'Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır'

SİBEL ATEŞ YENGİN

sibel.ates@aksam.com.tr

Kuşak Araştırmacısı Evrim Kuran’ın Türkiye’nin beş kuşağına bakışını tüm ayrıntılarıyla gözler önüne serdiği ilk kitabı “Telgraftan Tablete” yayımlandı. 

Kitabınızın ilk bölümü bir Çin atasözü ile başlıyor. “Bir kuşağın diktiği ağacın gölgesinde öteki kuşaklar serinler.”  Peki, insanlar gelecek kuşaklara bir değer bırakabilmek bilinciyle bir şeyler yapıyor mu sizce? 

Benim çok sevdiğim ve aslında kuşaklarla ilgilendiğimi de anlatan bir cümle. Her bir kuşağı yakından tanıdığınızda nasıl bir şimdi yaşadığımızı ve gelecekte neler yaşayacağınızı öngörebiliyorsunuz. Çünkü her bir kuşak sosyal bir miras bırakıyor. Tıpkı ağaç, gölgesi için bilinçli bir şey yapmasına gerek kalmadan gelişiyorsa kuşaklar da bilinçsizce zaten mirasını bırakmış oluyor. 

Kitabınızda anlattığınız kuşakları kendi kişisel hikâyeniz doğrultusunda sunuyorsunuz okura. Neden böyle bir yolu seçtiniz?

2000’li yıllardan itibaren kuşaklarla ilgilenen biriyim. Bu konuda dünya çapında araştırmalar yapıyorum, makaleler, raporlar yazıyorum. Türkiye’nin yaşayan beş kuşağını, yıllardır birebir içinde yer aldığım alan araştırmalarının yanı sıra kişisel hikâyelerim üzerinden de ilk kitabım Telgraftan Tablete’de anlatmaya çalıştım. Kuşak meselesine bir de buradan bakarak, ninelerimizi ve dedelerimizi anlayacağımızı, kızlarımızla ve oğullarımızla anlaşacağımızı düşündüm. Çünkü sevmek anlamaktır. Kuşakları araştırmaya başladığınızda öğrendiklerinizin ne kadarı sizin hayatınızda diye istemsizce kendi aile geçmişinize dönüveriyorsunuz. Kitabı okuyanların da kendi hikâyelerine giderek kuşakları daha kolay çözeceklerini umut ediyorum.

Teknolojinin ve bilimin gelişmesiyle bireylerin beklentilerinin de hızla değiştiği bir çağda yaşıyoruz. Artık değil dede-torun, baba-oğul bile birbirinin dilinden anlayamaz hale geldi. Nasıl aşılır bu sorunlar sizce?

Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır. Bir dönemi anladığınızda ise paradigmanın kıskacına sıkışmaktan kurtulursunuz. Ve sizin gibi olmayanları kendinize ait yargılarla değil, onlara ait gerçeklerle görmeniz mümkün olur. Bu mümkün olduğunda ise dönüşürsünüz.  Her jenerasyon kendi yaşam parçacığını taşıyor. O kara parçasında, bir döneme ait hikâyeler, gerçekler, tabular, duygular var. Bunları değiştirmek gayreti ancak beyhude bir çaba olur. Asıl olan, bu parçaların dokusunu bozmadan, birlikte nefis bir “takım” oluşturabilmek. Mümkün mü? Bence mümkün!

Telefonu, tableti yemek masasından uzak tutun!

Kitapta günümüz çocuklarının sağlıklı bir çocukluk için gerekli olan unsurlardan mahrum olduğundan söz ediyorsunuz. Nasıl çözülür bu sorun? 

Bugünün çocukları sağlıklı bir çocukluğun temeli olan duygusal olarak erişilebilir anne-babalar, net biçimde tanımlanmış sınırlar, sorumluluklar, dengeli beslenme, yeterli uyku, hareket etme, ev dışı etkinlikler, yaratıcı oyunlar, sosyal etkileşim, yapılandırılmamış saatler ve sıkılma fırsatından yoksun büyüyorlar.İlk yapmamız gereken çocuklarımızın sıkılmasına izin vermek. Sıkılmak çocukların yaratıcılığını artırır. Yemek masasından telefonları kaldırıp televizyonu kapatarak başlayabiliriz. Çocuklarımıza günlük ev işleri sorumlulukları verebiliriz; masa kurmak, yatak toplamak, bulaşık yıkamak gibi. Sorumluluk öz değeri artırır. Kendi kendilerine oyun kurmalarına, (dijital olmayan) oyunlar oynamalarına izin verebiliriz. Bugün, çağa direnip, dijitale ara verip ve çocuklarınızla analog olabiliriz.