Seramik sanatçısı Ahmet Nejat Birdevrim: Allah'ı anlatmak için sanatımı icra ediyorum

Yarım asra yaklaşan sanat hayatının 50. sergisi olan Yolculuk'u sanatseverlerle buluşturan Ahmet Nejat Birdevrim ile bir araya geldik. Nusret Çolpan Sanat Galerisi'nde yer alan 68 eserini tek tek gezdiğimiz Birdevrim sanatını şu sözle özetledi: “Benim eserlerim duvarları süslemek için değil. Çalışmalarımın hepsinde Allah kelamı var. Eserlerime bakan herkesin Allah'ı hissetmesini, hatırlamasını, görmesini istiyorum. Yoksa eseri duvarına astığında altındaki koltuk ile uyuyor mu uymuyor mu diye bakmasın kimse.”

aksam.com.tr

Merve Yılmaz Oruç

Ahmet Nejat Birdevrim'in seramik sanatında geçen 46 yılının bir özeti niteliğindeki Yolculuk sergisi, Fatih Belediyesi'nin ev sahipliğinde Nusret Çolpan Sanat Galerisi'nde sanatseverlerle buluştu. 4 Ekim'de açılan ve 30 Kasım'a kadar ziyaret edilebilecek olan sergiyi, Birdevrim ile birlikte gezdik. Sanatçının 'dört element bir gönül' olarak kavramsallaştırdığı Yolculuk sergisinde; ateş, su, hava ve toprak aslında seramiğin bir birleşimi. Duygu ve düşüncelerini bu elementler sayesinde seramiği de bir araç seçerek anlatan Birdevrim ile hem eserlerini hem de sanat yolculuğunu konuştuk. Kariyerinin ellinci sergisini açan Birdevrim eserlerinde, geleneksel sanatları yaşatmaya çalışırken, tüm kâinatın sahibi ve Yaratıcı'nın tüm güzelliklerini ve O'na olan sevgisini de işliyor. Selçuklu, Osmanlı ve hat sanatının inceliklerini günümüz estetiğiyle harmanlayarak kullanan sanatçı, kendine özgü turkuaz rengi ile de sualtı âlemini yansıtan çalışmalarıyla deniz altının gizemli dünyasını gösteriyor. 24 ayar saf altın ile bezenmiş eserleriyle de dikkat çeken Birdevrim sanatını Allah'ı anlatmak için kullandığını ve O'nu anlatmanın, yaratmış olduğu güzellikleri gösterebilmenin en güzel yolunun toprağı sanata çevirmek olduğunun altını çiziyor.

SERAMİK TEKNİK KISIMLARI İLE DİKKATİMİ ÇEKTİ

Sergide 68 parça eser var. Ve farklı bölümlerden oluşuyor. Kimi eserlerde turkuaz rengi ile sualtına yolculuk ederken bir başka köşede Selçuklu ve Osmanlı'nın izlerine rastlıyorsunuz. Ve tabii Allah ve Muhammed (s.a.v) için özel olarak yapılan çalışmalar da var. "Benim eserlerimin ortak noktası şu; Allah'ın yaratmış olduğu tüm güzellikleri bir vesile olarak toprağa aktarıyorum." diyerek sözlerine başlayan Birdevrim seramik ile yolculuğunu şöyle anlatıyor: "1976 yılında liseyi elektronik üzerine okudum. Daha sonra Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Meslek Yüksek Okulu'nun sınavlarına girmeye karar verdim. Burada beş ayrı bölüm vardı. Bana hitap eden içinde teknik, elektronik, matematik olan bir alan aradım ve seramiği tercih ettim. Çünkü burada seramik fırınları, karışımlar, hammaddeler vardı. Bu ilgimi çekti. Hatta okulda bozulan seramik fırınlarını ben tamir ederdim. Yüksek lisansımı da seramik fırın teknikleri üzerine yaptım. Seramiğin daha teknik kısmında okudum. Seramik ile alakalı iki bölüm vardı. Biri yapı bahçe gibi işin daha sanatsal kısmı. Burada teknik yok, öğrenciler onlara sunulan teknikle seramik yapar. Benim okuduğum bölüm ise o tekniği hazırlayan taraf. Endüstriyel seramik bölümü mezunuyum. Kalıp tekniği hocasıyım. Sanatsal tarafa yönelmem daha sonra oldu. Sırlama kısmı benim çok ilgimi çekti. Endüstriyel tasarım mezunu olduğum için ilk zamanlar bu tarz çalışmalar yaptım. Kalıplar hazırlayıp seri üretimler yaptım. Mumluk, çay bardakları, mücevher kutuları gibi... Akabinde 90'lı yılların başında işin sanatsal kısmına yöneldim ve tablolar yapmaya başladım. İlk olarak ise su altı çalışmalarını yaptım."

TURKUAZ TONUNA İLK GÖRDÜĞÜMDE ÂŞIK OLDUM

Kendi imzası olan turkuaz tonu ile yaptığı çalışmalarıyla tanınan Birdevrim bu rengin ortaya çıkma hikâyesini de şu sözlerle anlatıyor: "Turkuaz rengini dört yılda yaptığım 3 bin 5 yüz deneyle buldum. Bu renkler öyle sulu boyaları karıştırıp bulmak ile olmuyor. Burada kimyasal karışımlar var. Turkuaz rengini ilk nerede gördüm ondan bahsedeyim. Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Meslek Yüksek Okulu'nda okurken oradan bir hocamız Bodrum Müzesi'ne gönderilmesi için deniz dibinden amforalar çıkarılmasını istiyor. Seramik bölümünden öğrenci lâzım, su altına dalacak. Ben ve arkadaşlarım gittik. Su altına dalışlar yapıyoruz, denizin altı o kadar güzel ki... O turkuaz rengini de bu dalışlarda gördüm. Bizimki ilk görüşte aşk gibi. Aramızda bir bağ oluştu. Yıl 1978 sanıyorum. O dönemden beri bu rengi bulmanın derdine düştüm. Ama tabii daha öğrenciliğin başındayız. Okul bitince babam, 1985 yılında bana bir atölye kurdu. O zaman bu rengin peşinden gideceğim, dedim. Tam dört yıl uğraştım. Seger formülünü kullanarak sonuca ulaştım. Ama zor bir süreçti. Periyodik cetveli, atom ağırlıklarını, metal oksitleri bilmeniz gerekiyor. Bir de fırın etkeni var. Fırına girince ne çıkacağı belli olmuyor. Ama uzun uğraşlar sonucunda istediğim tonu buldum. Turkuaz rengi evvelden beri olan bir renk ama bu ton bana özel."

AK ÇİNİ İLE ATEŞ ARCASOY SAYESİNDE TANIŞTIM

Birdevrim'in yaptığı çalışmalar klasik seramik eserlerinden çok farklı. Karşımızda şahane tablolar var. "Öğrenciler eserlerimi gördüklerinde, 'Bunlar seramik mi?' diye soruyor. 'Aynısını yapabilir miyiz?' diye de ekliyorlar. Yapamazlar tabi ki. Çünkü her sanatçının bir imzası vardır ve onunla tanınır. Bu benim imza. Bizim görevimiz öğrencilere bu işin temelini öğretmek. O alana imza atmak bir farklılık getirmek ise onlara kalmış." diyen Birdevrim eserlerinde ak çini kullanıyor. Bu hammadde ile hocası Ateş Arcasoy vesilesiyle tanıştığından bahseden Birdevrim, "Seramiğin kendi içinde alanları var. Seramik genel bir tanım ve pişmiş toprak demek. Pişme dereceleri ve içine konulan katkı maddelerine göre değişir. Ben çalışmalarımı ak çini ile yapıyorum. Benim hammaddem bu. Bunu Almanlar bulmuş ama çatı örtme, kanalizasyon boruları gibi alanlarda kullanmışlar. Sert ve hafif bir ürün. Ben de bu yüzden tercih ettim. Ak çinin beyaz ve hafif oluşundan faydalandım. Böylece turkuaz rengim tam istediğim gibi çalışmalarımda çıktı. 1040 derece pişerken topraktan metal oksit almıyor. Farklı bir renk çamur olsaydı alırdı ve istediğim turkuaz tonu çıkmazdı." şeklinde konuştu.

HACCA GİTTİKTEN SONRA BAKIŞIM DEĞİŞTİ

Sanatının kendisi için manevi bir tarafı olduğunu da dile getiren Birdevrim bu yönelişin nasıl olduğunu ise şöyle anlattı: "1992 yılında hacca gittim. Sonrasında yine gittim, toplamda 13 kere. Orası sanatım için de dönüm noktası oldu. Oradan gelince neden turkuaz tonunu Allah'ın kelamında kullanmıyorum diye düşündüm. Turkuazın mecazî bir anlamı da var, sonsuzluk... Sonra bu renkte Allah'ı zikretmeye başladım. Bunun için de Hüsrev Subaşı'ndan nesih dersi aldım. Ben hattat değilim. Ama Allah'ın lafzını ve ayetlerini anlatabilmem için bunu bilmem gerekiyordu. Ben hat sanatını kağıda değil toprağa uyguladım. Ve en düzgün şekilde okunur olmasına dikkat ederek bunu yapıyorum. Her sanatçının kendine göre bir yolu var. Ben bu yolu seçtim. Aslında Allah'ı aramak ya da onun varlığını görmek için araştırmaya, okumaya, görmeye gerek yok. Sadece parmak ucunuzdaki her cm kareye bakmanız yeterli. Parmak izi herkesin farklı dimi. Dünyadan milyarlarca insan geçti ve daha gelecek... Size böyle kareler versem kaç farklı kaç şekil yapabilirsiniz ki..."

KIRILMALAR BİLİNÇLİ BİR TERCİH

Eserlerdeki çatlaklar da dikkatimi çekiyor. Bunların bilinçli olup olmadığını soruyorum, "Bilinçli bir tercih" olduğundan bahsediyor Birdevrim ve nedenini şöyle açıklıyor: "Bütün bir seramiği fırına koyup pişirmek risktir. Seramikte yüzey büyüdükçe istemsiz kırılmalar olma ihtimali artar. Aylarca uğraştığın eser bir anda çöp olur. Seramik alanında iki kesim var biri modüler diğeri artistik. Ben yaptığım formun şekline göre kesiyorum. Bunun avantajı hem yüzey küçüldükçe gerilim katsayısı düşüyor ve kırılma azalıyor hem de puzzle etkisi veriyor."

"Yolculuk" sergisindeki eserleri, Ahmet Nejat Birdevrim'den dinledik:

Turkuaz rengi ile o muhteşem deniz dibini anlatmaya çalıştım. Turkuazımla tek sırla iki renk elde edebiliyorum. Hem mavi hem yeşil. Üzerlerindeki efektleri bilerek yapıyorum. Tabii zamanla öğrendim bunu. Artık sırrımı attığımda hangi kalınlıkta ne renk çıkacağını, sırrın akışkanlığını, fırının neresine koymam gerektiğini biliyorum. Bunun adı tecrübe...

Turkuaz ile yaptığım çalışmalar arasında objeler de var. Burada iki tane telefon sergileniyor mesela. Kabloyu fişe takın çalışıyor. Elektronik mezunu olduğum için bunu sanatımda kullanmak istiyorum. Yine bir aydınlatma var. O da çalışır durumda.

Selçuklu sanatı ile alakalı eserlerin olduğu bir alan var sergide. Tarihe olan merakımdan dolayı hem Osmanlı hem de Selçuklu dönemine ait çalışmalar yaptım. Burada Selçuklu yıldızları içinde cennet kuşlarını yaptım. Buradaki sekiz yıldız cennet kapılarını ifade eder. Yine çift başlı kartal figürü var. Selçuklu'da bu çok önemli bir sembol idi. Doğu ve Batı'nın hâkimi anlamında. Hatta Sivas Divriği Ulu Camii'nin kapısında var. Zümrüdüanka Kuşu yine o dönemin önemli simgelerinden.

Diğer bir bölümde ise Osmanlı ve Safranbolu evleri karışık. Bir de tarihi yarımadamızı yaptım. Burada da Ayasofya Camii'ni görüyoruz. Bu eserimi Çiçek Derman Hoca görmüştü. Benim halam tezhip ve minyatür sanatçısı Cahide Keskiner idi. Ve Çiçek Hoca ile arkadaştı. Bu vesileyle eserimi gördü ve bana dedi ki, "Ayasofya Camii'nin gerçek rengi bu.". Önceleri camiyi metal oksitle boyamışlar, şimdi ise boya ile boyanıyor. Bu yüzden gerçek rengi değil.

Bu sanatın manevi tarafı benim için hac dönüşünde oluyor demiştim. Her şeyin başı Allah... Ben de Allah lafzını en iyi şekilde nasıl yansıtırım diye düşündüm. Ve bu yönde çalışmalara başladım. 24 ayar saf altın ile yaptığım çalışmalar var. Altın, tasavvufta cennet hammaddesidir aynı zamanda. Ve bu sarı rengi elde etmek için bunu kullanmak zorundasın.

Allah ve Muhammed yazıları var burada. Zeminlere de dikkat edin hep Allah yazıyor.

Diğer eser müselsel besmele, Hatta Ahmet Şemseddin Karahisari'ye ait. Onu yaptım. Turkuazımla sırladım. Çok zorlandığım bir çalışma oldu. Akıtmamak için uğraştım.

2024 yılında yaptığım, Esma-ül Hüsna çalışmam. Allah'ın 99 ismi var. Ortada ise Hu Allah yazıyor. Burada 24 ayar altın kullandım. Lale figürü var. Lale zaten tasavvufta Allah'ı ifade eder.

Ya Rahman Ya Rahim yazısı... Bunu kabe örtüsünden alıp yapmıştım. Kıymetli bir eser bu anlamda.

İznik kalyonları var burada. Osmanlı dönemi çalışmalarımdan. 2015 yılında yaptığım bir eser. 24 Ekim'de uluslararası bir sergi olacak İznik'te oraya gideceğiz. Zeminde yine Allah kelamı var.

Hak kapısı eserim var. Burada ortada belirsiz bir kapı görünüyor. Şöyle bir mesajı var bu eserin. Belirsiz kapıya gitme. Gideceğin yol belli, Allah ve Muhammed'in (s.a.v.) yolu burada. O yolda gidersen doğruyu bulursun. Ortada da "Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullah" yazıyor.

"Nurun ala nur" yazıyor burada. Osmanlı hat tarihinin en büyük üstatlarından Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer'in yazısı bu. Nur suresinden bir ayet-i kerime. 24 ayar altın ile bezedim. Bu eser ile ülkemizi Cezayir'de temsil etmiştim. Orada kayboldu bu eser, daha sonra konsolos beyin çabaları ile bulundu.

Siyah iki tane eserimiz var. Burada yine Allah ve Muhammed yazıyor. 2024 çalışmalarım arasında. Bunları rüyamda gördüm. O yüzden yaptım.

Buradaki eserler arasında manevi değeri en yüksek olan çalışmam bu. 1996 yılında yaptım bir Esma-ül Hüsna çalışması. Bu hiçbir hat sanatı alanına girmez. Ağlayarak yaptığım bir eserdi. Ve 1999 depreminde pasajdaki her şey yıkılırken bu eser bağlı olmamasına rağmen ayakta kalmıştı.

Osmanlı Göke Kalyonu bu. Topkapı Sarayı'nda rölevesi sergileniyor. Yavuz Sultan Selim Akdeniz'de hâkimiyet kurmak için Venedik tershanelerinden iki tane büyük kalyon istiyor. Bunların sadece personel sayısı 2 bin. Göke, ululuk anlamında. Ama çok büyük olduğu için savaşta kullanılamıyor, ticarete alıyorlar sonra tarihten kayboluyor bu gemi. Bunun rölevesini bana halam Cahide Keskiner getirmişti. O zaman yaptım.