Shakespeare oyununu filme uyarlamak herkesin harcı değildir. Dilinin yapısından ve kâfiyeli, şiirsel anlatımından dolayı kelimelerin ardındaki anlamı anlaşılır bir biçimde vermenin oldukça zor bir iş olduğunu söylemek gerek. Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel’in, Shakespeare’in ölümsüz eseri ‘Macbeth’i sinemaya uyarlarken bu meşakkatli görevin altından büyük bir başarıyla kalktığını söyleyebiliriz.
Hikâye, kralın emrinde onurlu bir savaşçı olan Macbeth’in silah arkadaşı komutan Banquo ile birlikte bir askeri seferden dönerken kendisine cadılar tarafından fısıldanan kehanetlerle etkisi altına girdiği iktidar hırsının yıkıcı sonuçlarını ele alıyor. Hemen savaş sonrası Cawdor beyliği ile taçlandırılacağı kehanetinin çıkmasının ardından kendisinin İskoçya kralı olacağı, Banquo’nun da krallığın soyunu devam ettireceği kehanetlerine inancı daha da güçlenen Macbeth, eşinin de cesaretlendirmesiyle Kral Duncan’ı öldürerek tahta geçer. Etkisini ve geçerliliğini hâlâ koruyan ‘Macbeth’, şartların getirdiklerinden ziyade bilinçli seçimlerin sonuçları üzerinde durur. Bu eşsiz eser, güce düşkünlüğün ve doymak bilmeyen iktidar hırsının kişiyi neye dönüştürebileceği ve bir kere bu çember kırıldığında artık atılan adımların da kendiliğinden geliştiğini söyler bize. Bu anlamda Macbeth, yozlaşmanın, güce yenik düşmenin ve duygu değişimlerinin en feveranlı şekilde kendini gösterdiği karakterdir.