basakbicak@gmail.com
Dünya tarihi, kendisini şekillendirmeye çalışmış devlet adamları ve liderlerle doludur… Fakat pek azı, bir Başbakan sıfatıyla Winston Churchill’in 20. yüzyılda bıraktığı etkiye sahip olabildi. İyi ya da kötü, İki Dünya Savaşı’nın tam ortasında, “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğun” başındaki isim Winston Churchill, modern tarihin gördüğü en güçlü tarihsel figürlerden biriydi…
2015 yılı, Britanya’nın gördüğü en güçlü Başbakanlarından Winston Churchill’in ölümünün 50. yılıydı ve Churchill’i anma etkinlikleri, onun “tüm zamanların en büyük Britanyalılarından biri” olarak ilan edilmesiyle sınırlı kalmadı; iki film projesi birbirinin peşi sıra geldi. Önce Brian Cox performansıyla ve Jonathan Teplitzky yönetiminde izlediğimiz Churchill; ardından da Gary Oldman’ın başrolünde karşımıza çıkan, Joe Wright imzalı Darkest Hour…
Her iki film de esas itibarıyla, Churchill’in dünya tarihine damga vurduğu ikinci dönemini baz alıyor ve hatta, ekseriyetle benzer bir anlatım yolunu tercih ediyor. Ancak iki filmin arasında yoğun bir portre betimlemesi farklılığı da göze çarpıyor… Şöyle ki; Churchill, Normandiya çıkarmasından bir süre öncesinde, müttefik devletleri arasında geçen diplomasi süreci ekseninde gelişirken; Darkest Hour, Normandiya’nın hemen öncesine götürüyor ve genel olarak savaş dönemini, özelde ise Dunkirk’te sıkışan müttefik askerlerinin kurtarma planlarını işliyor. Bu arada Dunkirk Tahliyesi sırasında müttefik askerlerinin yaşadıklarını anlatan Christopher Nolan imzalı Dunkirk’ün ve tahliyenin planladığı süreci hikayeleştiren Darkest Hour’un Oscar için aynı dallarda yarışması da bu yıl enteresan bir rastlaşma oldu ve böylelikle tahliyeye, denizin her iki tarafından da bakma şansı bulduk…
Konuya dönecek olursak… Churchill filmi esas olarak, Başbakanın o dönemdeki siyasi endişeleri üzerine yoğunlaşıyordu zira Birinci Dünya Savaşı sırasında, Başbakanlığının birinci döneminde olan ve gücünü etkin bir biçimde kullanan Churchill, hatalı bir kararla müttefik güçlerini Çanakkale Boğazını geçmeye zorlamıştı. Rusya’ya yapılması gereken yardım için, Boğazı kolaylıkla geçebileceğini düşünen ve böylelikle Osmanlı Devleti’ni de savaş dışı bırakacağına inanan Churchill’in planı teoride harika görünürken, pratikte bambaşka bir şekilde sonuçlandı ve Churchill, savaş sonunda muhaliflerinin baskısıyla görevinden çekilmeye zorlandı.
Uzun yıllar, Çanakkale’de yaşanan kıyımın sorumlusu olarak tutulan politikacının Normandiya’da yeni bir felakete neden olma endişesi, ilk filme sirayet eden en güçlü duyguydu ve politikacı olarak, Darkest Hour’dan bir nebze “zayıf” bir portre çiziyordu. Hatta bu durum, filmin gereğinden fazla Churchill güzellemesi yapmasına imkân tanıyor ve politikacıyı neredeyse iyimser ve bazı noktalarda “naif” kabul edilebilecek bir görünüme büründürüyordu.
Darkest Hour, işte bu hataya düşmüyor ve Churchill’i, egoist, öfkeli, stresli ve herkesin üzerinde bir otorite kurmayı başarabilecek kadar güçlü bir devlet adamı olarak, tam da olması gerektiği gibi resmediyor. Dunkirk Tahliyesi, politikacının siyasi kariyeri açısından bilhassa halkın nezdinde belki Normandiya’dan bile daha önemliyken, bu denli kararlı olması onun hâkimiyetinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki, kralın ondan korktuğunu itiraf etmesi bile bunun bir kanıtı aslında… İlk filmle benzer bir biçimde, Başbakanın ikinci kez başa geldiği süreçle başlayan film; böylelikle anlatacağı devlet adamını gerçekten tanıdığını gösteriyor.
OLDMAN FAVORİ OLARAK GÖSTERİLİYOR
Darkest Hour, genel olarak Churchill’in konuşma hazırlıkları sürecine eğildiği için, yoğun diyalogları ile dingin anlatım biçimiyle sizi yer yer yoracak ve ilk filmi izlemiş olanlar için sıkıcı olmaya varacak bir deneyime dönüşebilir. Ancak Gary Oldman’ın, Churchill performansı, Churchill’e benzerliğiyle cebinden yediğini söyleyebileceğimiz Brian Cox’un çok ötesine gidiyor ve nitekim Oscar adaylığı da bunun kanıtı oluyor.
En İyi Erkek Oyuncu dalında favori olarak gösterilen Oldman, kuvvetle muhtemel Churchill yorumuyla Altın Küre’den sonra ilk Oscar’ına da ulaşmış olacak…Joe Wright’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve daha çok diplomasiden hoşlananların sevebileceği bu biyografik film, 20. yüzyıla damga vurmuş en önemli şahsiyetlerden birini Gary Oldman performansıyla daha yakından tanımak isteyenler için…