Günümüzde birçok alanda da Puantizm Sanat Akımı’nı kullandığımızı söyleyebiliriz. Günlük olarak kullandığımız televizyon, bilgisayar gibi elektronik eşyalarının çalışma prensibi bu akımla alakalıdır çünkü bu alanda küçük küçük renkler bir araya getirilerek geniş bir renk skalası elde edilir. Noktalıcılık anlamına da gelen puantizm Sanat Akımı’nın ileri gelen öncüleri arasında Georges Seurat, Paul Signac, Henri-Edmond Cross gibi bir çok ressam sayabiliriz.
PUANTİZM TARİHİ
Puantizm (Yeni İzlenimcilik), sanat eleştirmeni Félix Fénéon tarafından ortaya atılmış bir sanat terimidir. Terim 19. yüzyılın son dönemlerinde ortaya çıkmış Fransız akımı tanımlamakta kullanılır. Bu akım pointilist tekniklerin kullanımı, izlenimciliği özellikle şekil bazında daha netleştirmek gibi özelliklere sahiptir.
Neo-Empresyonizm olarak da bilinen ve sanat tarihine geçen bir akımdır. Bu akımın öncü sanatçıları, Georges Seurat ve Paul Signac'tır. Empresyonist görüşlerin etkisinde kalması sebebiyle bu akımın devamı sayılmaktadır.
Puantizm, renk tonlarını noktalar halinde ayrıştırarak resim yapma tekniğidir.[4] 19. yüzyılda ressamların tuval yüzeyine küçük noktalar halinde uyguladıkları renkler seyrederken göz tarafından kaynaştırılarak farklı renk algıları oluşturulur. Puantistler, bir bakıma bilimsel yöntemle renk karışımı uygulamışlardır. Renklerin yan yana geldiğinde oluşan etkileri araştıran bir akımdır.
1886'da Empresyonizm'den esinlenen yeni bir sanat kuramı ortaya atıldı. “Neo-Empreyonist” harekete mensup bu sanatçılar grubu, Monet ve arkadaşlarının kuramlarını reddetmiyorlardı. Tersine, Empresyonizm'in bıraktığı yerden devam etmek istiyorlardı. Bununla birlikte onların resimdeki rastlantısal tutumlarını ve salt içgüdüsel sanat anlayışlarını bütünüyle kabul etmiyorlardı.
Neo-Empresyonistler, kesin kurallardan ve ilkelerden kurulu akla dayanan bir yöntemi savundular. Tam anlamıyla yenilikçi olmalarına rağmen, geleneksel olana inanıyorlardı ve Delacroix'den kuvvetle etkilenmişlerdi. Kuramlarının sözcüsü olan Signac, 1899'da La Revise Blanche'da çıkan “D' Eugéné Delacroix au Néo-Impressionisme” adlı makalesinde, bu yeni akımın kaynaklarının, amaçlarının ve ilkelerinin açık bir dökümünü yapmıştır. Signac, makalesinde iki sözcüğü birbiriyle kıyaslamaktadır. Bunlar, gerçek bir sanat kuramı olan “divisionnisme” (bölmecilik) ile, az ya da çok Bizans mozaiklerinden esinlenmiş bir teknik olan “pointillisme” (noktacılık)dır.
Seurat, bu yeni sorunu, sanki bir matematik denklemiymiş gibi göğüslemeye hazırlanıyordu. Empresyonistlerin yöntemlerinden yola çıkarak, renk teorisini inceledi ve tablolarını, saf renklerden, aynı boya fırça vuruşlarını kullanarak, bir mozaik gibi boyamaya karar verdi. Bu yolla, renklerin gözde (daha doğrusu beyinde), yoğunluk ve parlaklıklarını yitirmeksizin kaynaşabileceklerini umuyordu. Seurat, kendi tekniğinin karmaşıklığını gidermek için, kullandığı biçimleri, Cézanne'ın düşündüğünden bile daha aşırı bir şekilde basitleştirmek zorunda kaldı. Seurat'ın dikey ve yatay çizgileri vurgulama yönteminde Mısırlı sanatçıları andıran bir şeyler vardı. Bu vurgulama yöntemi, aslına bağlı verilmiş olan doğal görünümlerden uzaklaştırılmış, belirli bir ifade taşıyan ilginç desenler üzerinde araştırma yapmaya yönlendirilmiştir.
Seurat'ın resimleri gittikçe mekan yönünden sığlaştı ve çok yüzeyci bir nitelik kazandı. Son resimlerden biri olan “Sirk” adlı tablosunda bu çok belirgindi. Resimde düzlüğü belirtmek için Seurat, elinden geleni yapıyordu. Figürleri modle etmiyor ve çizgi perspektifi kullanmıyordu. Seyircinin bu resim karşısında gözü aşağı yukarı doğru gezinir. Bu özellik Seurat'a resimsel konstrüksiyonu matematiksel bir kesinlikle kurmayı sağlamıştı. Göze en uyumlu gelen ölçüleri de kullanıyordu.
Yüzyıllar boyu geometrik amaçlı merkezi perspektifin yanında yer alan renk ve hava perspektifleri öncelikle ışık olgusunu üstlenmişlerdir. Ne var ki, başta dinsel olmak üzere, kendisi dışındaki çeşitli içeriklerin hizmetinde yer alan ışığın bağımsızlığını kazanması oldukça uzun bir süre almıştır. Bu bağlamda ışığın etkisi ve optik yasalar üzerindeki araştırmaların tutarlı bir kurama göre sanatsal biçime dönüşmesi yeni-izlenimciliğin armağanıdır bize; çünkü Seurat'ın öncü olduğu bu akımda nesnelerin oylumu ve rengi için gereken çizgi ile palete karıştırılan renkler geçerliliğini yitirmiştir artık. Bir başka deyişle, yani izlenimciliğin öngördüğü yolda çizilen renkli yüzeylere kadar ışıklı ya da gölgeli bölümlerin tümü tek tek renkli noktalar toplamına indirgenmiş olup, taştan havaya, ağaçtan suya kadar hemen her şey kendi özdeksel varlığından soyutlanarak muayyen bir görünüş biçimine uyarlanmıştır şimdi. Belli bir uzaklıktan bakıldığında mekan ve figür yansımasına olanak veren bu biçem, aslında Rönesans'tan bu yana geçerli olan renk ve hava perspektifini geliştirmenin ötesinde, çok daha farklı bir oluşumu hazırlamıştır. Buna göre, resmin kendi gerçekliği adına, mekan ve yüzeyi parçalara ayıran yaklaşım, sanat tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.
Gerçi bu gelişmenin, özellikleri sonuçları açısından değerlendirilmesinde herkesin aynı fikri paylaştığını ileri sürmek güçtür.
Bu bağlamda kısaca Seurat'ya, yeni-izlenimciliğin bu spiritus rector'una döndüğümüz zaman, resimsel mekan açısından dolaylı ama önemli ile karşılaşıyoruz. Gerçi öngördüğü uyumun–dingin, neşeli ve hüzünlü olmak üzere üçe ayrılmıştır bu -çizgi, ışık ve renkte bulan Seurat, resmin öğelerini belli bir biçime bağlamaya gelince hayli zorlanmıştır bunda; çünkü ruhsal gerçekliğin betimlenmesi ışığın gerçekçiliğine bağımlı kılınmıştır yeni-izlenimcilikte. Öte yandan renk uyumu, ya çizgisel kopmalar ya da sonsuz yinelemenin sıkıcılığı ile doludur burada. Ancak, Raphael'in de vurguladığı gibi, mekanı biçimlendirme (yaratma) istemine dikkat edildiğinde insanın kafası büsbütün karışmaktadır; çünkü bu biçimlendirme tarzı dekoratif düzeyle ilişki içinde değilse, doğa yanılsamasına özgü mekan terk edilmemiştir.
Buna göre yeni-izlenimcilik resimsel mekana ilişkin farklı öneriden çok, tıkanma noktasına varan bir soruna işaret etmesi bakımından bizim için önemlidir. Bu sorunla hesaplaşma, modern resmin başlangıcıdır artık.
Tam karşılığı "Yeni Empresyonizm" olan bu akım, Empresyonizmin bir devamı ve bir kolu olarak kabul edilmelidir. Şu, farkla ki, güneş ışığını inceden inceye serbestçe bir teknik ve duygunun rol aldığı bir coşkunlukla canlandıran Empresyonistlerin bu tutumuna karşılık, puantizm (Neo-Empresyonizm) daha rasyonel, daha bilimsel motorlarla uygulamış, renkleri, şaşmaz bir kesinliğe vurarak, yan yana gelmiş küçük kareler -dikdörtgenler- halinde tuval üstüne sıralamıştı.
Noktacıların temelde vurguladıkları şey, bilimsel metotlarla renk karışımını uygulamaktır. Bundan amaç, göz yolu ile renk karışımını sağlamaktır. Bu akımın sanatçıları, renkleri paletlerinde karıştırmayıp direk tuval üzerinde noktalar halinde koyarak çalışıyorlardı. Bu akım, bundan dolayı "noktacılık" olarak anılmaktadır. Dilimizde puantizm, puvantizm olarak da geçer.
Noktacılık tekniği, Chevreul'ün renklerin karşıtlığı üstüne yaptığı buluşlara dayanır: ressam tuvalin üzerine sırf katkısız boyalar koyar; tuvalde her bölümün rengi ve renk değerleri arasındaki ilişkiler, renklerin belli bir amaca göre yan yana getiriliş sırasına bağlıdır. Ayrıca bu renklerin tuvalin her yerine eşit ışıklı titreşim vermesine dikkat edilir.
Empresyonistlerden söz ederken, belirtmiş olduğumuz gibi, bu akımın ana prensibi, paletten koyu renkleri kaldırarak yerine yalnız prizma'nın, güneş ışığının altı rengini koymak, ışık-gölge oyunlarını sarı, turuncu, kırmızı gibi sıcak, yeşil, mavi, mor gibi soğuk renklerle ifade etmekti. Bundan başka, Empresyonistler, renk karışımlarına dikkat ediyor, fazla rengi birbirine karıştırmıyorlardı. Ama bu kaygı, Empresyonistlerde, bir dogmatizm, kesin bir kanun şeklinde kendini gösteremiyordu. Puantizm, renk konusunu doğrudan doğruya sistemli ve bilimsel bir kalıba soktu ve tablolarının renk ahengini zerrece şaşmaz bir temele dayadı.
Yan yana konulmuş iki rengin, karışımlarından doğacak renk etkisini verebileceğine işaret ettik. Örneğin, ince şeritler, ya da nokta ve kareler biçiminde yan yana getirilmiş mavi ve kırmızı, mor, mavi ve sarı yeşil etkisi uyandırır. Gözün, bu etkiyi kuvvetle duyması için renklerin sürüldüğü alana az uzaktan bakması gerekir. Yakından bağımsızca yan yana getirilmiş görünen renkler az uzaktan bakılınca, "Göz yoluyla karışım" diyebileceğimiz olay sonucunda tek renk olarak kendini gösterir. Üstelik, bu tek renk, kuvvetlice bir titreşim sayesinde zenginleşir. Örneğin, yeşili meydana getiren sarı ve mavi, şerit ya da nokta halinde kendi bünyelerinden bir şey kaybetmediklerinden, olanca canlılıkları ile belirir, ama hemen yanlarında bulunan öteki rengin etkisinden kurtulamadıklarından, bu yakınlığın doğurduğu titreşim prensibine boyun eğerler.
Puantizmin büyük buluşu bu idi: Renkleri, nokta ya da kare olarak birbirine karıştırmadan tuvale koymak, bu suretle Empresyonizmin resim sanatına kazandırdığı parlaklığı, şeffaflığı bir kat daha arttırmak.
Puantizm akımının şefi olan Georges Seurat, 1884 yılında yeni bir kalıba dökülmüş Empresyonizmin ilk denemelerini göstermeye başladı. Ressamın "Banyo" adlı ilk büyük kompozisyonu 1884 "Müstakil Sanatçılar Sergisi'nde sergilendi ve hemen çok geniş yankıların uyanmasına yol açtı. Seurat, bu büyük tablosunda, bir yaz günü Seine Nehri kıyılarında yıkanan genç erkekleri gösteriyordu. Seurat, bu eserinde, yeni metodu tam bir kesinlikle uygulamamakla beraber, kullandığı teknik, Empresyonistlerin tekniğinden çok başkaydı. Bir kere Seurat, Empresyonistlerin ihmal ettikleri desen kesinliğini yeniden ele alıyor, bu bakımdan geleneklere uyarak, kompozisyonunu geometrik kalıplara döküyordu. Renkler birbirlerinden bağımsız "tuş"1ar, vuruşlarla karışmıyor, yan yana geliyor, "göz yoluyla karışım" -melange optique- prensibine uygun olarak uzaktan bakıldıklarında birbirine aşıladıkları etki sonucunda başka başka ton ve kıymet alıyorlardı.
Puantizmin diğer bir adı da Neo-Empresyonizm'di. İlkin Georges Seurat, onun peşinden Paul Signac, Henri-Edmond Cross, Charles Agrand, Albert Dubois-Pillet, "noktalama" tekniğini şaşmaz bir prensip olarak uygulamaya başladılar. Renkler, tüpten çıktıkları gibi, başka renkle karıştırılmadan, genel olarak küçücük dikdörtgenler halinde ve çok sık, birbirine çok yakın olarak tuvale sürülüyordu. Resimler, yakından bakıldıklarında, dama taşıyla benzerlik gösteriyorlardı. Binlerce küçücük karelerle örtülü dama taşları. Bu teknik, tabii, bütün tuval alanının tamamıyla örtülmesine engel oluyordu. Renk karelerinin birbiri üstüne binmemesi, egemenliklerini muhafaza etmeleri gerekiyordu. Bu yüzden, küçük renk karelerini ayıran boşluklarda resim tuvali, "muşambası" seçilebiliyor, renk karelerinin arasındaki bu boşluk Puantist tablolara daha büyük bir berraklık aşılıyordu.
Georges Seurat, birkaç büyük kompozisyon yaptıktan sonra genç yaşında öldü. Bugün İngiltere, Amerika ve Fransa müzelerinde bulunan eserleri arasında en ünlüleri "Banyo", "Grande Jatte adasında bir yas sabahı", "Sirk", "Kafe-Şantan" gibi noktalama tekniği ile meydana getirilmiş büyük çapta eserlerdir.
Bu akımın sanatçıları renkleri paletlerinde karıştırarak tuvale sürmüyorlar; onun yerine, karışımını yapacağı renkleri, tuval üzerine yan yana küçük noktalar halinde koyarak, bu etkiyi sağlıyorlardı. Örneğin mavi ve sarı renkleri, küçük noktalar ya da kareler halinde yan yana sürüldüğünde, uzaktan yeşil görünür. Gözün bu aldanışı, renklerde titreşim yaptığı için, resimde hoş bir görünüm sağlar. Bu akımın başlıca sanatçıları Seurat ve Signac'tır.[2][3] Öbür noktacılar (puantistler) arasında Theo Van Rysselberghe, Henri Edmond Cross, Lucie Cousturier, Jeanne Selmersheim, Charles Angrand, Dubois-Pillet, Hippolyte Petitjean'ın adları sayılabilir