Kan bedelini almak caiz midir?

Bir trafik kazası veya herhangi bir kaza sonrası alınan kan parası veya tazminat kaza geçiren kişinin yakınları tarafından karşı taraftan istenebilir. Kişi öldükten sonra alınan paranın caiz olup olmadığı bugüne kadar hep tartışılmış, üzerinde düşünülmüş bir konudur. Kazayı yapmaya vesile olan kişi bu parayı ödemekle yükümlüdür. Hukuki olarak da tazminat vermek durumundadır. “Kan bedelini almak caiz midir?” sorusunun detaylı cevabı haberimizde…

Kan bedelini, kan parasını almak caizdir ancak eğer kazada bedenen bir zarara uğranmadıysa alınan parayı sadece kaza masraflarına yetecek kadarını kullanmak daha iyidir. Paranın geri kalan kısmı eğer vücutta herhangi bir zarar yoksa bir hayır kurumuna bağışlanabilir. Eğer kaza sonucu herhangi bir organa zarar gelmişse paranın tamamı kullanılabilir. Fıkıh kitaplarımızda manevi zararlar için maddi tazminat alma şeklinde bir tazminat yoktur. Muasır ulemanın bir bölümü böyle bir tazminatı kabul ediyorsa da alınmaması yönündeki görüş daha takvaya yakındır. İşte kan bedeli hakkında detaylar…

KAN BEDELİ ALMAK CAİZ MİDİR?

Trafik kazasındaki ölüm yahut yaralanmadan dolayı para cezasına çarptırılan suçludan mirasçılar veya yaralanan mağdur, para alma hakkına sahip olurlar. Çünkü İslâm hukukunda kasten öldürmelerde kısas, kastın dışındaki öldürmelerde ise diyet vardır. Yâni suçlu, mağdura diyet olarak para öder.

Ayrıca maddi zararların da karşılanması gerekir.

Trafik kazası sonucu bir müminin ölümüne sebebiyet veren kişinin durumu ile ilgili olarak, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:

"Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, bir mümin köleyi azat etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (...) Bunlara imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay art arda oruç tutması gerekir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Nisa, 4/92).

Buna göre, ölüme sebebiyet veren kişinin, kefaret olarak iki ay aralıksız oruç tutması; ayrıca ölenin yakınlarının talep etmesi hâlinde, suç oranında diyet ödemesi gerekir. Diyetin tamamı ise 100 deve veya bedelidir. Bu itibarla, kefaret olarak iki ay oruç tutulması ve mahkemenin belirlediği suç oranında diyet ödenmesi gerekir.

Kişinin ve sigortanın, ölen veya yaralanan şahsın yakınlarına ödemiş olduğu tazminatlar ödenmesi gereken meblağdan düşülür.

Birden fazla maddi zarara, yaralanmaya veya ölüme neden olunmuşsa, bütün zararlar ve tazminatlar ödenir.

Cevap 1:

Trafik kuralları, insanların mal ve canlarını korumak için yöneticilerin koyduğu kurallar olup, bunlara uymak dinin de emridir. Bu açıdan dikkatli olmak gerekir. Memur görmese de meşru olan kurallara riayet etmek gerekir. Kurallara riayet etmeyeni memur görüp ceza yazmazsa kul hakkı yemiş olmaz, ama kural ihlali bir çeşit kul hakkına tecavüz olduğu için, bundan sorumlu olur.

İnsanların tesis ettiği bir mekanizmanın kurallarını insanların belirleyebileceği esasına dayanılarak "Trafik kaidelerine uymak vaciptir." fetvası verilmiş olduğundan, bu konuda şoförün ve yayaların bu kaidelere uyması vacip sevabı kazandıracaktır. Uymamak da kişiyi sorumlu kılacaktır.

Bu sebeple, hangi yolda hangi hızın yapılması gerektiği ile ilgili trafik kaidelerini umursamayarak bir kaza yapmakla ya da başkasına zarar vermek kişiyi sorumlu kılar.

Trafik kuralına uymamaktan dolayı hayatını kaybeden veya başkasının hayatını tehlikeye sokan bir yaya da sorumludur.

Dini ölçüler içinde, bir bıçağı, karşınızdaki insana ucu öne doğru biçimde uzatmanız bile hoş karşılanmaz. Elinize bir döner bıçağı alıp ileriye doğru doğrultarak kaldırımda ilerleseniz insanlar için nasıl bir tehlike oluşturursunuz?

Bir otomobilin içindekiler ya da diğer insanlar açısından oluşturacağı tehlike otomobilin hızından dolayı, kaldırımda hareket eden bir bıçaktan farksızdır.

Bugünkü trafik şartlarında, trafik kaidelerine uymadığınız zaman dikkatsizliğinizle, dini ölçüler içinde bir katil olup, ebedi hayatınızı karartmanız oldukça kolaydır.

En hafifinden bir yayaya çarparak onu sakat bırakmanızın ve o yayanın ömrü boyunca bunun ıstırabını çekmesinin uhrevi karşılığı bugünkü ceza yasalarıyla kıyaslanamaz.

Allah Adil-i mutlaktır. Ve ceza en azıyla verdiğiniz ıstıraba denk olacaktır.

"Sebep olan yapan gibidir.", kuralını esas alıp ona göre hareket etmek gerekir. Kusur varsa günah da vardır. Her halükarda trafik kurallarına riayet etmek gerekir. Bu hak konusunda, her canlının hayatı önemlidir ve her haklının hakkına riayet etmek gerekir.

Başkasının yol hakkını ihlal anlamına gelen kural ihlalleri bir suçtur ve bir kul hakkının ihlalidir. Tabii ki, haktan hakka fark vardır. Günahtan günaha fark vardır. Bu sebeple, mümkün oldukça başkasının yol hakkına ve evrensel trafik kurallarına uymak gerekir. Kur’an’da bir hardal tanesi küçüklüğünde de olsa, iyilik ve kötülük namına ne varsa, hepsinin tartıya getirileceği ifade edilmektedir(Enbiya, 21/47; Lokman, 31/16).

Kul hakkını da Allah’ın hak ve hukukunu da çiğneyerek Onun huzuruna çıkmamak gerekir. Bunun yolu pişmanlık duyup işlene suçlardan tövbe etmek ve kulluğun gereği olan hak yolda yürümektir.

Kul hakkının tövbesinin bir şartı da ondan helallik almaktır. Bu mümkün olmadığı takdirde, hakkını ihlal ettiğimiz kişiye dua etmek ve sevaplarımızın çoğalmasına çalışmak gerekir. İmam Gazalî’nin ifade ettiği gibi, Öyle çok ve güzel sevap paketlerini hazırlayalım ki kıyamet günü haklarını ihlal ettiğimiz kimselere sevabımız dağıtıldıktan sonra, geriye bizi kurtaracak kadar da kalmış olsun. Allah dilerse, alacaklı-verecekli kullarını orada barıştıracak ve ikisini de cennetine koyacaktır. Deyiş yerindeyse, -kuvvetli bir ihtimalle- böyle bir torpil ancak hayat boyu Allah’ın rızasını esas alan, suçunu itiraf edip tövbe eden, yaptıklarından pişmanlık duyan, Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnememeye gayret eden takva sahipleri için olur.

İlahî imtihan şakaya gelmez, bir anlık bir öfkeyle zedelenmez, beş kuruşluk bir menfaatle heba edilmez, iki dakikalık bir öncelik kazanmakla kaybedilmez bir ciddiyete sahiptir.

Cevap 2:

İslam hukukunda, adam öldürme ve yaralamalarda mağdur tarafa ceza ve kan bedeli olarak ödenen mala diyet denir. İnsanlık tarihinde öldürülen şahsın yerine kan bedeli ödenmesi uygulamasının uzun bir geçmişi vardır.

Kur’an, öldürmede kısasın farz kılındığını bildirdikten sonra, ancak

“Kim (din) kardeşi tarafından affedilirse o zaman marufa uymak, güzel ve tam olarak ödeme yapmak gerekir. Bu, Rabbinizin bir hafifletmesi ve rahmetidir.” (Bakara, 2/178)

Bu ifadeyle kısastan vazgeçilmesi hâlinde, Müslümanların genel kabulünü gören bir ölçü (maruf) çerçevesinde ve gerektiği şekilde diyetin ödenmesi hususuna işaret eder.

Yine konu ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de hataen adam öldüren ile ilgili ayette ise, diyetten açıkça (lafzan) söz edilir ve yanlışlıkla bir müminin öldürülmesi hâlinde belirli cezalar dahilinde öldürülenin ailesine ödemek üzere diyet verilmesinden bahsedilir. (Nisa, 4/92)

Kur’an’da diyetin miktarı ve ödeme şekliyle ilgili bir ayrıntıya yer verilmez.

Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetinde diyet konusunda bir hayli ayrıntı ve uygulama örneği mevcuttur.

İslam Hukukunda Cezalar:

1. Had,

2. Kısas,

3. Diyet,

4. Tazir gibi kısımlara ayrılır.

İslam hukukunda sadece insanın değil, zarar gören diğer canlıların ve eşyanın da hukuken koruma altında olması, hukuka aykırı şekilde meydana gelen malî ve bedenî her zararın imkan ölçüsünde giderilmesi İslam hukukunun genel amaçları içerisindedir.

DİYETİN MİKTARI

Diyetin miktarı Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen hadislerle Hulefa-i Raşidin’in söz ve uygulamalarında ayrıntılı olarak geçer. Peygamberimiz, müteaddid hadislerinde bunu yüz deve olarak ifade etmiştir. Bazı hadislerde diyet miktarı 1.000 dinar altın, 12.000 dirhem gümüş, hatta 200 sığır, 2.000 koyun veya yüz elbise olarak da geçer.

Diyet miktarıyla ilgili olarak Hz. Ömer’in deve fiyatlarının yükselmesi sebebiyle 1.000 dinar altın 12.000 dirhem gümüşün yanısıra 200 sığır, 2.000 koyun, 200 elbiseyi de zikrettiği, her bölge halkının kendi bölgesinde yaygın olandan, mesala Mısır ve Suriyeliler’in altından, Iraklılar’ın gümüşten diyet vermesi gerektiğini belirttiği rivayet edilir. Bu ve benzeri rivayetler diyetin hangi tür mallardan ne kadar ödeneceğini belirtir.

İmam Şafii, İbni Hazm ve Hanbeli fakihlerinin çoğunluğuna göre diyette sadece deve asıl olup, diğerleri onun değerlerini açıklayan bir nitelik taşır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in döneminde deve fiyatlarının düşük olup diyet miktarının 400, 800 dinar veya 8.000 dirhem dolayında olduğu, deve fiyatlarının daha sonra yükselmesiyle Rasul-i Ekrem’in bunu 1.000 dinar ve 12.000 dirheme çıkardığı bir vakıadır.

UYGULAMA

Osmanlı toplumunda Hanefi mezhebinin musamahası çerçevesinde, kolaylık sağlamak amacıyla diyetin gümüşten verile geldiği, Mısır’da da yetkili mercilerin diyeti altından ve gümüşten ayrı ayrı tespit ederek borçlu tarafa seçme hakkı tanıdığı bilinmektedir.

İslam ülkelerinin diyet konusunda mahalli örf ve ülke şartlarını da göz önünde bulundurarak, iki tarafın haklarını gözeten ölçüde bir değer tespitine gitmeleri, bu konudaki rivayetlerin ve doktrinler görüşlerin amaç ve ruhuna uygunluk gösterir.

Batı hukuku kaynaklı ceza kanunlarında hakim olan, suçluyu koruma temayülü ve ceza hukukunun, kamu hukuku karakteri, adam öldürme ve müessir fiil suçlarında çok defa suç mağdurunun şahsi haklarının göz ardı edilmesine yol açmakta ve onu tatmin edecek çözümler bulmada yetersiz kalmaktadır.

İslam hukukunda öldürme, yaralama ve sakat bırakmalarda suçluya onun yakın çevresine, meslekî teşekküllere ve son olarak devlete yüklenebilen diyet borcu, suçluyu cezalandırmaktan çok, haksız fiilden doğan zarar ve mağduriyeti gidermeyi, suç mağdurunun haklarını korumayı hedef alır. Bu husus, özellikle hata ve ihmal sonucu meydana gelen ölüm (trafik kazası gibi) yaralama veya sakat kalmalarda daha belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Günümüzdeki sosyal güvenlik ve sosyal devlet anlayışının da desteğiyle, klasik doktrindeki diyet kurumunun çağımız toplumlarında yeni bir anlayış ve yapıda işlerlik kazanması, böylece haksız şekilde meydana gelen ölüm ve yaralamadan mağdur olan şahısları koruyucu ve tatmin edici bir sosyal güvenlik ağının kurulması mümkündür. (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)

TRAFİK KAZASI

Trafik kazaları, genelde hataen meydana gelen bir vakıadır. Bu da yukarıda bahsi geçen, ayette de işaret edildiği gibi, hataen adam öldürme suçuna girer. Cezası da ona göre takdir edilir. Burada ölenin en yakın velileri kimse, onlar söz sahibidirler. Onlar dilerse İslam hukukunda takdir edilen ne ise onu talep ederler. İsterlerse karşı tarafın gücü yoksa makul bir yol bulunarak her iki tarafın da razı olacağı gönül rahatlığı ile helalleşerek neticelendirmeleri güzel olur.

İslam ceza hukukuna göre, bir Müslümanı haksız yere ve bilerek öldüren kimsenin cezası kısas, yani idamdır. Bunu affetme selahiyeti yalnızca maktülün ailesine aittir.

İslam hukukuna göre diyeti, öldürenin ailesi öder. Bunların gücü yetmez ise devlete başvurur. Beşerî sistemlerde, ölenin velileri ceza konusunda söz sahibi değildir. Hatta kasten adam öldürenlerin durumu ile ailelerine sormadan, onların görüşleri alınmadan, onlar hiçe sayılmak suretiyle katil hak ettiği ceza ile cezalanmamakta veya bir af vesilesi ile serbest bırakılmaktadır.

Allah (c.c.) ise şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.” (Bakara, 2/178-179)

"Kısasta hayat vardır." sözü, gerçekten dikkate değer bir ifadedir. Zira kısas tatbik edilirse bir kişinin öldürülmesiyle pek çok kimsenin emin bir hâlde yaşaması sağlanır.

İslam, suça iten sebepleri azami ölçüde ortadan kaldırmış, insanın insanı kamil derecesine ulaşması için tedbirler almış, insanın dirisine de ölüsüne de değer vermiş, her birinin haklarını korumuştur.

Beşeri sistemler, haksız aflarla "ölen ölmüştür" diyerek katilleri serbest bırakmakla, ölenin yakınlarını ömür boyu vicdan azabına mahkum etmektedir.

Şu da iyi biline; beşeri sistemlerin eksiklikleri ve yanlışları ilahî sistemle tamamlanamaz. Zira ilahî sistem kendi hâliyle bir bütündür, bütün olarak yaşanır.

ÖDEME ÜSULÜ

Ödeme usulü ise şöyledir:

1. Kefaretin öldürenin malından ödenmesi gerekir.

2. Ölüme sebep olan şahsın, gücü yetmezse onun ailesi, kabilesi, akrabaları ve kendisinden yardım aldığı herkestir. (Vehbi Züheylî, VIII/10)

Ailenin diyet ödemek durumunda bırakılmasının sebebi şudur: Hata yoluyla cinayetler çok olur. İnsanın diyeti de fazladır. O bakımdan hikmet, katilin yardım görmesi ve yükünün hafifletilmesi müstahsen görülmüştür. (Vehbi Züheylî, VIII/106)

3. Aile yoluyla da çözümlenmemişse İslam hukukuna göre devlete, maliyeye başvurur ki, ölenin tarafeyni de korunmuş olsun.

4. Kur’an-ı Kerim’de, kısas farz olmakla beraber, öldürülenin velisi kısastan vazgeçer veya diyet isterse, o diyet, gizlilik içinde ödenmelidir. Bu, Rabb’imizden bir hafifletmedir, rahmettir. (Bakara, 2/178)

Yine bu ayet-i celilenin ışığı altında bir kişi, trafik kazası ve benzeri hallerde hataen adam öldürmüşse, yukarıdaki şartlara uygun ödeme imkânı yoksa ailesi ve devlet de yardımcı olmamış ise, ayetteki Allah’ın hafifletme ve rahmet müjdesi ışığı altında tarafların birbirlerine karşı ihlas ve samimiyetle Rabb’lerine tevekkül ederek, karşılıklı helalleşerek gönül hoşluğu içerisinde neticeye gitmeleri Allah’a karşı tefviz-i umur eylemeleri güzel olur.

5. Bir mümini yanlışlıkla öldürenin diyet ödeme gücü yoksa, Allah tarafından tövbesinin kabulü için ardarda iki ay oruç tutması gerekir: Bu konuyla ilgili hüküm;

“Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse, mümin bir köle azat etmesi ve öldürülenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Ancak onlar diyetten vazgeçip bağışlarsa o başka… Bunu yapmaya gücü yetmeyenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için ardı ardına iki ay oruç tutması gerekir.”(Nisa, 4/92)

mealindeki ayette açıkça ifade edilmiştir.

Kaynakların belirttiğine göre, “Bunu yapmaya gücü yetmeyenin” den maksat, köleyi azat etmeye gücü yetmezse demektir. Buna göre, oruç kefareti, diyetin ödenip ödenmemesiyle ilgili olmayıp kölenin azat edilip edilmemesiyle alakalıdır. Sonuç olarak, hata ile ölüme neden olanın iki ay aralıksız oruç tutması gerekir. Cumhur-u ulemanın görüşü budur.

Bununla beraber, bazı alimlere göre, kişi şayet oruç tutamazsa, altmış fakiri doyurur. (krş. Taberî, İbn Kesir, Beydavî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri; Fethu’l-Kadir, kitabu’d-diyat; Nevevî, Macmu,19/185-192;  Şerhu’l-hidaye, kitabu’d-diyat;  Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 6/328-329; Cezerî, el-Mezahibu’l-arbaa, 5/394).

Cevap 3:

Hata yoluyla öldürmeden aşağı derecedeki cinayetin cezası diyet veya erştir. (ed-Dürrü’l- muhtar, 5/415)

Eğer el, ayak, göz v.s. organlardan her ikisi telef olursa diyet, biri telef olursa erş ödenir. Felçte bir çok organın telef olması sözkonusu olduğu için tam diyet ödenmesi icab eder. Felç olunmasına sebeb olunan kişiye veya ailesine tam diyet ödenir.

Bu hususla ilgili bazı bilgileri aktarmakta fayda vardır.

HANGİ DURUMLARDA TAM DİYET GEREKİR?

Tam diyet gerektiren organ yaralamaları, bazı organların kasten veya hata yoluyla kesilmesi yahut fonksiyonlarını kaybetmesiyle söz konusu olur. Bunlar dört çeşittir. Bedende tek, çift, dört tane veya on tane olan organlar bunlardandır.

Tam diyeti gerektiren çift organlar; iki el, iki ayak, iki göz, iki kulak, iki dudak, iki kaş, iki meme, meme uçları, husyeler gibi. Bunlardan yalnız bir tanesi telef olursa yarım diyet gerekir. (el-Kâsânı, el-Bedâiu's-Sanâyi fi Tertibi'ş-şerayi, Beyrut 1974., VII, 311)

Görme, işitme, tatma, koklama, dokunma, yürüme, konuşma veya akıl melekesinin yok olması veya el yahut ayakların felce uğraması, cinsi ilişki kurma gücünü kaybetmesi gibi. Bazıları bunların sayısını yirmi ve daha fazla olarak tesbit ederler. Bu uzuvların hassası tam olarak kaybolmuşsa tam diyet gerekir; iki gözden birisinin görmemesi gibi kısmî olursa, diyet buna göre hesaplanır. Diyeti belirlemek mümkün olmazsa, miktarı bilirkişi (hükümetü'l-adl) belirler (el-Kâsâni, , VII, 311; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 201 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 37 vd).

ERŞ BEDELİ:

Bunun miktarı diyetin üçte biri kadardır (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 57). Ebû Hanife'ye gõre yaralı ölmediği zaman, karın boşluğuna ulaşan veya ulaşmayan hiçbir yarada kısas yoktur. Çünkü bunlarda kısas tam olarak uygulanamaz. Ancak yaralı bu yara sebebiyle ölürse kısas gerekir. Karın boşluğuna inen yaralarda erş, diyetin üçte biri, diğerlerinde bilirkişinin belirleyeceği hükümetü'l-adl'dir (el-Kâsânı, a.g.e., VII, 323; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, Dimaşk 1985, Vl, 331-361).

HÜKÜMETÜ'L-ADL :

Hangi suça hangi cezanın verileceğine karar veren organdır. Şer’i yönetimlerde bu bir hakimdir. Şeriata göre davranmak isteyen bir kimse şer’i yönetim olmadığında fıkıh alanında uzman bir veya birkaç kişinin görüşüne müracat edebilir. Bunların verdiği bilgiye göre davranabilir...