Sibel Eraslan: Erişebildiğimiz her güzellik sonludur

Sibel Eraslan uzun bir aradan sonra yeni bir öykü kitabıyla selamlıyor okurunu. Muhit Kitap etiketiyle yayınlanan ‘Ayrılık Üzüntülerin Annesidir', içinde yarayı ve teselliyi aynı anda barındıran 15 öyküden oluşuyor. Yazar, erişebildiğimiz her güzelliğin sonlu, bizi bir yerlere taşıyanın da ağır sınavlar olduğunu söylüyor.

HALE KAPLAN

Sibel Eraslan öyküsü okumayı özlemişim ne yalan söyleyeyim... Niye bu kadar bekledik bu öyküler için?

En son kitabım, 2017 yılında çıkan ''Rumeli Rüzgarı''ydı. Haklısınız uzun bir ara oldu, bu süreçte baş etmekte zorlandığım süreçlerin içinden geçtim. Allah rahmet eylesin, annem vefat etti, ona her anında eşlik ettim, art arda ölümler geldi arkadaşlarımdan, akrabalarımdan, sonrasında büyük bir yardan aşağı düşüyor gibiydim. Üst üste ameliyatlar gerektiren bir koridora girdim. Hastanelerde çok uzun günlerim geçti. Ölümler, ayrılıklar, vedalar ülkesinden geri geldim diyelim... Geldim mi bilmiyorum. Ama dünya zaten elveda üzerine kurulmuş. Parçalanma ve ayrılık varoluşun en büyük sızısı... Sanat, bu sızıyı yatıştırır mı? Tüm dallarından emin değilim ama edebiyat, sanatlar içinde size zaman tanıyan, bir tür serinlik diyebileceğim gölgelikli düşünme, kaçma, saklanma, yaralarınızı sarma veya tam tersi kanatma imkanları olan çok sokaklı, dehlizli, konaklı, geceli, gündüzlü bir şehir gibi... Ne olursa olsun yazmak, evet korunaklı bir eylem. Başınıza bela açabilecek şeyler yazdığınızda bile evet korunaklı, çünkü harfler ve yazıldıkları sahifeler, gerçekle aranızda bir mesafe kuruyor. Bu kısa mesafeyi seviyorum. Çünkü orada yani edebiyatın gerçekle arasında kurduğu mesafede, teselli var, tevekkül var...

MERHAMETE İHTİYACIMIZ VAR

Kitabın ismine de yansıyor ayrılığın ölüme eş olma hali. Evet üzüntülerin başı. Ama en az bunun kadar önemli bize yaptığı annelik de. Bu ikisini bir arada konuşalım istiyorum.

Anne kelimesi, dünyanın en velud kelimelerindendir. Hatta biraz daha iddialı konuşacak olursak, anne; ontolojik anlamda bir başlangıç. Yaratım sanatıyla ilgili bir muhtevası var... Annelik merhamettir. Yeryüzünde en çok ihtiyacımız olan şey merhamet... Çocukken hastalandığımızda annemizin yanında yatardık ve sabaha iyileşirdik. Annelerde şifa vardır. Şifayı, teselliyi, hikmeti bulduğunuz her şeyde vardır anaçlık ki edebiyatta da var. Annemden sonra dünya bana öyle ağır geldi ki, sanki Ağrı Dağı'nı sırtıma vurdular... Hep şöyle okuduk: Ayrılıkla ölümü tartmışlar da ayrılık daha ağır gelmiş. Bunun bir ezber olduğunu düşünüyorum artık. Çünkü ayrılığın gurbeti yeryüzünde... Ölümün gurbeti ise mahşere kalmış, rüyalara kalmış... Merhametin, vicdanın, hakkaniyetin, selametin, huzurun olduğu her yerde, anneliğin rüzgarı eser. Benim için belki bir çocukluk hissi de diyebilirim ama halen taşıyorum bu hissi, edebiyatın fısıltıları da, anne fısıltılarına benzer. İyi edebiyatın, yeryüzüne barışı ilham edeceğine inancım, sürüyor.

HER ŞEYE RAĞMEN HAYAT VAR

Kitabın kapak tasarımında size ait bir çizim var. Rengarek çiçekler, saksılara sığmayan coşku içindeler. Kitabın genel atmosferindeki hüzünle nasıl bir bütünlük bu diye düşündüm, çok sevdim. Yaşınız ilerledikçe hele ki anneyseniz, gözleri birer mektup gibi okumaya başlıyorsunuz. Profesyonel hayat bizi pürüzsüz, hüzünsüz, dertsiz, tasasız ve çok güçlü, irade sahibi olarak görmek istiyor. Halbuki, dünyaya geldiğimiz andan itibaren çevremizdeki her şeye maruz kalırız. Bu maruz kalışı göz ardı etmek isteyen, kapitalist bir disipline mahkumuz. Biz ne yaşarsak yaşayalım, çarklar dönmeli işler bitirilmeli. Hayır! Bizi insanlığımızdan çıkartan, plastik bir mükemmeliyetçilik dayatıyor bu tavır. Hüznümüzü, kederimizi, gözlerimizden okuyacak ve bizi dinleyecek, bizi teselli edecek anaç seslere o kadar ihtiyacımız var ki... Kitabın kapağına gelecek olursak, 2016 yılında çizdiğim bir tablodan aldık onu. Mayıs ayında çizmiştim bu tabloyu... Rengarenk çiçeklerle bir bahar buluşmasıydı. Ama dalından kopmuş her çiçek, hangi güzel buketin içinde olursa olsun, hüzünlüdür. Erişebildiğimiz her güzellik sonlu bir güzelliktir... İnsanız, bizdeki her şey sonlu, bitimli, kısıtlı, ölümlü. Buna rağmen var sevmek, buna rağmen var emek, inanç, coşku, aşk. Tüm bu sonluluğa, kısıtlılığa, kısalığa ve ölüme rağmen, hayat var. Kitabın kapağı da "evet, hayat var'' anlamını taşıyor. Her şeye rağmen hayat var.

BİR MEKTEP OLARAK SEVMEK

Bir ölüm biçimi olarak ayrılık... Bir mektep olarak sevmek... Hüzünden bir yapı olarak yeryüzü... Bir cennet olarak arkadaşlık... Kitapta bana el salladı hep bu tanımlar. Bir duyu organı olarak kalp yapıyor değil mi bu tanımları?

Ağır sınavlar, bizi bir yere taşır. Evet,okulumuz, mektebimiz gibidir çileler. Kalpte açılan derin yarıklar belki kapanmaz ama zaman, ateşli acıları uyutarak, üfleyerek, sizi bir orman yangınından bir türbede yakılan mumun hüznüne kadar getirir. Zamanın elleri küçüktür, sabırlıdır, ama sizi yavaş yavaş bir yerden bir yere götürür. Başlangıçta kızgınlık olan şey kırgınlığa, öfke olan olan şey hüzne, isyan olan şey hicrana dönüşür. İddia etmiyorum ama benim öykülerimdeki insanlar bunları böyle yaşadılar ve yaşamaktalar. Yangınların içinden geçtiler, geçmekteler, ama zaman onlara sırası geldiğinde kenarda oturup, uzaktan bakmayı ikram etti, edecek... Suriyeli göçmenleri taşıyan bir bot Ege'de batmıştı ve bir kızın günlüğü, kıyıya vurmuştu. Günlükte savaşın feci sonuçlarını, yurdunu terketmek zorunda kalan bir genç kızın çaresizliğini okuyordunuz ama aynı zamanda bir aşk mektubu gibiydi bu günlük. Sevdiği çocuğa yazılmış mektuplar şeklindeydi, bir daha görüşemeyeceklerini bildiği bir sevgiliye... Düşünsenize o telaş, o çılgınca kaçış arasında, botun içinde dalgaların arasında bile yazmaya devam etmiş... Harflerine sarılmış bir kız. O kadar çok acı var ki... Harflerimiz olmasaydı belki teselli hiç bulamazdık...

GURBET DİLSİZLİKTİR

'Amsterdam'da 41 Yasin' kitabın ilk öyküsü ve en sarsıcı olanı. Gurbeti gurbet yapan asıl şey nedir?

Gurbeti, gurbetçisi, göçmeni çok olan bir ülkede yaşıyoruz. Ne kadar zordur halbuki bir evden ayrılmak bizler için... Ev taşınması mesela, benim için depresyon sebebidir, o kitaplar, katlanmış kazaklar, ceketler, denk edilmiş eşyalar, kutular, yatak-yorgan, bir kamyonete sığdırılmaya çalışılan hayatlar... Oysa bir ırmak bir komyenete sığar mı? Yani feci bir travmadır taşınmak. Oradan buraya gitmek. Veya bir sırt çantasıyla, hiç bilmediği bir ülkeye ayak basmak, dilini bilmiyorsun, ekmeğini yememişsin, havasına, suyuna yabancısın... Gurbette dil; ülkedir, evdir, çatıdır, üşümeni engelleyen ateştir, yorgandır, sığınaktır, dil annedir gurbette, sevdiceğindir... Bu bakımdan gurbet dilsizliktir.