Usta fotoğrafçı Erdal Kınacı: ''Klasik Türk fotoğrafı denilen kısır döngünün içindeyiz''

Aynı zamanda doktor olan başarılı fotoğrafçı Erdal Kınacı aksam.com.tr'den Ali Demirtaş'ın sorularını yanıtladı. Sanatına ve fotoğrafın dinamiklerine dair konuşan Kınacı, klasik Türk fotoğrafıyla ilgili ise şunları söyledi: “Biz Ara Güler'leri taklit ettik, şimdi de onların kadrajlarını, kompozisyonlarını yeni nesil taklit ediyor. Klasik Türk fotoğrafı olarak adlandırılan kısır döngünün içine düştük maalesef. Aslında yeni neslin bambaşka işler çıkarması gerekir. Fakat maalesef olmuyor, hâlâ doğal ortamlar, eski evler, yaşlı insanlar, sokaktaki çocukları çekip duruyorlar. Fotoğrafçı çağının tanığı olmak zorundadır. Biz nasıl Ara Güler fotoğraflarına baktığımızda 40 veya 50'lerdeki İstanbul'u görüyorsak onlar da sizin fotoğraflarınızla görebilmeliler. Ancak bu döngünün dışına çıkan insan sayısı çok az.”

Ali Demirtaş

"Doktorluktan kazandığım parayı fotoğrafa harcıyorum" diyen, bu işe gönlünü vermiş, kıdemini ise ustalığa kadar ulaştırmış bir fotoğrafçı Erdal Kınacı. Çektiği fotoğraflarla özel ve özgün bir yerde duran, tarzını uzaktan anlamanın çok zor olmadığı bir isim kendisi. Biz de yeni çalışmaları vesilesi ile kendisiyle bir araya geldik. Fotoğraf sanatına dair konuştuk. Gelin önce onu daha yakından tanıyalım: "Profesyonel mesleğim doktorluk. Fotoğraf benim için bir yaşam tarzı. Doktorluktan kazandığım parayı fotoğrafa harcıyorum. Nükleer tıp ihtisasını yaptım ama daha sonra aile hekimi olarak devam ettim Anamur'da. Eşimle birlikte bir aile sağlığı merkezi işletiyoruz. Fotoğrafçılığım doktorluğumdan daha eski. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde okudum. Babam da sağlık memuru idi, üç kardeşiz. Adamcağız rahmetli, üç çocuğunu birden okutmak durumunda kaldı. Sıkıntı da çekiyordu tabii, ben de ne yapayım diye düşünürken Günaydın Gazetesi'nin hastane muhabirliğini üstlenmiştim. Fotoğrafa ciddi anlamda orada başladım. dört yıl kadar orada çalıştıktan sonra Hürriyet'e geçtim. Daha sonra İstanbul'da İFSAK'ta çalıştım. İFSAK'la birlikte fotoğrafın sanatsal yönünü keşfedip Sabit Kalfagil Hoca'nın teşvikleriyle biraz daha sanatsal yöne evrildim. Belge fotoğrafçılığından fotoğraf sanatına geçiş yaptım ve öyle devam etti. Hayatımı şekillendiren fotoğrafa olan ilgi..."

FOTOĞRAFTA ASIL OLAN HİKÂYEDİR

Fotoğrafçılıktaki üslubunuzu nasıl tanımlıyor ve adlandırıyorsunuz?

Fotoğraf genel anlamıyla ânı dondurmak olarak tarif edilir ve o an üzerinden o fotoğrafın sonsuzluğa intikal ettiği konuşulur. Ancak kendi fotoğraflarımda ânı dondurmanın dışında zamansız olmasını daha çok tercih ediyorum. Tabii bu süreç içerisinde gelişen bir şey. 40 yıldır fotoğraf çekiyorsam, 40 yıl önce çektiğim fotoğrafla şimdiki arasında dağlar kadar fark vardır. İnsan gelişiyor ve öğreniyor. Şu an fotoğrafın içeriğinden çok hikâyesine önem veriyorum. Elbette doğru çekilmiş olmalı, ışığı, rengi gibi detaylar önemli ama asıl olan hikâyesidir. Siz orada bir şey anlatıyorsanız bitmiştir iş. Bu da bir dil çünkü. O dili doğru kullanmak ve bunu yaparak anlatmak istediğinizi anlatmaktır asıl olan. Ben de kendi fotoğraf anlayışımı böyle özetliyorum. Belgesel veya haber fotoğrafçısı değilim. Onları ayrı tutmak gerekir ve onlarda manipülasyona yer yoktur. Örneğin bir belge veya haber fotoğrafı çekiyorsanız onu olduğu gibi kullanmak zorundasınız. Ama ben fotoğrafı çekmişim, daha sonra fotoğraf işleme programlarıyla birtakım değişiklikler yapmışım, kendimce hikâyeyi ardışık fotoğraflarla farklı şekilde anlatmışım, araya video görüntüleri koymuşum.Bu artık benim yorumum oluyor. O anki olaydan çıkarıp kendi dilimle anlatabileceğim bir hikâyeyi ortaya koyuyorum. Ama bunu bir haber veya belge fotoğrafçısı yapamaz, adı ahlaksızlık olur.

MANİPÜLASYON VARSA BUNU SÖYLEMEK GEREKİR

Fotoğrafta manipülasyonun sınırı ne olmalı peki?

Haber ve belge fotoğraflarında manipülasyon kesinlikle olmamalı. Ama işin sanatsal yönüne gelirsek, fotoğraf sonuç olarak bir seçimdir. Fotoğrafçı olarak bu seçimi yapmışsam ve oradaki insanı veya manzarayı çekim öncesi kurgulayıp bunları yerleştirmişsem bu bir ön çekim hazırlığıdır. Ya da ona imkânım yok diyelim; oradaki insanı çektim, arkadaki dağı da çekip ikisini birleştirdim, bunu belirtmek koşulu ile bence bunda bir sınır yok. İnsan kendini ifade etmek için başkalaştırır ama bunu belirtmek gerekir. Özellikle diğer ülkelerde düz fotoğraf olayı neredeyse tamamen kalktı, sen ne kadar manipülatif davranıyorsan, ne kadar çok eklediysen ve çıkardıysan o derece daha saygın oluyorsun, daha sanata yaklaşmış oluyorsun. Düz fotoğrafta sonuç olarak katkın oradaki deklanşöre basmaktır, işte tam olarak bunun üzerine çıkmak gerekir. Oradaki deklanşöre bir maymun da basabilir. Ama sen buna kendinden bir şeyler katabiliyorsan, o zaman hem anlattığın hikâye hem de son ürün olarak ortaya koyduğun görsel sanata daha çok yaklaşır. Ama tabii her aşamasında doğruları söylemek gerekir diye düşünüyorum.

FOTOĞRAFÇI ÇAĞININ TANIĞI OLMAK ZORUNDADIR

Kimleri takip ediyorsunuz?

Adem Sönmez diye biri var, şu an 76 yaşında. O, Anadolu'nun Ara Güler'i olarak geçer. Adem Ağabey benden bir nesil önce. İlkokul bile okumamış bir adamdır, değerli bir insandır. Ama fotoğrafları dünya çapında tanınan bir insandır, Muş'ta yaşar. 40 yıl öncesinde İstanbul'da yayınlanan bir fotoğraf dergisi vardı. Başında Mehmet Bayhan Hoca vardı. Çektiğimiz fotoğraflar orada yayınlansın diye canımız çıkardı. O derginin bir sayfasında, tam orta bölümde Adem Sönmez'i anlatmışlardı. Onu o dergi sayesinde tanıdım, yıllar sonra tanıştık birlikte fotoğraf çektik. Etkilendiğim isimler tabii var. Adem Sönmez bu isimlerden biri. Yabancılardan ise Roger Ballen. Türkiye'de de özellikle genç nesilde birçok insan var. Başarılı işler de çıkarıyorlar. Fakat birazcık da artık bizim neslin suçu mu bilmiyorum; biz Ara Güler'leri taklit ettik; şimdiki nesil de bir parça taklit ediyor. Klasik Türk fotoğrafı olarak adlandırılan kısır döngünün içine düştük maalesef. Aslında yeni neslin bambaşka işler çıkarması gerekir. Fakat maalesef olmuyor, yani hâlâ doğal ortamlar, eski evler, yaşlı insanlar, sokaktaki çocuklar... Aslında fotoğrafçı çağının tanığı olmak zorundadır. Yani şimdiki yeni nesilden arkadaşlara bana sordukları zaman onlara şunu söylüyorum, gidin elektrik direklerini çekin, telleri çekin, trafik karmaşasını çekin, beton çekin, yaşadığın yerleri, AVM'leri çekin gibi... Çünkü siz onunla yaşıyorsunuz. Bundan bir 100 yıl sonra insanlar sizin fotoğraflarınıza baktığında görsünler nasıl bir yaşamda olduğunu. Biz Ara Güler fotoğraflarına baktığımızda 40 veya 50'lerdeki İstanbul'u nasıl görüyorsak onlar da sizin fotoğraflarınızla görsünler... Ama işte o döngünün dışına çıkan insan sayısı çok az.

GENÇ FOTOĞRAFÇILAR SABIRLI OLMALI

Fotoğrafçı olmak isteyen biri kendinde hangi sorulara yanıt vermeli? Ayrıca tarzlarını nasıl oluşturabilirler?

Bu, zaman içerisinde olacak bir şey. Birdenbire "Benim tarzım bu. Ben tarzı olan bir fotoğrafçıyım. Benim kadrajlarımı fotoğraflarımı kompozisyonların altta yazan ismim okunmadan bilinir" şekline gelmesi için önce her şeyi çekmek ve sabırlı olmak, hepsinden önemlisi de vazgeçmemek gerekir. Özellikle genç arkadaşlar hevesleniyorlar, ekipman alıyorlar, sanki en iyi lens, en iyi makine kendisinde olunca en iyi fotoğrafa sahip olacaklarmış gibi bir duygu geliştiriyorlar. Bu tamamıyla yanlış. Elbette ekipman olmalı, fena da olmamalı ama dünya paralar vermeye de gerek yok. Sabırla vazgeçmeden fotoğraf üretmeye devam ederlerse eninde sonunda kendi tarzları ortaya çıkacaktır. Örneğin benim tarzımın oturması 25 sene sürdü. Şimdi sağı solu çekmiyorum, o kafamda oluşmuş imajları kâğıda döküyorum, sonra fotoğrafı çekiyorum. Önce çalışırım onu daha sonra kadraja yerleştiririm.

Şu an yapay zekâ ile birlikte o kadar değişik şeyler çıkmaya başladı ki siz yazıyla fotoğraf çekiyorsunuz mesela. Devir öyle bir devir. Ben fotoğrafa başladığımda renkli film yoktu. Renkli filme geçtikten sonra da dijital çıktı, dijital makineler edindik o zaman da bizim camia da 'Dijitalle çekmek fotoğrafa ihanet' dendi. O zaman da bunun savaşını verdik.

FOTOĞRAFTAKİ KURGUYU ELEŞTİRMEK ABESTİR

Şu an neler yapıyorsunuz?

Şimdi bir çocuk serisi üzerinde çalışıyorum. Eski bir köy evinin duvarının önünde köyün kendi çocuklarını çektim. Bunu yapmam dört ay sürdü. Çektiğim fotoğrafları oluşturmak ve çocuklara nasıl bakacaklarını anlatmam, o duvarın müsait olmasını sağlamam epey uzun sürdü. Anamur'daki bir köy evi. Bunların tabii eskizlerini çalışıyorum. Çünkü oraya gittiğinizde beyniniz hazır olmalı. Örneğin çocuğun elinde bir balon var ama o balonun çocuktan biraz uzak durması gerekiyor. Bütün bu süreç fotoğraf yapmak anlamına geliyor. Bütün bunlara eleştiri de geliyor, önceden hazırladığım için. "Bu fotoğraf mı?" diye soruyorlar ama umurumda değil. Bu benim anlatım tarzımdır, dilimdir. Fotoğrafta neden kurgu yapıyorsun diye sormak abestir. Şu an yapay zekâ ile birlikte o kadar değişik şeyler çıkmaya başladı ki siz yazıyla fotoğraf çekiyorsunuz mesela. Devir öyle bir devir. Ben fotoğrafa başladığımda renkli film yoktu. Renkli filme geçtikten sonra da dijital çıktı, dijital makineler edindik o zaman da bizim camia da "Dijitalle çekmek fotoğrafa ihanet" dendi. O zaman da bunun savaşını verdik. E sonra da photoshop diye bir şey çıktı. Bambaşka eleştiriler geldi ardından. Bunlar her dönem olacak. Yapay zekâ ile üretilen işlerde de bir süre sonra çok başarılı insanlar çıkacak. Bu yeniliklere ve gelişmelere açık olmak gerekir.

YAPILMAMIŞ BİR İŞİ YAPARSANIZ DÜNYANIN GÖZÜ SİZE ÇEVRİLİR

Klasik Türk fotoğrafı nedir, biraz daha açar mısınız, bir de sizce nasıl başkalaşabiliriz?

Klasik Türk fotoğrafı olarak tarif edilen şey bizden önceki neslin başladığı ve bizim de maalesef taklit ve takip ederek yaptığımız bir süreç. Eski bir ev, içerisinde yoksul bir yaşam, onunla ilgili portreler, sümüklü çocuklar gibi bir şey meydana geldi. Hep o kompozisyonda ürettik. Daha sonra bu işin doğa kısmına evrildi. Kayseri'deki atlar çıktı ortaya. O bitmeden Bitlis'teki kaplıcalar, mandalar, bunlar hep birbirinin tekrarı oldu. Gözüne güvendiğiniz insanların bile o tuzağa düştüğünü üzülerek görüyorsunuz. Orada bir farklılaşma yaratılamadı maalesef. İlla arada farklı insanlar çıkmıştır ama benim görebildiğim kadarıyla birisi çekmiş, ödül almış ve ben de gidip aynı yolu izleyebilirim anlayışı söz konusu oldu. Yapılmamış olanı yapmak en doğrusu. Farklılaşma da orada başlar. Siz yapılmamış bir işi yaparsanız dünyanın gözü size çevrilir.

NATIONAL GEOGRAPHIC HAYAL ETTİĞİM GİBİ OLMADI

Bundan sonrası için kaygınız nedir?

Fotoğraf benim için ciddi bir iş, yaşam tarzımı belirleyen bir şey ama fotoğrafın kendisini çok ciddiye almıyorum. Seviyorum, fotoğrafla var olmayı seviyorum, fotoğraf çekmeyi seviyorum ama bunun beni şekillendirmesi veya usta fotoğrafçı gibi tanımlar çok umurumda değil. Fotoğrafla uğraşan insanların birtakım derecelenme şeyleri vardır, unvanları vardır. O işlere hiç bulaşmadım ve hep uzak durdum. Yarışmalara katılırdım hep gençken, bir sürü ödülüm var. Bütün çocukluk hayalim National Geographic fotoğrafçısı olmaktı. Oldum ama oranın hayal ettiğim gibi bir yer olmadığını anlayınca Türkiye'ye geri döndüm. Hiçbir zaman unvanlarla ve tariflerle, taltiflerle çok fazla işim olmadı hâlâ da öyle.

RESİM GEÇ KALMIŞ İNTİKAMINI FOTOĞRAFTAN ALACAK

Fotoğrafın geleceği ne olacak peki?

1800'lü yılların ikinci yarısında fotoğraf makineleri icat edilip fotoğraflar ortaya çıktığında Fransa'da bir toplantı yapılıyor. Birçok ressam geliyor oraya ve kavga çıkıyor. "Fotoğraf çıktı biz ressamlar artık ekmek yiyemeyeceğiz. Biz aylarca bir resim için uğraşıyoruz" gibi. Fotoğrafın resmi öldüreceği konuşuldu, tartışıldı çokça. Zaman içerisinde fotoğraf işleme programlarıyla da son dönemde yapay zekâ işleriyle, fotoğraf resme hiç olmadığı kadar yaklaştı. Fotoğraf artık çekilen bir şey değil yapılan bir şey oldu. Ve ben resim geç kalmış intikamını fotoğraftan alacak diye düşünüyorum zaman içerisinde. Sonuçta bu sanatla ilgilenen insanlar artık bilgisayar marifetiyle fotoğrafları da çizmeye başlayacaklar diye düşünüyorum. Ressamlar fotoğraf resmi öldürdü demişlerdi, zaman içerisinde resim fotoğrafı öldürecek ve fotoğraf resimleşecek.

TÜRKİYE'DE BUNUNLA BENDEN BAŞKA UĞRAŞAN YOK

Yeni nesil arkadaşlar ne yapmalı, onlara ne tavsiye edersiniz?

Fotoğraf bir disiplin, video ve sinema ayrı bir disiplin. Video art denilen bir sistem var o da başka bir disiplin. Benimse son 4-5 yıldır uğraştığım bir ara disiplin var. Hepsinden birer parça alıp, fotoğraf, video, ses ve birtakım efektler kullanarak multimedya denilen bir format geliştirdim. Bu bazen tek bir fotoğrafın canlandırılması şeklinde oluyor. Mesele bir petrol istasyonu fotoğrafı çekmiştim. Oradaki "SHELL" yazısındaki "S" harfini yanıp söner bir şekilde kurguladım ve kelime "HELL" (Cehennem) oldu. Ardından fırtına başlıyor ve videodan birtakım sesler geliyor gibi. Yani tek bir fotoğrafın hareketlendirilmesiyle oluşan bir görsel anlatım dili. Bununla önce başka uğraşan yoktu. Nasıl bir ad vereceğiz diye düşünürken hocalardan yardım aldım ve hocalar bunun multimedya olarak adlandırılabileceğini söylediler. Daha sonra ben bunları paylaşınca yurtdışında ve Hollanda merkezli ajanslardan davetler aldım. Oradan doğan etkileşimle birçok ülkeden multimedya yapmaya başlayan birtakım insanlar çıktı. Ama o disiplini kendim oluşturduğum için gurur duyuyorum. Şimdi çok iyi bilinmiyor ama ileride sanat dalları arasında farklı bir tarz olarak yer alacak diye düşünüyorum. Genç arkadaşlardan rica ediyorum bu konuya eğilsinler. Türkiye'de maalesef benden başka uğraşan yok ama dünyadan çok iyi işler çıkıyor. Belki bir festival başlatırız. Orada çok büyük bir boşluk var. Ancak genç arkadaşlar bu konuya eğildiklerinde önleri bomboş olacak. Çok parlak bir gelecek olduğunu düşünüyorum bu alanda.