünal, Onur Ünlü gibi çok önemli yönetmenlerle çalışma fırsatım oldu ve hepsinin filmlerinde farklı ve çok keyifli işler yaptık. Son yaptığım iş ise Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filmine yaptığım afişler oldu.
‘AHLAT AĞACI’NIN AFİŞİNİ TASARLAMAK GURUR VERİCİYDİ
Ahlat Ağacı’nın afişinde de imzanızın olması size ne hissettiriyor?
Nuri Bilge Ceylan Türk Sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri ve dünya çapında çok büyük bir saygı görüyor. Çok kendine has bir sinema dili var. Son filmi Ahlat Ağacı da çok merak edilen ve en beğenilen filmlerinden biri oldu. Bu önemde bir iş için çalışmak da tabii ki çok gurur verici benim için.
Keşke ben yapsaydım dediğiniz afiş ya da afişler var mı?
Çok uzun süredir gündemde olup merak edilen ve geçtiğimiz günlerde afiş ve fragmanı paylaşılan bir film var, Bohemian Rhapsody. Çok küçük yaşlarda tanışıp, büyük hayranı olup hiç vazgeçmediğim İngiliz müzik grubu Queen ve solisti Freddie Mercury’nin hayatını anlatan bir film. Bu filmin afişini yapmış olmayı çok isterdim.