AA
Yönetmen Semih Kaplanoğlu, AA Akademi'de düzenlenen Sinema Atölyesi'nde, senaryo ve yönetmenlik deneyimlerinden filmlerinde mekân ve oyuncu seçimine, Yeni Türk Sineması'nın ortaya çıkışından günümüz yapımlarına ve yapay zekâya kadar birçok konu hakkında soruları yanıtladı. Hazırlığı devam eden projesinden de bahseden Kaplanoğlu, "Yeni bir film yapma çabası içerisindeyim. 1600'lü yıllarda yaşamış Niyazi Mısri'nin hayat hikâyesinden ilhamla bir senaryo yazdım. Adını 'İnsan' koydum. Ama ekonomik şartlar, zorluklar nedeniyle biraz zor ilerliyor" dedi. Bir yandan da tiyatro yönetmenliği yapan Kaplanoğlu şu sıra Devlet Tiyatrosu'nda İstanbul'da, Kuş Dili adıyla yeni bir oyun hazırlıyor.
Senaryolarını çoğunlukla kendisi yazan ve zaman zaman eşi Leyla İpekçi'nin katkısını alan Kaplanoğlu, sektördeki senaryo üretim sistemini kendine yakın bulmadığını söyledi: "Hollywood'da ya da ticari sinemada en önemlisi senaryo. En çok parayı senaryoya veriyorlar. O profesyonel bir çalışma şekli. Birçok katmandan geçiyor. Diyalog yazarları ayrı, aksiyoncular ayrı. O sistemle ben yapamam. Bugünün endüstrisinde bizim dizi mantığında da giderek o yol izleniyor. O yol örnek ve olması gereken yol olarak görülüyor. Mesela senaryo doktorları; onlar hep kalıplar. Biz kalıpların içerisinde bir şey yapamayız. Ben yapamam yani. Belki de senaryoyu paylaşmak konusu, yazım sürecinde benim açımdan çok kolay bir şey değil."
Filmlerinin senaryosunu yazmanın kendisine özgürlük alanı açtığına dikkat çeken Kaplanoğlu, "Belki birtakım kalıplardan kendimi korumamı sağlıyor, bazı orijinalliklerin, fazlalıkların, eksikliklerin, anlaşılmazlıkların olması bir özellik katıyor olabilir. Çünkü bir iletişim mevzusu değil sinema. Bir sanat ve bu sanat her sanat gibi bence bireysel bir iş. O yüzden de evet ekipler, gruplar var ama sonuç olarak her karesinde ve her seste sizin imzanızın olması gereken bir şey." dedi.
Senaryo gibi ses tasarımına da özel bir önem verdiğinin altını çizen Kaplanoğlu, "Filmlerin hepsinde aylarca süren ses tasarımları var. Saatlerce, günlerce, haftalarca ses tasarımıyla uğraşıyorum. Benim senaryolarımın sağ tarafında diyalog yoktur ama yüzlerce ses notu vardır. Rüzgâr, ağaçlar... Onları tek tek çekim zamanı, hem ben kaydederim hem sesçi kaydeder. Sonra haftalarca onları dinlerim. Her sahnenin arkasında şu saniyeden şu saniyeye bu ses. Mesela Bağlılık Hasan'ın ses kuşağında 800 kanal var. Çünkü inanın her ağacın rüzgâr sesi farklı. Çam ağacının sesini duyduğunuzda orada bir ıslık gibi duyarsınız. Ama bir çınar ağacı ya da bir kavak ağacının yapraklarının hışırtısı bambaşkadır. Ve o size bir atmosfer verir, bir duygu verir. Çünkü biz duygu mimarlığıyla da uğraşıyoruz aslında." şeklinde konuştu.
Buğday filminin bir distopya olarak görüldüğünü ancak bugün yaşadığımız şeyi anlattığını kaydeden Kaplanoğlu, "Distopya diyorlar ama bugün yaşadığımız şey bu. Bir yandan insanoğlu bilimde, teknikte gelişirken öte tarafta o bilim ve teknik bir sürü sorun yaratıyor. İşte GDO'lar, bunların insanı hasta edişi, toprağın kirlenmesi, bozulması ve bütün bunların içerisinde ben biraz bilgiyi, bilimi tartışmak istedim. Buğday'da savaşlar, mülteciler var. Bu savaşların çıkmasından çok önce, mültecilerin çıkmasından çok önce yazıldı." sözleriyle filmin bir yanıyla da gelecekteki dünyanın nereye doğru gittiğine dair düşünceler üzerine kurulduğunu anlattı. Kaplanoğlu, GDO'yu üreten bir tohum şirketinin, Hindistan'da dağıtımcıya baskı yaparak Buğday'ın orada vizyona girmesine engel olduğunu hatırlattı.