aksam.com.tr
Merve Yılmaz Oruç
Balıkçı Adem Yılmaz ile Yaren Leylek'in dostluğu beyaz perdeye taşındı. Her yıl büyük bir heyecanla beklenen Balıkçı Adem Amca ve Yaren Leylek buluşması önce belgesele şimdi ise filme dönüştü. Aile, dostluk ve hayvan sevgisi üzerine kurulu hikâyesiyle her yaştan izleyiciye hitap eden Yaren Leylek filmi bugün vizyona girdi. Yönetmen koltuğunda Onur Uzun'un yer aldığı filmin senaryosunu Arzu Yurtseven yazdı. Filmin oyuncu kadrosunda ise hem genç hem de tanıdık isimler yer alıyor: Buğra Gülsoy, Seçkin Özdemir, Hande Doğandemir, Azra Aksu, Emir Ali Doğrul, Atahan Çatalbaş, Meral Çetinkaya, Tarık Papuçcuoğlu, Murat Kılıç, Cenk Gürpınar, Işınsu Zırh ve Ayfer Tokatlı.
Yaren Leylek ile Balıkçı Adem Yılmaz'ın hikâyesinden kurgulanan filmi yönetmeni Onur Uzun ile konuştuk.
BU TARZ FİLMLER DAHA FAZLA SORUMLULUK GETİRİYOR
Yaren Leylek'in hikâyesini biliyor muydunuz? Film için yola çıkarken ne hissettiniz?
Her sene haberlerde görüyordum. 2024'ün başlarında NY Times'da haberi çıkınca biraz araştırmıştım ve daha sonra belgeseli olduğunu görüp izledim. Ama kaderin ağlarını örüp beni "Yaren Leylek" ile buluşturacağını tahmin etmemiştim. Yola çıkarken de Yaren Leylek ve Adem Amca'nın hikâyesi, insana ve doğaya dair bildiğimizden daha büyük bir şeyleri anlatma arzusunu yansıttığını düşündüğüm için büyük bir heyecan ve mutluluk hissettim.
Filmin konusundan kısaca bahseder misiniz?
Adem, annesinin zorlu hamileliği nedeniyle kardeşinin annesine zarar verebileceğinden korkarken bir gün dedesinin leyleği Yaren'in verdiği usturlapla babaannesinin anlattığı bir masal üzerine ölümsüzlük suyunu arayıp annesini iyileştireceği düşüncesiyle kuzeni ve arkadaşı ile bir maceraya atılır. Bu macerada onlara katılan ve yıllardır küs olan babası Hakan ve amcası Kartal'ın barışmasına da tanıklık eder.
Gerçek bir hikâye üzerine film kurgulamak üzerinize daha fazla sorumluluk yükledi mi?
Yaren Leylek ve Adem Amca gibi insanların derin bağ kurduğu bir hikâyede yönetmen olmak üzerimdeki sorumluluğu kesinlikle artırdı. Çünkü burada sadece bir olayı anlatmıyorsunuz; Adem Amca ve Yaren Leylek'in gerçek yaşamlarını, duygularını, deneyimlerini beyaz perdeye taşıyorsunuz. Seyirciye o ruhu hissettirebilmek, hikâyenin gerçeğine sadık kalarak bunu yapabilmek, çok ince bir denge gerektiriyor. Ayrıca, bu tür hikâyelerde yerel kültür, değerler ve doğallık da çok önemli. Gerçeği yansıtırken aynı zamanda sinematografik olarak güçlü bir anlatı kurmak gerektiği için böyle bir projede yer almak sizi çok daha hassas ve dikkatli çalışmaya itiyor. Şunu da eklemem gerekiyor; filmimiz Adem amca ve Yaren Leylek'in hikâyesinden yola çıkılarak yazılmış fantastik bir kurgu. Ancak hikâyenin temelinde yer alan ve hepimizi duygulandıran his gerçek.
KARACABEY HALKI İLE GÜZEL BİR İLETİŞİM KURDUK
Çekimlerde mekânlar konusunda nelere dikkat ettiniz?
Hikâyenin ruhunu ve atmosferini doğru yansıtabilmek için çok titiz davrandık. Yaren Leylek ve Adem Amca'nın gerçek yaşam öyküsünden esinlendiğimiz için, doğal ve samimi bir çevreyi yakalamak en büyük önceliğimizdi. Mekânların hikâyenin geçtiği yerlerle uyumlu olması, hem görsel anlamda güçlü bir anlatı sunmamıza hem de karakterlerin dünyasına daha derin bir gerçeklik katmamıza yardımcı oldu. Ayrıca, mekânların doğal ışık kullanımıyla uyumlu olmasına ve sahnenin duygusal tonunu desteklemesine özen gösterdik. Özellikle Yaren'in yaşadığı ortamın doğal ve sade güzelliğini yansıtmak, Adem'in içsel yolculuğunu daha belirgin hale getirdi. Mekânlarımızı, karakterlerin yaşadığı dönüşümleri yansıtacak şekilde seçtim; bu da hikâyeyi izleyiciye daha samimi ve gerçekçi bir şekilde sunmamıza olanak tanıdı. Her bir mekânın hikâye ile bütünleşmesi için estetik ve duygusal unsurları göz önünde bulundurduk.
Karacabey ve daha birçok ilçede çekimler yaptık ve gerçekten bambaşka bir deneyimdi. Ben Bursa'ya neden "Yeşil Bursa" denildiğini bu geçen üç haftalık süreçten sonra anladım. Karacabey'in halkıyla da çok güzel bir iletişim kurduk; insanlar bizi içtenlikle karşıladı ve bu da çekimlerde pozitif bir hava oluşturdu. Bazen doğanın getirdiği zorluklar oldu tabii; hava koşulları, dış mekân çekimleri gibi unsurlar her zaman planladığımız gibi gitmedi ama bunlar ekibin yaratıcılığını tetikledi. Bir noktada doğayla çalışıyorsunuz ve bu filmi daha da gerçek kıldı.
Hem çocuk oyuncular hem de tecrübeli isimleri ağırlayan bir film bu. Çekimler nasıl geçti?
Çekimler oldukça renkli ve dinamik geçti. Çünkü bir yandan çocuk oyuncuların enerjisi, diğer yandan tecrübeli isimlerin disiplini setin atmosferine farklı bir denge getirdi. Çocuklarla çalışmak özellikle görsel efektlerin ve fantastik dünyanın olduğu böyle bir film evreninde her zaman ayrı bir heyecan yaratıyor; onların doğal ve saf enerjileri sahnelere çok şey katıyor. Hiç orada olmayan bir Leylek var ve başarılı çocuk oyuncu arkadaşlarım olmasa sahnelerimiz bu kadar gerçekçi ve içten olmazdı. Bu yüzden onların rahat hissetmeleri ve performanslarını en iyi şekilde ortaya koymaları için sette sıcak, samimi bir ortam yaratmaya özen gösterdik. Bu süreçte, tecrübeli oyuncuların rehberliği de çok önemliydi. Onların hem oyunculuk hem de set disiplini anlamında çocuk oyunculara örnek olmaları, çekimlerin akışını kolaylaştırdı.
LEYLEKLERİ DOĞAL ORTAMINDA ÇEKME ŞANSIMIZ OLDU
Sizi zorlayan ya da eğlendiniz sahneler oldu mu?
Azra'nın (Derya karakteri) dans ettiği, Emir Ali (Adem) ve Atahan (Kerem) ile şakalaştığı bir sahne var. Normalde gündüz sahnesi ama sinek istilasına uğradık. Biz hayatımızda böyle bir şey görmedik. İlaçlama ekibi geldi gökten sinek yağıyordu. Azra'nın yakın planlarını çekip paydos verdik. Sonrasında sahnenin devamını bambaşka bir köyde bambaşka bir evde çektik, epey gülmüştük.
Yüreğimin ağzıma geldiği bir sahne olmuştu. Uluabat Gölü'nde lodosa denk geldik. Çocuklarla beraber Seçkin (Kartal) teknede mahsur kaldı. Öyle bir dalga vardı ki aklımız çıkmıştı, tekne sazlıklarla boğuşuyor, Seçkin çocuklarla video çekip eğleniyor ama biz kenarda aklımızı kaybetmek üzereyiz. Neyse ki kulakları çınlasın teknenin sahibi İrfan Şen abimiz orada teknede hazır bekliyordu olaya el koydu. Onlar epey eğlenmişlerdi ama biz korkmuştuk. Hep destek olduğu için filmin sonunda bir yerde de oynattım İrfan Abiyi. Güzel bir anımız oldu.
Yaren Leylek'in Adem Amca ile buluşmasını bekleyen çok isim var. Filmde bu buluşmalar oldu mu?
Çok fazla filmle alakalı sürpriz bozan bir cümle kurmak istemiyorum. Ancak; Adem Amca ve Yaren'imizi filmin yapım sonrası aşamasında görsel efekt destekleriyle süsledik. Çok şanslıydık ki biz orada çekim yaparken de göç zamanı öncesiydi ve bir sürü leyleğimizi doğal ortamlarında çekerek filmimizde adeta bir belgesel gibi görme şansımız oldu.
HİKÂYENİN SICAKLIKLIĞI İNSANLARI ÇEKECEK
Seyirci perdede nasıl bir film izleyecek, ne bulacaklar Yaren Leylek'te?
Gerçek bir hikâyeden esinlenerek yola çıktığımız için, insanların Yaren Leylek ve Adem Amca'nın hikâyesiyle derin bir duygusal bağ kuracağını düşünüyorum. Özellikle bu tür insana dair dokunaklı ve doğal hikâyeler izleyicide uzun süre hafızalarda kalan bir etki yaratıyor. Filmde hem doğayla olan ilişkimiz hem de insanın içsel yolculuğu çok içten bir şekilde anlatılıyor. Bu da izleyiciyi içine çeken bir deneyim sunuyor. Ayrıca, gerçek Yaren Leylek'in yer alması, hikâyenin doğallığı ve sıcaklığı seyircilerde büyük bir merak uyandıracak ve onları bu hikâyenin içine daha fazla çekecek. İnsanlar sadece güzel bir hikâye izlemekle kalmayacak, aynı zamanda doğa ile insan arasındaki bu derin ve anlamlı bağa tanıklık edecekler. Bence izleyiciler filmden hem duygusal olarak tatmin olmuş hem de düşündürücü bir hisle ayrılacaklar.
GİŞE KAYGISI BU TARZ FİLMLERİN YAPILMASI ÜZERİNDE ENGEL
Dünya sinemasında hayvan-insan dostluğu üzerine "iyi hissettiren" filmler çokça yapılıyor. Bizde neden bu tür hikâyeler pek yansımıyor perdeye?
Dünya sinemasında bu tarz filmlerin sayısının fazla olmasının birkaç önemli sebebi var. Bu tür filmler, evrensel bir tema işlediği için her yaştan ve kültürden izleyiciye hitap ediyor. Hayvanlarla kurulan bağ, çoğu insanın yaşamında dokunaklı ve etkileyici bir yer tuttuğu için, sinemada da geniş bir izleyici kitlesi buluyor. Türkiye'de ise bu tür hikâyelerin daha az perdeye yansımasının bazı kültürel ve endüstriyel sebepleri olduğunu düşünüyorum.
Birincisi, Türkiye'de sinema endüstrisinin daha çok toplumsal meseleler, aile dramları ve tarihsel olaylar üzerine yoğunlaşması. Türk sineması, özellikle Yeşilçam döneminden bu yana, daha çok insana dair derin sosyal ve duygusal sorunlara odaklanmayı tercih etmiş. Hayvan-insan ilişkisi gibi daha naif ya da umut veren hikâyeler, maalesef toplumsal meseleler karşısında ikinci plana atılabiliyor.
İkincisi, bu tür projelerin finansal açıdan riskli görülmesi olabilir. Türkiye'de gişe beklentileri genellikle komedi, dram ya da aksiyon filmlerine yöneliyor. Hayvan-insan dostluğu üzerine kurulu bir hikâyenin geniş bir kitleye hitap edip etmeyeceği konusunda yapımcılar bazen çekinceli davranabiliyor. Özellikle bu tür hikâyelerin hem prodüksiyon süreci daha zahmetli hem de hayvanlarla doğal ortamlarında çalışmak teknik ve zaman yönetimi açısından daha zorlayıcı olabiliyor.
Bir diğer sebep de kültürel farklar olabilir. Türkiye'de hayvanlarla kurulan dostluk, daha çok günlük yaşamın bir parçası olarak görülüyor ve bu ilişkiler üzerine yoğunlaşan hikâyeler henüz sinemada geniş bir yer bulamıyor. Ancak Yaren Leylek gibi projeler, bu algıyı değiştirme yolunda bir adım olabilir. Bizim kültürümüzde de hayvanlarla kurulan bağın ne kadar derin olduğunu yansıtan daha fazla hikâye görmeye başladıkça, belki bu tür filmler de sinemamızda daha fazla yer bulacaktır.
TÜRK SİNEMASINA YENİ BİR SOLUK GETİRECEK
Eklemek istedikleriniz var mı?
Yaren Leylek gibi filmler, sadece hayvan-insan dostluğunu anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda doğayla olan bağımızı yeniden hatırlatıyor. Bu tür hikâyeler, insana umut veren, iyilik duygusunu besleyen ve izleyiciyi yaşamın daha sade ama derin yönlerine bakmaya teşvik eden bir etki yaratıyor. Türkiye'de bu tür projelerin daha fazla yer bulması, sinemamızın çeşitliliğini artırmak açısından önemli. Hem yerel hikâyelerimizi dünyaya taşımak hem de doğayla olan ilişkimize dair yeni bir bakış açısı sunmak, Türk sinemasına taze bir soluk getirebilir. Bu filmi yaparken, hepimizin bir şekilde doğanın bir parçası olduğumuzu ve bu bağın bizi daha insan kıldığını vurgulamak istedik. Umarım izleyiciler de bu duyguyu hisseder ve bu tür hikâyelerin sinemamızda daha fazla yer bulmasını teşvik eder.