Beşiktaş’ın 39 yıllık emektarı Süreyya Soner

SİBEL ATEŞ YENGİN

sibel.ates@aksam.com.tr

Kimler geldi kimler geçti ama o, tam 39 yıldır Beşiktaş futbol takımında malzemeci olarak çalışıyor. Süreyya Soner, 25’indeydi kulübe girdiğinde; o günden bugüne onlarca insan onlarca anı biriktirdi. Şimdi de onun hayatı “Güzel Adam Süreyya” adıyla belgesele çekildi. Biz de yıllardır Beşiktaş’ın yükünü taşıyan bu güzel insanla bir araya geldik ve ondan Yeşilçamlı, Yılmaz Güneyli, Metin Tekinli anılarını dinledik. 

- Süleyman Seba’yı baba gibi severdim. 

- Erman Toroğlu’nun hakem olduğu dönemleri hatırlıyorum, hep beni sahadan atardı. “Malzemecinin ne işi var sahada” derdi. 

- Şenol Hoca çok değerli biri… 

- Çarşı. Taraftarımız, bizim çocuklar. 3’lü çektirirler, severim Allah razı olsun.

- Bize gelen oyuncu zorlanmaz. Arkadaşlık ortamı güzel. Burada biz abi kardeş gibiyiz.

- Beşiktaş maçlarından başka hiçbir maç izlemem. 

- Hiçbir maçı izlemem, Dünya kupasını bile izlemem sadece Beşiktaş maçını izlerim. 

Yugoslav göçmeni bir anne babanın çocuğu olarak 1953 yılında Eyüp’te dünyaya gelir Süreyya Soner. Babası denizaltı subayı, annesi ev hanımıdır. Okul hayatı çok iyi geçmez Süreyya’nın. Kendini film setlerinde bulur. Siyah-Beyaz Yeşilçam filmlerinin çekildiği dönemdir. Hayat bilgisi dersini setlerde alır Süreyya Soner. Kendi de “Setler bana hayatı öğretti” diye anlatıyor o günleri. Ve o yılları anlattıkça Süreyya Bey’in gözleri hep doluyor, sözcükler boğazında düğüm oluyor. “Siz şimdi bana bunları anlattırırken eski günlere, anılara doğru yolculuk yapıyorum” diyor. 

YILMAZ GÜNEY ÇOK BAŞKAYDI

Yılmaz Güney’le çalışma imkânı olmuş Süreyya Bey’in. Yılmaz Güney’in çok sert biri olduğunu anlatsa da ondan çok şey öğrendiğini ve kendisine çok yardımcı olduğunu da söylemeyi ihmal etmiyor. “Ne zaman görse kollardı. Param yoksa çıkarır cebindekinin yarısını verirdi. İki ayakkabısı olsun birini verirdi. Öyle değişik bir adamdı. Çok iyilikleri dokundu bana. Çok değişikti, çok. Allah taksiratını affetsin” derken yine gözleri doluyor, içini çekiyor. “Bu konulara çok fazla girmek istemiyorum, unuttum zaten” dese de ben biraz daha hafızasını zorlayıp o eski günleri anlatmasını istiyorum. “Yılmaz abi disiplinli biriydi ama bize hep doğru yolu gösterirdi. Mesela çekimler geç saatte biterdi ama sabahın beşinde sette olmamızı isterdi. Set adabını, disiplinini öğretti. Hâlâ onun sayesinde sabah beş buçukta uyanırım. ‘İşine, ekmeğine saygılı olacaksın’ derdi. Hep bunu öğretmeye çalıştı. Böyle olmayanı da yanında tutmazdı. Bir görüşte kimin ne olduğunu anlardı. Çok değişik biriydi. Çok iyiliklerini gördüm. 

ASKERDEYKEN KIBRIS SAVAŞI ÇIKTI

O zamanlar yaş 17, sigara içiyoruz. Yılmaz Abi bize bu yüzden çok kızardı. Bakın askere gittiğim dönem Kıbrıs Savaşı başlamıştı. 6 aylık askerdim. Karartma yapılıyordu. Çadırlar kurmuştuk. Soğuk yerlerde yattım 25 gün boyunca. Sonunda hastalandım. Hastaneye kaldırdılar. Ameliyattan çıktığımda babamla doktor yanı başımdaydı. Gözlerimi açtığımda doktor ‘Süreyya eğer sigara içmiş olsaydın bu dünyada yoktun’ demişti. Ciğerlerim su dolmuş. İşte sigarayı bırakmamın nedeni de Yılmaz Güney’dir. O kadar işlemiş ki söyledikleri askerde savaş ortamındasın daha çok içmen gerekirken ben içmedim onun bir sözüyle. Ondan ne zaman bahsetsem içim fena oluyor. Bu anıları unutmuşum.” 

BEŞİKTAŞ FORMASI YAPARDIK

Sonraları Süreyya Soner matbaada çalışmaya başlamış ama setlerden de kopmamış. “Yeşilçam’da arkadaşlıklar çok güzeldi, bağlılık vardı. Herkes birbirine saygılıydı. Hâlâ beraberiz, onlardan kopmadım. Matbaada çalışırken bile arada iş çıktığında setlere giderdim” diyor. Çocukken hangi mesleğin hayalini kuruyordunuz, futbolcu olmayı ister miydiniz diye sorduğumda gülüyor ve “Futbolcu olmak gibi bir hayalim yoktu” deyip nasıl Beşiktaşlı olduğunu ve mahalle futbolu oynadıkları günleri anlatmaya başlıyor. “Cevat Dayım beni Beşiktaşlı yaptığında 8 yaşımdaydım. Büyük maçlar olurdu, beni de hep yanında götürürdü. Mahalle takımı kurmuştuk. Beyaz atletlerimiz vardı, yarısını siyaha boyar Beşiktaş forması yapardık. Güzel geçti çocukluğum.” 

25 YAŞIMDA KULÜBE GİRDİM

Sıra geliyor Süreyya Bey’in 39 yıl emek verdiği Beşiktaş Spor Kulübü’ne girdiği günlere. Kulübe girdiğinde 25 yaşındaymış Süreyya Soner. Daha önceleri de çalışmak istemiş ama bir türlü kabul edilmemiş. Bir maçta tanıştığı Ziya (Doğan) hoca ona kefil olunca kabul edilmiş. Malzemeci olmak istediğini söylediğinde Ziya hoca daha önce nerede çalıştığını sorunca Süreyya Bey, “Hiç” diye cevap vermiş. Onun bu samimi cevabı karşısında Ziya hoca onu elinden tuttuğu gibi kulübe götürmüş. İşte o gün bugündür Süreyya Bey’in hayatı Beşiktaş olmuş. Ne eşinin hamileliği boyunca yanında olabilmiş ne de çocuklarının doğumunu görebilmiş. Beşiktaş’a gönülden bağlı Süreyya Bey, Beşiktaş nereye o oraya yıllarını geçirmiş. “Allah razı olsun Ziya hocadan o kefil oldu da kulübe girebildim” diyen Süreyya Bey, hikâyenin geri kalanını anlatmaya devam ediyor. “O yıllarda Kaptan Necdet vardı, Samet Aybaba ikinci kaptandı. Bütün oyuncuları tanıyordum. Sanlı, Vedat abi, Zekeriya, Rasim Kara, bunlar çocukluğumun futbolcularıydı. Sergen’in çocukluğunu bilirim, Rıza altyapıdan gelmişti, 13 sene kaptanlık yaptı. Hepsi iyi çocuklardı. Hepsiyle abi kardeş gibiyiz, beni abileri gibi sevdiler. Gidenler oldu, gelenler oldu. Yine de görüşürüz, konuşuruz. Hiçbirini birbirinden ayırmam, hepsi iyi insanlar.

RÜYALARIMDA FORMALARI GÖRÜRDÜM

Erdal, Erol ve Eren ve ben dört kişilik ekibiz. Onlarsız tek başına bu işi yapamam. Futbolcuların ayakkabılarını, formalarını dağıtırız. İdman sahasında hocalara yardım ederiz. Maçtan sonra formaları temizleriz çünkü yine giyiyorlar. Maç biter ayakkabıları da temizlersin ki sabahki idmana hazır olsun. Maçta maçı izlemeyiz, gözümüz hep futbolcunun üzerindedir. Armasına, numarasına bakarız, düştü mü düşmedi mi, eksik gedik var mı diye. Bakarım birinin şortu çok kirlenmiş devre arasında temizlerini koyarım. Diğerlerinin formalarını kontrol ederiz. Eskiden rüyalarıma girerdi, UEFA maçı öncesi ve ben formaları unutmuşum. Allah kimseye göstermesin. Böyle kâbuslarla uyanırdım. Neyse ki şimdiye kadar başıma böyle bir şey gelmedi.”

BELGESELİ İZLERKEN HÜZÜNLENDİM

Yönetmenimiz Gökçe Kaan Demir, “Sizi çocukluğumdan beri tanıyorum belgesel filminizi yapmak istiyorum” dedi. “Yönetimden izin al yapalım, benim için fark etmez” dedim. Ben ünlü biri değilim, personelim. Düşünsenize böyle birinin hayatını filme almak… Önce bir inanamadım. Ancak kabul edilmedi. Fakat 2 sene sonra Fikret Orman geldi. Fikret başkanımdan Allah bin kere razı olsun. Böyle bir şeyi onayladı. Sponsor aradık, bulunca çektik. İnönü Stadyumu yıkılmadan çekimler başlamıştı. 4 senede bitirdik. Milletimiz izlesin, oyuncu değilim, amatörce bir şeyler yaptım. Hocamız Gökçe Demir Kaan çok başarılı, hanımıyla beraber iyi bir iş başardılar. Annem 98 yaşında, “ben de geleceğim” diye tutturdu. Anneme mi bakayım, filmimi mi izleyeyim mi bilemedim. Filmi izlerken hüzünlendim. Kolay değil. Sürekli maça gittiğim bir arkadaşım vardı, hem onu hem babamı anlatıyorum belgeselde. Onlar biraz üzdü beni çünkü ikisi de bu dünyada yok artık. 

ÖNCE KIZ İSTEDİK SONRA MAÇA GİTTİK

Kulübe geldiğimde bekârdım. Eğer kulüp olmasaydı hayatta evlenmezdim. Onun da hikâyesi şöyle; hanımla konuşuyoruz ama bir türlü vermiyorlardı. Kaç kez ailemi alıp gittim ama her seferinde elimiz boş döndük. Hanımın ailesi Kastamonuluydu. Ben oralı değilim diye babası istemiyordu. Bir gün takım Almanya’ya gitti. Biz de Metin’le burada kalmıştık. Kayınpeder haber yollamış gelsinler görüşelim diye. Metin abiden rica ettim, kırmadı sağ olsun. Arabanın arkasına formaları attık, önce kızı isteyeceğiz sonra da hazırlık maçına gideceğiz. Şansa tam da aynı saatler. Annemi de alıp gittik. Bizi karşıladılar. Metin abi de ortamı yumuşatınca Allah’ın emriyle hanımı istedik sonra da on dakika gecikmeyle aça gittik. 26 yıllık evliyiz. 24 yaşında bir oğlum 14 yaşında da kızım var.