Psikoterapist yazar Şule Öncü, Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunu. Uzmanlık alanları; bireysel psikoterapi, aile ve çift terapisi, grup terapileri. Beş yıldır ‘Sinematerapi Atölyesi’ adı altında kendi tasarımı olan bir grup çalışması yürüten Öncü’yle sinemayla psikoterapi ilişkisini konuştuk.
Sinema ve psikolojiyi bir araya getirme fikri nasıl doğdu?
Sanat ve psikoterapi, iç içe geçmiş iki alandır. Terapi sürecinde yolumuz sık sık edebiyattan, sinemadan geçer zaten. ‘Sinematerapi Atölyesi’nde yeni olan; filmlerin belirli konular çerçevesinde bir araya getirilmesi, bir eğitim ve kişisel
gelişim programı olarak sunulması.
Tam olarak ne yapıyorsunuz?
Filmler üzerinden hayata ve insana bakıyoruz, bize ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. Nasıl bir çalışma sistemi uyguluyorsunuz?
Hem başkalarıyla hem de kendimizle ve hayatla kurduğumuz ilişkileri belirleyen, dolayısıyla tüm yaşamımızı etkileyen ana temalar çerçevesinde çalışıyoruz; bağlanma, yakınlık-mesafe, aşk, aldatma, cinsellik, aile, kadınlık-erkeklik sorunları, yabancılaşma, depresyon, hayatın anlamı gibi… Her tema için 5 ila 8 filmden sahneler izliyoruz. Ardından sahneyi yorumluyorum. Hareket noktam; “Bu sahnede ne oluyor?” sorusu. Ne oluyor, nasıl oluyor, neden oluyor ya da neden olamıyor, bu insanların ihtiyacı ne, birbirlerini hangi rollere itiyorlar, kendilerinden ve birbirlerinden ne yapmaya çalışıyorlar… Bütün bunlara baktığımızda sadece film hakkında değil, kendimiz ve yaşam hakkında da düşünmüş oluyoruz. Dolayısıyla atölyede başlayan bu dikkat pratiği, tüm hayata yayılıyor ve bu sayede iyileştirici etki sağlıyor. Sunumları, yaşadığımız güncel olaylardan, toplumdan ve kendi yaşamımdan örneklerle ve metaforlarla destekliyorum. Katılımcılardan gelen soruları yanıtlıyorum. Bütün bunlar, konuların somutlaşmasını, gözle görülür elle tutulur olmasını sağlıyor. Filmleri nasıl seçiyorsunuz?
Bu sezon atölye programında 8 tema ve yıllardır izlediğim bine yakın filmin arasından seçtiğim yaklaşık 50 film var. Neredeyse hepsi 2000 sonrası yapımlar. Amerikan bağımsız sinemasından, Avrupa festival filmlerinden, popüler
filmlerden örnekler mevcut. Sinema ruhu iyileştirir mi? Bir filmi çözüm önerisi gibi sunmak doğru mu?
Ruhu iyileştiren ilişkidir. Sevdiklerimizle kurduğumuz ilişki, terapistimizle kurduğumuz ilişki, kendimizle ve yaşamla kurduğumuz ilişki… Kendimizi ve karşı tarafı anlamanın bu ilişkiler üzerindeki etkisi büyüktür. Sinema, insanı ve yaşamı anlamak adına katalizör işlevi görür. Filmin karakterleriyle özdeşleşir, onlar gibi hisseder, onlar gibi biz de filmin hikâyesinin içinden geçeriz. Bu bize kendi yaşamımızla ilgili pek çok şey çağrıştırır. İyileşmede aslolan, bu çağrışımlara verdiğimiz anlamdır. Sinematerapi Atölyesi’nde filmleri çözüm önerisi olarak sunmuyorum, filmlerin yarattığı çağrışımlara verilebilecek alternatif anlam önerileri sunuyorum. Bu da katılımcılarda hem görüş netliği hem de esneklik sağlıyor.
4 EKİM’DE BAŞLIYOR
Sinematerapi Atölyesi bu sezon 4 Ekim’de başlıyor. Her salı akşamı düzenlenecek atölye toplam 8 hafta sürecek. Ekimden mayısa kadar üç kez tekrarlanacak. Kontenjan elverdiği ölçüde hâlihazırda sürmekte olan programa herhangi bir temadan başlanabiliyor. Atölyeyle ilgili detaylı bilgi: www.suleoncu.com
EN BÜYÜK SORUNUMUZ…
En büyük sorun ayrışma-bireyleşme-farklılaşma hattında yaşanıyor. Ne yazık ki çocuk veya ergen kalan bir toplumuz. Bu aynı zamanda potansiyelimizi gerçekleştirememek anlamına gelir. Beş metre uzayacak bir ağacın iki metre uzadığını ve meyve veremediğini düşünün. Öte yandan, kadın erkek ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşanıyor. Yakın ilişkiye yer açmak, cesaret edebilmek zorlaştı. Vahşi metropol koşullarında, erkek genellikle kabuğuna çekilip yalnızlaşarak korumaya çalışıyor kendini; kadın her şeye rağmen ilişki çabasında ama muhatap bulamıyor. Bu sorunlarla ilgili Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ filmiyle Çağan Irmak’ın ‘Babam ve Oğlum’ ve ‘Issız Adam’ filmlerini
inceliyorum atölyede.
AŞK ACISINA ‘SİL BAŞTAN’
Çeşitli türleri var tabii aşk acısının. Diyelim ki karşılıklıydı ve yaşandı bitti. Bu durumda aşk acısı ayrılık acısıdır ve onu çekmemek için aşkın dengeli bir ilişkiye evrilebilmesi gerek. Bunu ne belirler diye sorarsanız: Aşkın yarattığı illüzyon perdesi gözümüzün önünden çekildiğinde; aşıkken birbirimize tuttuğumuz dev aynalar kırılıp döküldüğünde karşımızda gördüğümüz kişinin gerçekliğine dayanabiliyor muyuz? (Ki aslında gördüğümüz, onun bize yansıttığı kendi gerçekliğimizdir aynı zamanda). Zayıflıklarıyla, saçmalıklarıyla, sakatlıklarıyla, insani zaaflarıyla karşımızdakini ve kendimizi kabul edebiliyor muyuz? Bunlar belirler ilişki sürecek mi, yoksa başka bir aşk arayışına mı girilecek. Bu konuda en iyi örneklerden biri ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan)’ filmi.