Yönetmen Michel Khleifi: Filistin sineması geleceğe bırakılacak en güzel miras

Dostluk Film Festivali'nin onur konuğu olarak Türkiye'ye gelen Filistin sinemasının kurucusu Michel Khleifi ile sinemaya başladığı yılları, zorlukları ve eserlerini konuştuk. Filistin sinemasının son 50 yılını mucize olarak nitelendiren Khleifi bugünden sonra Filistin temalı filmler artacağını söylüyor: “Çünkü Filistin sineması insana yakındır. Ve geleceğe bırakılacak en güzel kültürel mirastır. Filistin sineması, tarihsel deneyimleri ve kültürel bağları güçlendirerek toplumsal dayanışmayı teşvik ediyor.”

AKŞAM

Merve Yılmaz Oruç

Dostluk Film Festivali'nin onur konuğu olarak Türkiye'ye gelen Filistinli yönetmen Michel Khleifi ile sinemaya başladığı yılları, zorlukları ve eserlerini konuştuk. Bugün Gazze'de yaşanan olaylardan dolayı İsrail tarafından engellenen birçok sinemacının olduğunu hatırlattığım Khleifi: "Filistin sinemasının ötekileştirilmesi doğaldır, çünkü Siyonistlerin elinde olan bir alana giriyoruz. Ben de eleştiri aldım, yalnız olduğum zamanlar oldu. Ama Filistin sinemasını terk etmedim. Önemli olan yola devam etmek ve nesillere bir şey bırakmaktı. Bugün Filistin sinemasına baktığımızda film yapan kadınlar, erkekler, gençler görüyoruz. Bu benim gurur duyduğum bir şey." diyor.

İstanbul Kültür Yolu Festivali kapsamında Filistin onuruna düzenlenen Dostluk Film Festivali'nin onur konuğu olarak İstanbul'a gelen Khleifi ile sineması üzerine hasbihal ettik. Sinema, onun için yalnızca bir sanat dalı değil, aynı zamanda bir kimlik ve toplumsal hafıza aracı. Yaşadığı yerin zorluklarını sinema ile daha geniş bir kitleye ulaştırmak için büyük emek veren Khleifi, Filistin sinemasının ötekileştirilmesi ve bu alanda yaşadığı zorluklara rağmen yoluna devam etmiş. Bereketli Hafıza, Celile'de Düğün, Üç Mücevherin Hikâyesi gibi önemli filmlere imza atan Cannes ödüllü yönetmen Khleifi'ye Dostluk Festivali'nin kapanışında onur ödülü verildi.

"YAŞADIĞIMIZ YER AÇIKHAVA HAPİSHANESİYDİ"

Gazze'de yaşanan soykırımın ve insanlık suçu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok büyük bir suç... İnsanları yurtlarından edip, bilerek ve isteyerek öldürüyorlar! İsrailliler 'Nazizm' kurbanı olduklarını söylerler. Peki Nazi kurbanı olan insanların çocukları ve onların çocukları aynı Nazizmi nasıl yapabilir?

Siz de Filistin topraklarında doğdunuz. Ama sonra Belçika'ya göç ettiniz. Orada nasıl bir hayat vardı? Neden Belçika'ya gittiniz?

İsrail'in 1948'de ele geçirdiği 48 bölgeden biri olan Nasıra şehrinde doğdum. Evlerinde kalan ama zor koşullar altında yaşayan Filistinliler arasındayız. Çünkü askerî izin olmadan Nasıra şehrinden 20 kilometre bile çıkamıyorduk. Mesela 13-14 yaşlarında bir çocuk olarak bile Nasıra'dan ayrılırken askerî izin almak zorundaydım. Çocuktum ama haksızlıkları görüyordum. Bizim için burası açık hava hapishanesi gibiydi. Bu yüzden okumam, öğrenmem gerekiyordu. Bilgi bizim cennetimizdi. Ben daha o yaşlarda Nazım Hikmet'i, Yaşar Kemal'i bilirdim mesela. Türk kültürüne hâkimdim. Ama 14 yaşlarında ailemin yoksulluğu nedeniyle bir araba garajında tamirci olarak çalışmaya başladım. Hem okuyordum kendimi geliştiriyordum hem de aileme yardım ediyordum. 19'lu yaşlara geldiğimde artık ailem özellikle de annem kendim için bir şeyler yapmamı söyledi. Okumayı çok severdim. Okumak benim için bir hobi ve aşktı. Şiir, tiyatro ve roman ile ilgiliydim. Şans eseri Filistin'den ayrıldığımda sinema ile ilgileneceğimi hiç düşünmezdim. Almanya'ya çalışmak için gidecektim. Orada araba tamiri üzerine çalışmayı düşünüyordum. Belçika'da bir arkadaşım vardı, oraya gittim. Henüz 20 yaşında bile değildim. Cebimde 200 dolar vardı sadece. Arkadaşım beni üniversiteye götürdü. Orada Arap arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerde çok bilgili olduğumu fark ettim. Sonra sinema ve tiyatro okulunun sınavlarına girdim ve ikisini de geçtim. "Tiyatroya mı yoksa sinemaya mı devam etmek istediğine karar vermelisin?" dediler. İlk önce tiyatroyu seçtim. Çünkü bu konuda bilgim vardı. Tiyatro eğitimi alırken de sinemayı keşfettim.

"ÖNEMLİ OLAN CANNES'TE ÖDÜL ALMAK DEĞİL ALKIŞLANMAKTI"

Filistin sinemasının öncüleri arasında gösteriliyorsunuz. Yola ilk çıkışta Filistin davasını beyaz perdeye aktarma fikriniz var mıydı?

Elbette vardı. Tiyatroyu seviyordum ama sinema ile daha fazla insana ulaşabileceğimi anladım. Filistin ile ilgili bir şey yapmak benim hedefimdi. Bu yüzden yüzümü sinemaya döndüm. 1980 yılında ilk filmimi yaptım, Bereketli Hafıza. Önemli bir yapımdı. Burada iki kadının Filistin toplumu içindeki var olma mücadelesini anlatmaya çalıştım. İlk uzun metraj filmim ise 1987 yılında Celile'de Düğün oldu. Bu film birçok ödül aldı. Cannes'da gösterildi. Önemli olan burada ödül almak değildi tabii... Filistin'le ilgili bir filmi alkışlamalarıydı. Sevinçten ağlıyorduk. O salondakiler "Her yıl bir Filistin filmi istiyoruz" diyorlardı. Filistin kültürünün uluslararası arenada tanınmasına katkı sağladı.

Şimdi bile uluslararası festivallerde Filistin ile ilgili bir şey yapmak çok zor. Konuşmalar bile engelleniyor. Siz o dönem bu konuda zorluk çektiniz mi?

Filistin sinemasının ötekileştirilmesi doğaldır, çünkü Siyonistlerin elinde olan bir alana giriyoruz. Ben de eleştiri aldım, yalnız olduğum zamanlar oldu. Ama Filistin sinemasını terk etmedim. İçimde çok büyük bir mutluluk ve tatmin var. Ben ne yaptığımı biliyordum. Önemli olan bu birikimi sağlamak ve yola devam etmekti. Bizden sonraki nesillere bir şey bırakmaktı. Bugün de ötekileştirmelere maruz kalan Filistinli yönetmenler olabilir. Bu sorun değil. Asıl olan kişinin içindeki ışığı ve yolunu kaybetmemesi. Geleceğe bakmak lâzım. Bugün Filistin sinemasına baktığımızda film yapan kadınlar, erkekler, gençler görüyoruz. Bu sektörde çalışan çok insan var. Bu da benim gurur duyduğum bir şey.

"İTALYA'DAKİ ÖDÜLÜ KÜÇÜK MICHEL İÇİN ALACAĞIM"

Filistin sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Filistin temalı filmler için hayal ürünü ve kurmaca demek çok zor. Zaten orada hayat böyle...

Filistin sinemasının son 50 yılına baktığımızda Filistin sineması denilen şey bir mucizedir. Zor şartlar altında insanlar orada filmler yapıyor. Filistin sinemasının gerçekçiliği, stüdyoları ve film sektörü olmayan fakir bir toplumun sonucu. Filistin sinemasını Türkiye ya da başka ülkelerle kıyaslamak doğru olmaz. Onların sahip oldukları şeyler çok yetersiz. Buna rağmen bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ama buna devam etmek ve daha çok insana ulaşmak için Avrupa'ya gitmek zorundasın. Filistin sineması için yaptıklarımdan dolayı mutluyum. Önümüzdeki ay İtalya'da öncü isimlere verilecek bir ödül törenine katılacağım. Filistin sinemasına katkılarımdan dolayı verilecek. Bu ödülü küçük Michel için alacağım. Onun Nasıra'nın sokaklarında koştuğunu ve orada hikâyeler anlattığını hayal ediyorum. Esas mutluluğum küçük Michel için...

"BİZ TÜRKİYE'DEN AYRI DEĞİLİZ"

Faysal Bey ile yaptığımız röportajda gelecek dönemde Filistin'in sinemacılar tarafından daha çok konu edileceğini söyledi. Siz buna katılıyor musunuz?

Kesinlikle katılıyorum. Çünkü Filistin sineması insana yakındır. Ve geleceğe bırakılacak en güzel kültürel mirastır. Filistin sineması, tarihsel deneyimleri ve kültürel bağları güçlendirerek toplumsal dayanışmayı teşvik ediyor.

Dostluk Film Festivalini de konuşalım o halde. Bu sene odağına Filistin'i aldı. Ne söylemek istersiniz?

Filistin'in ana tema olması çok değerli. Bizi birbirimize yaklaştıran bir etkinlik. Zaten Türkiye benim vicdanımın bir parçası. Geçmişe bakıldığında birlikte bir tarihimiz var. Bir Türk'e baktığımda bana benzediğini görüyorum. Biz de sizin hayatınızın bir parçasıyız. Avrupa'da bir Avrupa var... Orta Doğu'da da biz bir dünya yaratmalıyız.

"UMUTLU FİLMLER İÇİN DAHA BEKLEYECEĞİZ"

Sinemaya ara mı verdiniz? Yakın zamanda çekilmiş bir filminizi göremedim.

Bilinçli bir ara verdim diyebiliriz. Şu anda elimde senaryosu yazılmış birçok iş var. Ama sinema krizde. Seneye çekmek istiyorum birini. Bu dönemde öğretmenliği de bıraktım. Bugüne kadar pek çok genç yetiştirdim. Yeni neslin ön plana çıkması daha iyi. Film yapmak istiyorsanız sonuçta istediğiniz zaman yaparsınız.

Filistin sinemasında işgal ve acıları anlatan yapımlar dışında da filmler görecek miyiz?

Filistin sinemasında farklı filmler göreceğiz ama şu anda karamsarız. İyimser olmak çok güç çünkü zor bir dönemde geçiyoruz. Orta Doğu'da her an bir savaş çıkar. Tabiki umudumuz güzel günler...

"İNSAN BİR FİLM YAPTIĞINDA BİR GÜN ORANIN YOK OLABİLME İHTİMALİNİ DÜŞÜNMELİ"

Sizi bulmuşken filmlerinizden Üç Mücevherin Hikâyesi filmini de konuşmak istiyorum. Önemli bir yapım. Yanılmıyorsam Gazze Şeridi'nde çekilen ilk uzun metraj. Bugün Gazze'de olanlar malum...

Son on ayda Üç Mücevherin Hikâyesi filmi birçok şehirde gösterildi. Hatta gösterimlerin birinde biri yanıma geldi bana filmdeki kişileri tanıdığını söyledi. "Bu benim amcam, kuzenim... Burası havaya uçurdukları mahalle." dedi. İnsan bir film yaptığında bir gün oranın yok olacağı ihtimalini de düşünmeli sanırım. Konu itibariyle de önemli bir yapımdı. Filmde yaşayan çocuklar dünyanın kalan kısmında yaşayan çocuklar gibi değiller. Onlar gibi normal bir hayat sürüp, okula gidip büyümüyorlar. Karakterler üzerinden Gazze'deki yaşamı görüyoruz. Ve bir aşk hikâyesi de var. 12 yaşındaki Filistinli Yusuf, Gazze'deki çatışmaların ortasında yaşayan bir çocuk. Babası hapiste, erkek kardeşi kaçak. O da kız kardeşi ve annesiyle birlikte yaşıyor. Hayatındaki en büyük heyecanı mülteci kampından kaçıp Gazze kırsalına gitmek. Bu kaçışlarından birinde hayatını sonsuza kadar değiştirecek biriyle tanışır: Çingene kızı Aida. Binbir Gece Masalları gibi folklor ve halk masallarıyla gerçeği birleştiren bir aşk hikâyesi bu...

İsrailli yönetmen Eyal Sivan ile çektiğiniz 181. Rota: Filistin-İsrail Yolculuğunun Parçaları belgeselini de konuşmak istiyorum. Bu nasıl bir deneyim idi? Buradan nasıl dönüş aldınız?

Bu da çok kıymetli bir film. Kendisi ile 90'lı yıllarda Marsilya'da tanıştık. Bir film festivalinde jüri üyeliği yapmıştım. Eyal Sivan o festivalde yarışıyordu. Onun filmini çok beğendim ve savunmuştum. Jüridekilerde bir Filistinlinin bir İsrailli yönetmeni nasıl desteklediğine şaşırmışlardı. Ama Eyal Sivan'ı ben bir İsrailli olarak görmüyordum. Çünkü onunla Filistin konusunda aynı şeyi düşünüyorduk. İsrail rejimine karşıydı ve Siyonist ideolojiyi doğru bulmuyordu. O da benim gibi bir savaşçı idi. Bu filmde İsrail'in sömürgeci tutumunu anlatıyordu. O dönem tepki aldık mı hatırlamıyorum ama dediğim gibi önemli bir filmdi.