Üstad Necip Fazıl ve poetikasına dair

İçindeki Allah, Peygamber, Sahabe ve Müslüman sevgisini her fırsatta dile getiren Üstâd'ın poetikası din merkezinde deveran eder. Allah demenin suç sayıldığı dönemlerde, kudretli medeniyet ve düşünce tasavvuruyla, muhteşem sanat ve kültür anlayışıyla mücehhez olduğu halde inancından ötürü görmezden gelinen içli, hasbi biridir Necip Fazıl.

OSMAN KOCA

Sanatçıları ve özellikle düşünce yanı ağır basan yazarları tanımaya, anlamaya çalışmak ciddi bir emeğin yanı sıra rutin okuma egzersizleri gerektirir. Bu okumalar çok zaman dönemsel dalga ve kırılmalara da neden olabilir. Sonuçta fikir adamlarını tek alanla sınırlandırdığınızda onlara büyük haksızlık etmiş olursunuz.

Necip Fazıl'ı anlamak, onu hakkıyla okumak az önce ifade ettiğimiz gibi kolay değil. Burada pergel gibi hareket etmeli, Üstâd'ın düşünce dünyasını ortaya koyabilmek adına bütün eserlerini mümkünse mukayeseli bir şekilde ele alıp Büyük Doğu'yu ortaya çıkaran siyasi, sosyal, edebi, kültürel ve ekonomik koşulları sabırla, titizlikle incelemeliyiz. Sanatını, Allah'ı aramak felsefesi üzerine kuran, gerisini çelik-çomak oyunu olarak tanımlayan Üstâd'ın gerek biçim ve gerek biçem noktasında neşvünema bulan kültürümüze sağlamış olduğu yenilik ve katkıları hatırdan çıkarmamak lazım.

İçindeki Allah, Peygamber, Sahabe ve Müslüman sevgisini her fırsatta dile getiren Üstâd'ın Poetikası din merkezinde deveran eder. Allah demenin suç sayıldığı dönemlerde, kudretli medeniyet ve düşünce tasavvuruyla, muhteşem sanat ve kültür anlayışıyla mücehhez olduğu halde inancından ötürü görmezden gelinen içli, hasbi biridir Necip Fazıl. Geç ve güç bile olsa hasımlarının bile hakkını teslim ettiği Üstâd'ın Poetikası için yüzlerce metafordan birkaçını şu şekilde özetlemek pekala mümkündür:

"Rütbe"sini, Peygamber'e duyduğu samimiyet ve utkuyla ilintilendiren, dünyayı "kara tahta"ya benzeten, "sofra"yla toprağı çeşitlendiren, kendisini "divane" ama "gaibi kurcalayan çilingir"le özdeşleştiren, meclisleri "kavanoz"la bezeyen, "Müslüman yüzü" daima yücelten, beşer iradesini bir "oyuncak" a çeviren, nefsi "cüceye dönen dev" imgesiyle eriten, ötekilere "sual-cevap" eyleyen, "akl"ı küçümseyen, son "şarkı"da mahiyetindekilere tabutun gıcırtısını dinleten ve nihâî raddede vasiyetini ilan eden büyük bir mütefekkir ve sanat adamıdır Üstâd: "Serseri" fiziksel yaramazlığını, "Nefs, Benim Nefsim, Ve Nefs, Hep Nefs" gibi metafizik yönleri varoluşsal haylazlıklarını dillendirir. Adres tek ve nettir: Çağın kapital beyinleri, sağmal kalpleri ve animal kimlikleri dizginlemek ve yola getirmek. Bunun için metanetle çalışmalıyız diye salık verirken "Nefs" ile yaptığı muhasebelerin neticesinde vardığı sonuç hayli manidar ve düşündürücüdür Üstâd'ın: "Sabır" ve "Çocuk" safiyeti...

Yokluk, tezat, paradoks evreninde insanı korkularından alıp sıyıran; kah "takvimdeki deniz", kah müselles "geceye şiir"dir. Ne var ki yazgısı hep "yolculuk" üzerinedir. Bu garip seyrüseferde "annesine mektup" yazar Üstâd, "gurbet"e sitem eder, çünkü yaban ellerde "yalnızlık" çeker, ancak "ıraklarda" sökün eden bu yolculuk sanılanın aksine coğrafi değil içseldir. Bu vesileyle "visal"dir bir dehlizi.

Bahçeleri de vardır bu içsel dünyanın ve "o bahçelerde" mutlak gerçeği her daim haykıran bir "haberci" bağban bulunur. Daüsılası zinde olup "ebedî taze"dir, "hasret" vardır örenliğinde. "Boş ufuklarda" salınır gözler ve "nimet"e "kavuşmak" aynı zamanda bir "ayrılık" ve döngüsel "hicret"tir. "Vatan"ı çepeçevre kuşatan "zifaf" bir anda "geçer" sonra "aynı nokta"ya tekabül eder. "Ramazan" ayını "murad" eden "hayret"ten "gölgeler" vardır. Silueti "yalnız" ve bir "kamış" kadar ince ve naziktir.

Hayattayken yayınladığı 11 maddelik vasiyetinin son iki maddesini hatırlatarak nihayete erdirelim meramımızı:

-Allah'ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını! Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız.

-Beni de Allah ve Rasûl aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!