Avrupa'da olsaydım hâlâ sahnelerdeydim

SİBEL ATEŞ YENGİN
sibel.ates@aksam.com.tr

Dile kolay, müziğe adanmış bir ömür. Sadece Türkiye'de de değil, bir zamanlar Ortadoğu'nun Paris'i sayılan Beyrut'tan Amerika'ya kadar dönemin ünlü kulüplerinde sahne almış bir isim Armağan Şenol. Tatlı bir tesadüf eseri karşılaştığım Armağan Bey ve eşi Ayla Hanım'la sizi de tanıştırmak isterim.  

Bir kafedeyim. Tonton mu tonton, yaşlı bir çifte gözüm takılıyor. Kol kola girmişler, arabaların yol vermesini bekliyorlar. Nihayet bir araba duruyor da caddenin karşısına geçip bulunduğum yöne doğru geliyorlar. Önce beyefendi kaldırımı çıkıyor sonra eşinin elinden tutup yardım ediyor. Oturduğum yerden hayranlıkla onlara bakarken öyle merak ediyorum ki hikâyelerini. Tesadüf bu ya tam da yanımdaki masaya oturuyorlar. Hemen bir sandalye uzatıp çantalarını koyabileceklerini söylüyorum. Böylece sohbetin kapısı aralanıyor. Laf lafı açınca da karşımdaki beyin ünlü oyuncu Parla Şenol’un babası müzisyen Armağan Şenol ve annesi Ayla Şenol olduğunu öğreniyorum. Gazeteci refleksiyle bu sohbetimizi gazetemizin sayfalarına da taşımak istediğimi söyleyince bu tatlı çift isteğimi geri çevirmiyor. Kayıt cihazımı açıyorum ve dinlemeye başlıyorum… 

PİYANO TUŞLARIYLA BÜYÜDÜM

“Nasılsınız?” diye sormuştun ya kızım yine o soruna cevap vererek başlayayım. Şu an yaşımın adamı olmadığım için iyi sayılırım. Tabii bazı çetrefilli düşüncelerim var. Artısı var, eksisi var. Hayatınızın  artısı nedir diye sorarsanız biraz evvel de arz ettiğim gibi yaşımın adamı olmadığım için çok memnunum. Allah baba bana bunu hediye ettiği için şanslıyım. Evet, ben gönlünü müziğe vermiş bir müzik adamıyım. Evimizde kemanlar, utlar çalınırdı. Annem de piyano çalardı haliyle ben de piyano tuşlarıyla büyüdüm. Babam Amiral Kemal Şenol, sizin yaşınız tutmaz, tanımazsınız. Hani trafik ışıkları vardır ya ‘yeşil yandı geç, kırmızı yandı dur’ işte babam o trafik ışıklarını ilk yapan adamdı. Ben dört yaşındayken ayrılmışlar. Bana göre yanlış bir hareket ama olmuş bir kere. O zamanlar kız kardeşim Nihal’i babama verdiler, beni de anneme. Annem Fransızca öğretmeniydi, tayini nereye çıkarsa oraya giderdik. 1942 yılıydı. Çanakkale’ye gittik önce sonra İzmir’e. 

DÜNYA ŞAMPİYONU OLURDUN

Ortaokulda hayatıma spor girdi. Lisede de müsabık olmaya başladım. İlk defa yüzmede Altay’a angaje oldum. Göztepe’de basketbol takımı kurdum. Altınordu beni atletizme aldı. Dekatlon yaptım. Sırık atlama şampiyonluğum var. Naili Boran vardı, eskiler bilir, Türkiye birinciliğine götürdü beni, üçüncü geldim. “Boyun kısa olmasaydı dünya şampiyonu olurdun” demişti. Sonra boks yaptım. 51 kiloda şampiyonluğum oldu.  

GİZLİ GİZLİ BARA GİDERDİK

Mahalledeki delikanlılar bir gün eve gelip “Seni bara götürelim, şarkı söyle” dediler. “Olmaz, annem uyuyor” dedim, “Olsun” dediler. Beni düğünlerde dinledikleri için biliyorlar tabii sesimin güzel olduğunu. Gidiş o gidiş. Biz bir dadandık bara, geceleri gizli gizli gidiyoruz. Orada çok değerli müzisyen Niyazi Erden Beyefendi’yle tanıştım. Orkestra şefiydi. Beğenmiş beni. “Her gece 2,5 lira veririm” dedi. İyi paraydı. “Tamam” dedim. Velhasıl kızım, bir gece zavallı kadın, annem yani kalkıp bir bakıyor ki evde yokum. Karakollara gidiyor beni aramak için. Mahallemizin karakolunun komiseri de gelip beni tak diye bulmuştu. “Neredesin sen! Annen küplere bindi” deyince tıpış tıpış eve dönmüştüm. Baktım olmuyor annemden izin aldım. 

YÜZERKEN BİR ADAMA RASTLADIM

Eskiden İzmir Fuarı vardı, pek meşhurdu. İşte o fuar zamanı Fehmi Ege geldi. Dinlemiş beni, beğenmiş. “Gel İstanbul’a, sahneye çık” dedi. Meşhur Maksim Gazinosu’nu bilirsiniz, o zamanlar adı ‘Londra Bar’dı. Başladık Fehmi abiyle çalışmaya. Bir gün provadayız. Fehmi abi bir anda “Dur!” dedi, “Yanlış söylüyorsun Armağan. Öyle değil. Şu notayı doğru okusana.” “Maalesef bilmiyorum efendim” dedim. İnanamadı. “Nota bilmeden böyle bir kabiliyet nasıl olur? İmkânsız. Olmaz öyle şey, notaları öğren, öyle gel” dedi. İzmir’e döndüm. Her gün yüzmeye giderdim. Bir gün yüzerken sol tarafta adacık gibi bir yer var, baktım oradan bir piyano sesi geliyor. Kıyıya çıktım, bir kulübe var. Film gibi kızım, inanamazsın. İçeri girdim. Duvarlar boydan boya notalarla dolu. Bir piyano ve başında da yaşlı bir adam. Beni görünce “Gelin” dedi. Freshman adında Macar bir piyanistmiş. Memleketinde epey ünlüymüş. Gel zaman git zaman o adam bana notayı, solfeji öğretti. Fehmi abiyi aradım “Müziğin bilimini öğrendim, geliyorum” dedim. 

BEYRUT’TAN ÇAĞIRDILAR

Fehmi abi beni radyo emisyonlarına almak istedi. İmtihana girdim. 8 kişi içinden bir tek ben kazandım. Fehmi abiyle tango söylüyorduk ama ben pek mutlu değildim. Çünkü o dönem ecnebi müziğe meraklanmıştım. “Fehmi abi orkestra kuracağım” dedim. Kurdum. Radyoya müracaat ettim. Kabul ettiler. Frank Sinatra, Dean Martin, Elvis Presley söyledim. Bir gece kulüpte çalıyoruz, garson bir müşterinin masasına çağırdığını söyledi. Beyrut’tan gelmiş. Beni davet etti. “Tamam” dedim. Giderken kontrat yaptım, eşim Ayla’ya da kontratı radyodaki şefimize vermesini söyledim. Halbuki izin almak gerekiyormuş. Döndüğümde anladım. Ayda dört emisyon yaparken git gide sayısını düşürdüler, resmen kovdular. Gencim tabii bilemedim. 

AİLEMİN HASRETİNE DAYANAMADIM

Turistik bir lokalde çalışırken yine bir müşteri beni masasına davet etti. Gittim. Beyin adı Foti. Cebinden bir kartvizit çıkardı. Üzerinde 15-20 telefon numarası var, çok şaşırdım. Düşünsenize yıl 1972. “Dünyayı dolaşmış biriyim, bu kadar repertuarı olan birini görmedim. Amerika’da gece kulübüm var, çalışır mısın?” der demez ayaklarım titremeye başladı. En büyük hayalim Amerika’ya gitmek ve Amerika diye çıldırıyorum. Neyse eşimi, oğlum Arda’yı, kızım Parla’yı bıraktım gittim. 4 ayın sonunda hasretten ölüyorum. Dönmek mecburiyetine girdim. 

BİZİMKİ YILDIRIM AŞKI

Bebek Belediye Gazinosu’nda çalışırken imza almaya gelen kızlardan biriydi eşim. Bu vesileyle tanıştık. Bir çekim oldu aramızda. Evlenmek aklımın ucundan geçmezdi ama onu görünce yıldırım aşkı oldu herhalde. 56 senemiz doldu. Çok güzel günler geçirdik. Gece kulüplerinde sabahlara kadar çalışırdım. Eşim çok çekti bu yüzden. Kıskanırdı da beni. Hâlâ da devam ediyor kıskançlığa. “Nereye gittin?”, “O sana niye öyle baktı?” Paylaşamıyor beni. Ama kıskançlık sevgiden doğar. O bakımdan sevgili eşim tarafından beğenildiğimi, sevildiğimi görünce mutlu oluyorum. (Tam bu esnada) Ayla Hanım bu arada söze giriyor. Armağan beyin evlenmeye hiç niyeti yoktu ama tanıştıktan bir sene sonra evlendik. İkna etmeye çalışmama gerek kalmadan o zaten “Evlenirsem bir tek seninle evlenirim” demişti. Müzisyen olduğu için babam pek istememişti. Neredeyse beş kızla çıkardı Armağan. Onu görünce çok hoşuma gitmişti. İçimden “Ben bunu tavlarım” demiştim. Zaten Armağan’dan başka hiç kimseyi beğenmedim ben. Çok güzel günlerimiz geçti. Hatalar da oldu ama affediliyor.

YAŞLANDIM DİYE ARAMIYORLAR

Dünya değişti, insanlar değişti. Seneler geçince aramıyorlar artık. Biliyorum yaşlandım diye. Ama hak veremiyorum kızım. Şarkı söylemek için çıldırıyorum. “Para vereyim de söyleyeyim” diyeceğim ama nafile. Avrupa'da olsaydım hâlâ sahnelerdeydim.