141 kere maşallah

SİBEL ATEŞ YENGİN
sibel.ates@aksam.com.tr

17 Ocak 1875 yılında hizmete giren Karaköy-Beyoğlu Tüneli 141. yaşını kutladı. Biz de bu vesileyle Tünel’in yükünü çeken dev makaraların bulunduğu Cer Atölyesi’ni ziyaret ettik. 40 yıldır hizmet bakım kısım amirliği görevini yapan Gökhan Doğan’dan Tünel’in bakım sistemini ve başlarına gelen üç ilginç hikâyeyi dinledik. Elbette 141 yıllık geçmişe sahip Karaköy-Beyoğlu Tüneli’nin tarihine de kısa bir yolculuk yapmayı unutmadık. 

ŞİMDİKİ SİSTEMİMİZ DAHA GÜVENLİ

Atölyede günlük, aylık ve yıllık bakımlarımız oluyor. Hem önleyici hem de düzeltici bakımlarımız var. Her gün arabaların seslerini dinliyor ve kontrollerimizi yapıyoruz. Herhangi bir teknik arıza varsa bildiriyoruz ve gececi arkadaşlar gerekeni yapıyor. Haftalık bakımlarımızda da arabaları, lastikleri kontrol ediyoruz. Aylık bakımlarda arabanın alt aksamının, bojilerinin bakımını yapıyoruz. Daha sonra teknik kısımlar kontrol ediliyor ve yağlaması yapılıyor. Frenlerine bakılıyor. Ayık ve üç aylık kontrollerde kablolar tek tek inceleniyor. Kopukluk var mı diye bakılıyor. Çelik kablolarımız 80 ton mukavemetinde 112 tane tel ve yedi kattan meydana geliyor. Yedi katın da farklı et kalınlıkları var. Çelik kablolarımızın on senelik ömrü var. 10 sene sonra kopmalar başlayınca yeniliyoruz. Eskiye göre şimdiki sistemimiz daha güvenli. 

141 YILLIK GEÇMİŞ

Yıl 1867. Galata o dönemin önemli bir mali ve ticari bir merkez olması nedeniyle epey kalabalık bir bölgeydi. İstanbul Borsası, gümrük,  işyerleri, mağazalar ve antrepolar bu bölgede bulunuyordu. Keza Beyoğlu da eğlence yerleri, otelleri ve elçilikleriyle İstanbul’un kalabalık yükünü taşıyordu. Galata’dan Beyoğlu’na çıkmak isteyenler bu iki merkezi birbirine bağlayan Yüksekkaldırım’ı geçmek zorundaydı. Buradan sadece insanlar geçmiyor, hayvanlarla da yük taşınıyordu. Yüksekkaldırım’ın çok dik, bakımsız ve eğiminin yüksek olması hem yayaların yürümesini hem de hayvanların yük taşımasını zorlaştırıyordu. Atlarla o yokuşu çıkmanın zorluğunun yanında bir de düşme riski vardı. Cadde çok geniş değildi, üstelik kimi yerde daralıyordu. 

PROJENİN İLK ADIMI

O dönem Fransız mimar Eugene Henri Gavand’ın turistik gezi nedeniyle İstanbul’a gelmesi bu bölgenin ulaşımının seyrini değiştirecekti. Gavand gezi esnasında Galata’yla Beyoğlu arasında çok sayıda insanın o dik yokuşu tırmanıp inmesini gözlemlemişti. Gavand’ın tahminine göre bu iki kalabalık merkez arasında günde 40 bin kişi gidip geliyordu. Gavand’ın mühendis zihni, insanların ulaşımını kolaylaştıracak parlak bir fikir getirdi aklına. Fransız mühendis, Galata’yla Beyoğlu arasında asansör şeklinde yapılacak yeraltı demiryoluyla insanların ve eşyaların taşınmasının daha kolay olacağını düşündü. Bir yandan halkın rahatlığı sağlanırken kendi de bu sayede kazanç elde edecekti. Bu fikirle ülkesine dönen Gavand, kendisine maddi destek sağlayacak kişilerle görüşmeye başladı. Projesine destek verecek kişileri bulduktan sonra 1868 yılının Şubat ayında İstanbul’a geldi ve Tünel Projesi’ni Babıali’ye sundu. Dönemin yetkililerinden olumlu karar çıkınca 6 Kasım 1868’te Nafia Nazırı Davut Paşa’yla bir şartname imzaladı. Bu şartnameye göre Henri Gavand Osmanlı Hükümeti’nden hiçbir nakdi yardım almadan zararı ve hasarı kendine ait olmak üzere demiryolunu inşa etmeyi ve işlettirilmesi hususuna uymayı kabul etti. 

GÖRKEMLİ TÖRENLE AÇILDI

Galata’yla Beyoğlu arasına inşa edilecek bu tünel aracılığıyla iki merkez arasında direkt bağlantı kurulacaktı. Tünel içine demiryolu döşenecek ve sabit buharlı makinenin halatlarla çekeceği vagonlar yolcu taşıyacaktı. Hummalı çalışmalar sonunda inşaat çalışmaları bitti. Tünelin boyu 555,80, çapı 6.70, yüksekliği ise 4.90 metreydi. Tünelin içinden geçen demiryolunun uzunluğuysa 626 metreydi. Nihayet 17 Ocak 1785 yılında Tünel’in açılış merasimi düzenlendi. Merasimin başlamasını bekleyemeyen halk çoktan tören alanında yerini almıştı. Birçok devlet adamının  yer aldığı törene şirket adına İstanbul temsilcisi Baron de Foelekersahb ile Genel Müdür William Albert eşlik ediyordu. Kalabalık bir halk topluluğu, elçilik mensupları, mali ve ticari alanda tanınmış şahsiyetler de tören yerindeydi. Ancak Tünel Projesi’ni ortaya atan, yapımını neredeyse tek başına gerçekleştiren Gavand tören alanın olmaması dikkat çekmişti. Onca çabaya rağmen tam emeğinin karşılığını görecekken şirket tarafından uzaklaştırılması belli ki Gavand’ı gücendirmişti. Görkemli bir törenle açılan Tünel’in tüm vagonları dolmuştu. Birinci ve ikinci mevki olarak ayrılan vagonlarda ışıklandırmalar yapılmış, istasyonun içi ve dışı süslenmişti. Trenin ön vagonunda hayvan, eşya ve arabalara yer verilmişti. Halkın epey ilgisini çeken Tünel’de iki hafta içinde 75 bin yolcu seyahat etmişti. İstanbul’un iki önemli merkezini birbirine bağlayan ve dünyanın ikinci metro olma özelliği taşıyan Tünel, 1939 yılında Nafia Vekili Ali Çetinkaya’nın girişimleriyle millileştirildi. Daha sonra 1 Mart 1939’da hükümete devredildi. Ve 1971 yılında dönemin İstanbul Belediye Başkanı Fahri Atabey İETT Genel Müdürü, Saffet Gürtav, İEET ilgileri, halk ve basın mensuplarının katıldığı bir törenle elektrikli Tünel’in resmi açılışı yapıldı.  

TÜNELDEN EVİNE GİDECEĞİNİ ZANNETMİŞ

1979 yılıydı. Sigara kaçakçılığı yapan bir vatandaşımız polisten kaçıp tünelin içine giriyor. Arkadaşımız yüz metre uzaktan kaçakçıyı görüyor ve fren yapıyor. Fren sistemimiz çelik kablo olduğu için öyle birden dire duramıyor. 30 metre kademeli olarak durur. Neyse tam makas bölgesindeyken tren duruyor. Kaçağa biraz dokunuyor. Neyse ki bir şey olmuyor. Sigaralar yerlere yayılıyor. Adamı alıp kurum doktoruna götürdük. Doktorumuz bir gün müşahade altında kalması gerektiğini söyleyince adam imzayı atıp çıkıp gitti. 80’li yıllarda da bir grup genç tünelin içine girmiş. Yuvarlak bir masa kurmuşlar. İçecekler, yiyecekler. Makinist görüp haber verdi, adamları çıkardık. İki ay önce bir kadın tünelin içine girmişti. Tam makasın oradayken arkadaşlar görmüş. Sohbet edince anladık ki Alzeheimer hastasıymış. Öğretmen emeklisi kadın, evinin yolunun oradan geçtiğini zannediyormuş.  

TÜNEL KAZALARI

İlk yıl içinde kablo kopması nedeniyle bir kaza oldu. Makinistlerin frene basmasıyla Galata istasyonuna 40 metre kala vagonlar zorlukla durabildi. Hasar olmadı. Ancak 1933 yılındaki kazada Ali Rıza Efendi isimli gardöfren hayatını kaybetti. Ali Rıza Efendi’nin ölümü vagonların herhangi bir yere çarpması ya da kayış kopması nedeniyle değildi. Karaköy’den hareket ettikten sonra hava almak için kapıyı açan Ali Rıza Bey, dengesini kaybedip düşmüştü. 1943 yılındaki kazadaysa halat kopmuş ve bir kişi hayatını kaybederken yirmi kişi de yaralanmıştı.