Hercai'nin yıldızı Gülçin Hatıhan'dan düşündüren yanıt: 'Ya onunla doğarsınız ya da yoktur'

Mesleği için ‘duayen' titlesini karşılayan bir oyuncu Gülçin Hatıhan… Oyunculuk kariyerindeki başarı sosyal ilişkilerine ve çevresine de sirayet etmiş… Aynı mesleği yapan pek çok ismin kendisini rehber olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Midyat'ta çekimleri yapılan Hercai dizisinin Handan'ı Gülçin Hatıhan, set ortamında ve oranın yerli esnafı ile ilişkilerde de öne çıkıyor.

Röportajımızın ikinci bölümü için Midyat’ta kendisi ile buluştum. Farklı rollere, farklı coğrafyalara ve insanlara olan adaptasyonunu sorduğumda, “Uyum sağlamak öğrenilecek bir durum değil… Ya onunla doğarsınız ya da yoktur” dedi.  Daha çok başarıyı ve daha çok maddi kazancı insanlığa ayrılacak bir sosyal sorumluluk olarak görüyor Gülçin Hanım! Hal böyle olunca konu konuyu açıyor ve bir sohbete dalıyoruz.

Ferit ÖMEROĞLU 
Aksam.com.tr / ÖZEL HABER


“YA ONUNLA DOĞARSINIZ YA DA YOKTUR”

Uyum sağlamayı nasıl öğrendin? Farklı role, farklı coğrafyalara, farklı insanlara...

Kariyerin ışığında yanıtlayabilir misin?

Uyum sağlamak öğrenilebilecek bir şey değil bence… Ya onunla doğarsınız ya da yoktur. Yani bilmiyorum da, biraz sanki iç dinamiklerin nasıl çalıştığı ile ilgili gibi geliyor bana... Kariyerim ışığında diye sormuşsunuz ya! İşte onu cevaplamak enteresan... Çünkü öğrenmek zorunda kalmadım hiçbir zaman. Hep vardı. O yüzden bu sorunuzu böyle yanıtlayabilirim ancak…

“KENDİME KARŞI TOLERANSIM AZALIRKEN DİĞERLERİNE KARŞI YÜKSELDİ”

90’larda Amerika hikayen oldu. Nasıl tecrübeler elde ettin orada? Kısaca anlatabilir misin?

Şu yaşıma kadar hesaplarsak, ömrümün tam ortası gibi bir yerde gittim Amerika’ya. O genç yaşımın büyük çoğunluğunun da çocukluk ve ergenlik dönemleri olduğunu hesaba katarsak, asıl idrak dönemimde ordaydım. Gitmeden evvel şanslı azınlıktan biri olarak sevdiğim meslekten para kazanabilen bir oyuncuyken, uzaklarda, geçim kaynağımın en azından başlangıç için bu olamayacağını keşfetmemle beraber büyüme/olgunlaşma sürecim başladı. 11 seneyi kısaca anlatmak pek mümkün değil ama en kaba tabirleriyle özetlemem gerekirse; kendime karşı toleransım azalırken diğerlerine karşı yükseldi diyebilirim. Yani; ne elde etmek istiyorsak onun için gerçekten canla başla tüm varlığımızla mücadele etmek zorundayız ve arkasına sığınılacaklar arasında aslında hayatın kendisi var, ama ona rağmen.. Durmaksızın çalışmakla mükellefiz. Kendimize acıyarak yerli yersiz hak vererek kaybedecek zaman yok. Bu bir. İkincisi ise hiç kimse ya da hiç bir olay bizim kontrolümüzde değil ve olamaz da. Hiç kimsenin yaşam tarzı, kıyafeti, dini dili, politik görüşü bizi bağlamaz, onları bu sebeplerle yargılayamayız. Nasıl biz kendi özgürlük alanlarımıza el sürdürtmüyorsak, başkalarınınkine de ilişmeye hakkımız yok. Şimdi bunu trene otobüse inip binmekten çalıştığımız işlere, ilişkide olduğumuz komşulara, arkadaşlara hatta aile bireylerimize çarpın ve dolayısı ile onlarla nasıl geçinmemiz gerektiğini gösteren bir kılavuz gibi düşünün. Sanırım Amerika’nın bana kattığı en önemli şey bu. Ha, bunu Amerika’da değil de burada da öğrenemez miydim, aslında ‘büyümek’ değil mi bu? Doğru. Ama meslekle girdim ya konuya, belki hep aynı çevrelerde ve bir şekilde şansımdan ayrıcalıklı konumlarda kalmış, bu denli hayatın ve insanların binlerce varyasyonunu görmeseydim, daha geç farkına varabilirdim.

“İÇİM TİTRİYOR ONLARA BAKTIKÇA…”

Sette ve Midyat’taki hayatında oyuncu Aslı Samat ve İlay Erkök seni öz ablaları olarak görüyor. Kompleksleriniz mi yok? Birbirinizle bu kadar iyi anlaşmanızın sırrı nerede? İlişkinizi nasıl koruyorsunuz?

Komplekslerimiz neden olsun ki? İkisi de çok özel insanlar… İçim titriyor onlara baktıkça… Ben zaten doğuştan ablayım. Bu iki kız da öyle akıllı öyle yetenekli öyle pırıl pırıl ki. Sanki ikizlerim varmış gibi bir his yarattılar bende. İnşallah ömür boyu onları alkışlarım, mutluluklarına başarılarına şahit olurum. İlişkileri korumamızın sırrı da aslında herkes için geçerli yazılı olmayan kurallara biat ediyor olmamız sanırım. Nedir; birbirimize dürüst, saygılı, yapıcı, paylaşımcı yaklaşmamız.

“BEN HİÇBİR ZAMAN OLAYLARIN ORTASINDA BİRİ OLMADIM”

Bir gün konuşulmayan, set arkasında yaşanmış ama duyulsa kamuoyunun gündemi değişecek, şahit olduğunuz bir gerçeği açıklayacak olsan… Çok kişinin canı yanar mı?

Ne biçim soru bu? (gülüyor) Yok yaa! Ben hiçbir zaman o kadar olayların ortasında biri olmadım. Hatta olanı biteni en son ben duyarım da konduramam falan… Liseden arkadaşlarım var hala çok yakın görüştüğüm… Benim bu hallerime kibarca ‘naiflik’ diyorlar. Yani bir duruma şahit olmuşsam zaten gereken neyse onu yapmışımdır ve can yakacak bir değeri zaten kalmamıştır. Kendimle ilgili meselelerin de öyle can yakmalı falan bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Zaten kimi kime şikayet edelim ki? Biriyle ya da olan bir durumla derdiniz varsa halledersiniz. Susup da bir gün malzeme yaparım diye düşünmezsiniz. Ben düşünmem en azından. :)

“DİZİ SÜRELERİ TEKRAR 40-45DK OLSA...”

Son sorum; Düşün ki bu satırlar yetkililer tarafından okunacak ve sözlerin geçer akçe sayılırsa hayata geçirilecek. Oyuncuların çalışma şartlarını iyileştirmek için neler yapılmalı sence?

Ütopik bir paralel evrende mesela; dizi süreleri tekrar 40-45dk olsa... Sanırım pek çok sorunu tek elden ortadan kaldırmaya yeter. Ama mevcut koşullarda ne kadar imkanlı ki? Gene de Allah’tan umut kesilmez.