Aksam.com.tr
Ünlü oyuncu ve tiyatro sanatçısı Gülçin Hatıhan, Hercai’de canlandırdığı Handan karakteri ile ilgili olarak, “Handan beni çok tatmin ediyor, sanki gerçek hayatta yapmayı tercih etmediklerimi ona yaptırıp eğleniyorum gibi hissediyorum.” dedi.
Aksam.com.tr’den Ferit Ömeroğlu’na konuşan Hatıhan, ezber yapabildiği sürece oyunculuğunun devam edeceğini belirterek, Hercai setinden, çekimlerin yapıldığı Midyat’a kadar birçok konuda merak edilenleri yanıtladı.
Kendisi ile yolculuğa çıkmış ve bu yolculukta kat edecek çok uzun mesafesi olanlar için bazı soruların cevapları zordur. O halde zor bir soruyla başlayacağım. Siz kimsiniz?
Öncelikle merhaba. Evet, gerçekten en zorundan başlamışsınız. Kimsiniz sorusunun karşılığı hiçbirimiz için kolay değildir sanırım. Benim için de öyle. Peki, hadi deneyelim… Oyuncu… Kedi annesi… Abla... Evlat... Fotoğrafçı... Yönetmen… Yoğun izleyici… Ev sever... Genel olarak bu sıfatlar bana uyuyor. Bunun etrafında örülü yaşamım. Çoğunlukla pozitif bir insan olduğum söylenebilir. Pek sosyal değilimdir, bundan şikayetçi de değilim. Dikkat çekmekten, ‘beeen’ diye başlayan ve bitmek bilmeyen cümlelerden de hoşlanmıyorum. O yüzden zorlanıyorum aslında bu sorunun cevabını vermekte.
Özetle işinde gücünde, mümkün olan her olasılıkta insanlara yardım etmeye çalışan, kedi aşığı, durmaksızın öğrenmeye devam eden, meraklı, içinde yaşadığımız evrenin bir gün elbet bize aşikâr olacağına inanan ve fakat bunu göremeyecek kadar kısa yaşayacağına da üzülen bir insan evladıyım.
“İnsanların hayatlarına çok minik de olsa dokunuşlar yapabilecek fikirlerim var” demişsiniz bir yerde… Bu fikirleri alabilir miyiz?
Türkiye’de ve dünyada kız çocuğu olarak doğmak, akabinde şanslıysa ve yaşamaya devam edebiliyorsa kadın olmakla ilgili gerek kendi hayatımdan gerekse de şahit olduklarımdan derlediğim minik minik notlarım var.
Çoğunlukla film olarak tasarlıyorum hepsini. Yazdığım ve yönettiğim kısa filmlerim var. Yazdığım ve (umuyorum ki) yöneteceğim uzun metrajlarım var. Ben eylemin esas olduğuna inananlardanım. O yüzden öteledikçe benim olmaktan çıkıyor ya fikirlerim, diyorum ki olsun. Çünkü evet, her birimizin deneyimi ve önerisi biricik ama gene de bu konuda zaten haykıran binlerce insan var. Onların yazdıklarını okumak, çektiklerini seyretmek de bana çok heyecan veriyor. Bu bir.
İkincisi de genç oyuncu arkadaşlarımla yaptığımız çalışmalar… Evet, onların hayatına gerçekten dokunuyorum. Bununla da çok gurur duyuyorum.
Evrende kapladığımız yerle ilgili de aslında uzun uzun anlatabileceklerim var ama gerçekten sorduğunuz sorunun cevabı bir kitap uzunluğuna erişir diye şimdilik bu kadar bir örneklendirme ile noktalıyorum.
“EZBER YAPABİLDİĞİM KADAR OYUNCULUĞUM SÜRECEK”
Oyunculuk size ne anlatıyor? Bu soruyu gözünüzü bir an kapatıp, en kötü mesleki anınızı bir an aklınıza getirdikten sonra yanıtlamanızı isteyeceğim. En zor anı hatırladıktan sonra bu soruya vereceğiniz cevap oldukça özgün olacaktır zira…
Bana ne anlattığı bence çok açık. ‘En kötü mesleki anımı’ bile hatırlasam, fısıldadığı da çığlık çığlığa bağırdığı şey de aynı. Diyor ki ‘Sen benim için yaratıldın’. Şimdi hani hepimizin bir vücudu, bir hayatı, bir kimliği var ya; heh, işte oyunculuk bana bu durumu alt etme fırsatı veren şey. Oynadığım her bir karakter, gittiğim başka bir gezegen gibi. Tabii ki temeli yine benden ama üzerine inşa etmeye çalıştıklarımın kendisi yolculuk. İşin güzel tarafı da ezber yapabildiğim kadar sürecek.
Hercai’yi konuşmak isterim biraz.
Olur, konuşalım.
“HER AKLIMA GELDİĞİNDE HALA ETKİLENİYORUM”
Dizide en unutamadığınız sahne hangisi şu ana kadar?
Benim sahnelerimden diye sorduğunuzu varsayarak cevap veriyorum… Handan ve Azat’ın Şadoğlu Konağı avlusunda bir gece analık hakkı ile ilgili konuştukları bir sahne var. Her aklıma geldiğinde hala etkileniyorum. Sanırım o sahne benim için en unutulmazıydı.
En unutamadığınız set anısı?
Çok kalabalık bir sahne çekiyorduk ve zaman daralmaya başlamıştı. Benim yakınlarıma sıra geldiğinde çok sevgili yönetmenimiz Cem Karcı, o ana kadar geçen tüm diyalogları ve mizansenleri hızlandırıp tepkilerimi almak istedi. Kendime meydan okumak gibi bir durumdu. Arka arkaya doğru noktalara bakıp anın duygusunu hatırlayarak oynamaya çalıştım, ama her şey çok hızlı ilerliyordu. Çok eğlendim. Sanırım izleyen oyuncu arkadaşlarım da öyle.
“EN ÇOK SERDAR ÖZER VE TANSU TAŞANLAR’A GÜLÜYORUM”
En çok güldüren oyuncu?
Herkes çok eğlenceli gerçekten. Ama en çok Serdar Özer ve Tansu Taşanlar’a gülüyorum galiba.
En disiplinli oyuncu?
Ayda Aksel ve Serhat Tutumluer diyebilirim. Bu arada tüm kadro canını dişine takarak çalışıyor. Ama Ayda ve Serhat kadar derinlemesine senaryo çalışan çok az oyuncu ile tanıştım.
Handan ile Gülçin’i benzettiğiniz yönler var mı? Bize iki karakteri karşılaştırabilir misiniz? Zira ikisini de en iyi siz tanıyorsunuz…
Aslında pek benzemiyorlar. Belki yemeği sevmeleri ortak bir özellikleri olabilir. Bir diğeri de aileleri için göze alamayacakları bir şey olmaması. Öyle benzemiyorlar ki ilk başlarda kimi sahnelerde ‘Benden nasıl bu bakışlar, bu duygular çıkabiliyor, gerçekten demek ki bende de varmış ki gösterebiliyorum’ diye sinirimin bozulduğu, kendimle tanışmalar yüzleşmeler yaşadığım anlar bile oldu.
Bir yandan da bana bu kadar uzak bir karakteri canlandırmaktan ölesiye keyif alıyorum. Handan beni çok tatmin ediyor, sanki gerçek hayatta yapmayı tercih etmediklerimi ona yaptırıp eğleniyorum gibi hissediyorum.
“MİDYAT’TA DOĞANIN SERTLİĞİNE İNAT İNSANLAR YUMUŞACIK”
Farklı bir kültür, farklı bir coğrafya… Mardin ile ilgili izlenimlerinizi alabilir miyiz?
Ben Mardin’i henüz görmedim. Sadece havaalanı yolunu biliyorum. Midyat’tayız biz. Midyat’ı da yine eski filmlerden, dizilerden bilirdim. Bir de Bakırköy’deki Süryani komşularımızdan. Ocak ayıydı buraya ilk gelişim. Soğuk. Doğal olarak ıssız. Otel merkeze uzak. Şu ana kadar bulunduğum her yerden farklı diye düşünmüştüm. Sonraları yavaş yavaş havalar ısındı. Biz otelden çıkıp evlere taşındık. Buralı insanlarla tanış olmaya, arkadaşlıklar kurmaya, onları ve oraları tanımaya başladık.
Bir kere müthiş doğa olayları oluyor burada. Sıcağı da soğuğu da aşırı keskin. Bir fırtına çıkıyor mesela, şimdi 10 katlı apartman yerinden uçacak diyorsunuz. Sonra düşünüyorum, bu denli çetin şartlara rağmen yüzyıllardır yaşıyor burada insanlar.
İşte mesela o konakların taş evlerin duvarları neredeyse bir metreye yakın kalın, neden? Bu şartlardan korunmak için. Doğanın sertliğine inat insanları yumuşacık. Herkes çok yardımcı, içten, sıcak ve evet, yemekleri de inanılmaz.
“SIKI ÖRÜLMÜŞ HİKÂYELER KARŞILIĞINI BULUYOR”
90’lardan beri Türk seyircisinin tanıdığı, başarılı kadın oyuncu figürüsünüz… Şu sorunun cevabını verebiliyor musunuz: İnsanımızın bir diziyi düzenli takip etmesinin dinamikleri neler?
Bu soru kolay (Gülümsüyor). Ya çok kendilerinden olmalı karakterler ve onların sorunları ya da diziler filmler olmasa gidemeyecekleri kadar uzak. Hele de ikisini de aynı hikâyede barındırıyorsa iş, çatışmalarda taraf olabiliyorsa seyirci, takip ediyor. Artık oyunculardan ziyade senaryo etkin izlenme oranlarında. Sıkı örülmüş hikâyeler, masallar, karşılığını buluyor bence.
“POYRAZ KARAYEL 82 BÖLÜM YAYIMLANMASINA RAĞMEN ERKEN BİTTİ”
Bir de Poyraz Karayel var tabii… Sizinle buluşmuşken bu konuya girmezsek olmaz. Neden başarılı oldu? Nasıl bir set ortamı vardı? Gülçin Hatıhan, Musa Uzunlar, İlker Kaleli, Burçin Terzioğlu gibi güçlü isimlerin bir araya gelmesi yeniden mümkün olur mu? Kısa bir Poyraz Karayel notu almak isteriz sizden…
İçinde bulunduğum her işi çok sevdim. Ama Poyraz Karayel sanırım ilk beşimdedir. Başarılı olma nedeni tabii ki zekâ dolu senaryosudur. Öyle de güzel bir oyuncu kadrosu oldu ki işte o sihir gerçekleşti. Set benim için çok eğlenceli geçiyordu. Oyuncular evet, ama reji grubumuz, özellikle yönetmenimiz Çağrı Vila Lostuvalı, işine o denli bir aşkla sarılıyordu ki, zaten inanmamanız mümkün olmuyordu. 82 bölüm yayımlanmasına rağmen, hala erken bittiğini düşünürüm.
Yer aldığınız dizi projelerinin her biri bir hikâye oluyor. Bir de başarılı yapımlar olduğunda her hikâyenizin sizde bıraktığı farklı izler oluyordur. Çok tutulan rollerini bırakmak gerçek hayattaki Gülçin’i zorluyor mu?
Rolü bırakmak değil ama o işi bırakmak, bitmesine razı olmak zor geliyor açıkçası. Tabii ki her işin bir ömrü var ama kurduğunuz dostluklar, alışkanlıklarınız, artık karakteri anlamış ve ince ince işleyebiliyor olmanız ‘Bitmesin’ diye duygulanmanıza neden olabiliyor.
İlave soru; hiçbir oyuncunun zaman içerisinde kendi benliğini rolüne kaptırmadığını söyleyebilir misiniz?
Kendi adıma net söylerim. Hele de benliği kaptırmak psikolojik sıkıntıların göstergesi olabilir. Bana hiç olmadı öyle bir durum. En fazla şiveli bir karakter oynuyorsam kimi zaman günlük hayatımda onun gibi konuştuğum oluyor. Fark edince de epey gülüyorum tabii.
Herhangi bir sebepten ötürü kabul etmediğiniz bir oyunculuk teklifi aldınız mı daha önce? Aldıysanız bunu paylaşabilir misiniz?
Fiziksel olarak beni zorlayacağını düşündüğüm bir iki işe hayır demişimdir sanırım kariyerimde.
“Sette öyle bir an yaşadım ki o akşam eve gittiğimde, Gülçin bu iş sana göre değil. Sanırım bırakmanın vakti geldi” dediğiniz oldu mu hiç?
Hiç olmadı.
Son soru… Öncesi ve sonrası olmasa sorunun… Tek kelime olsa… “Neden?” diye sorsam… Ne dersiniz?
Güzel havalar yüzünden derim.
Teşekkürler…
Ben çok teşekkür ederim.