sibel.ates@aksam.com.tr
Ayşe Kulin’den Sinan Akyüz’e, Muzaffer İzgü’den İpek Ongun’a kadar pek çok sevilen yazarın yolu ‘Altınkum Yazarlar Festivali’nden geçti. Bu festivalin mimarı kültür emekçisi Hayri Kandemir şimdi bu anılarını ‘Didim’in Misafirleri’ kitabında anlatıyor.
Öncelikle klasik soruyla başlayalım, Hayri Kandemir kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1957 yılında Kırıkkale’nin Keskin İlçesi’nde doğdum, kalabalık bir aile içinde büyüdüm. 7 kardeş 2 odalı bir gecekonduda bir tabaktan hep beraber yemekleri paylaştık. Babam Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nda işçi olarak çalışıyordu. Bazı yemeklerin içinde annem az da olsa et kullanırdı. Yemek yerken en çok dikkat ettiğim şey babamın o et parçalarını kaşığıyla bizlerin önüne doğru iteklediğiydi. Çocuklarının yemesini istemesi gözlerimin önünden hiç gitmemiştir. Toprakta büyüdük. Enerjimizi de inanılmaz şekilde topraktan aldık. Çocukluğumda simit sattım, ayakkabı boyacılığı yaptım, garsonluk yaptım, sabahları 5’te kalkıp çarşıda bulunan simit fırınına giderek 20 adet simit alırsam 1 tane hediyesi olurdu. Onları çarşıdan eve kadar satarak gelip işe gidecek babamın bakkaldan ekmeklerini aldığımda inanılmaz duygular yaşıyordu. 1980 yılında İzmir’e geçtim. 10 yıl kadar devlet memurluğu görevinde bulunduktan sonra memurluktan ayrılarak hayalimde her zaman yer edinen İzmir Konak’ta Ezgi Kitabevini açtım. Kitabevinin yanı sıra konser ve yazar buluşmaları organizasyonlarını yaptım.
Altınkum Yazarlar Festivali adınızla birlikte anılıyor, imza gününden festivale giden uzun yolculuğu biraz anlatır mısınız?
Başlangıçta her şeyi önceden kestiremezsiniz. Doğru adımlar doğru şeyler yaptığımız sürece zor da olsa önümüz açılıyor. “Ne çektiysem dilimden çektim” diyen ünlü teorik fizikçi ve bilim insanı Einstein’i örnek alarak dilin önemini kavradım. Onları ikna ederek, konuklarımızın uçaktan inişinden otele yerleştirmesine kadar olan sürecin yakından takipçisi olmak, onları Didim’de incitmeden gerçekten bir misafirperver olarak ağırlamak ve yazarlarımıza verdiğimiz önemi göstererek onların duygularına hitap etmek önemli, bunu yapıyoruz. Dostluklara dönüşen yol da böylece pekişmiş oluyor.
Doksanlı yıllarda büyük şehirlerde dahi kültür-sanat etkinliklerinin sayısı bir elin parmağını geçmezken, siz festivalinize ivme kazandırdınız. Bu süre boyunca en unutamadığınız anı hangisidir?
Muazzez İlmiye Çığ’ın 101 yaşındayken kitap imzalamasını hayranlıkla izledim. Hayranlıkla izlediğim ünlü yüzleri bire bir ağırlayarak onlarla tanışmak benim için inanılmazdı. İmzadan sonra Erol Parlak hoca ve kalabalık bir grupla yemek yemek için bir restorana oturduk. Erol Parlak saz istedi, gecenin yarısıydı, evdeki uzun saplı sazımı getirdim. 5 dakika içinde sazın perdelerini ayarlayarak ses tonuna uygun bir hale getirip Neşet Ertaş’ın parçalarını inanılmaz derecede yorumlayarak beni şaşkına uğratmıştı. Kendisi konservatuar ses eğitim akademisyenidir; eğitimin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kavramış oldum.