Sanatçı Ahmet Güneştekin: Sanat İstanbul'a has bir şey değildir. Suyu neden ters akıtamayalım?

Uluslararası arenada tanınan ve dünyanın birçok farklı noktasında sergileri bulunan sanatçı Ahmet Güneştekin, sanatın doğası gereği sınır tanımayacağını belirterek, ''Sanat İstanbul'a has bir şey değildir. Suyu neden ters akıtamayalım? Batman'ın 12 bin yıllık kültürel mirası var. İnsanlar neden dünyanın dört bir yanından bu müzeye gelmesin.” dedi.

Aksam.com.tr

Dünyanın her noktasında sergileri bulunan ve uluslararası arenada tanınan sanatçı Ahmet Güneştekin ile sanat yolculuğunu ve son sergisi olan “Zamanın Ölümsüzlüğü” ile ilgili konuştuk.

Aksam.com.tr’den Ezgi Aşık’ın sorularını yanıtlayan Güneştekin, sanatın doğası gereği sınır tanımayacağını ve sanatın İstanbul'a has bir şey olmadığını belirterek, “Suyu neden ters akıtamayalım? Batman'ın 12 bin yıllık kültürel mirası var. İnsanlar neden dünyanın dört bir yanından bu müzeye gelmesin. Önce bizim kendimize güvenmemiz ve ne eksiğimiz var dememiz gerekir.” diye konuştu.

Dünyanın birçok noktasındaki müzelerde sergileri olduğunu, fakat kendi coğrafyasından hiç kopmadığını ve Batman'da kendi adına bir kültür merkezi bulunduğunu anlatan Güneştekin, “Çocukluğumdan beri Batman’daki potansiyeli biliyorum. Kültür-sanata karşı bir ilgi var. Dış dünyaya kendini kapatmadan, kültürünü de unutmadan sanat yapan birisiyim.” sözlerini kullandı.

Resim alanında kendinizi nasıl keşfettiniz ve resimlerinizdeki güneş figürünün anlamı nedir?

Resim yapmaya çocuk yaşta başladım. Resim, hayatımın hep vazgeçilmezi oldu. Bazı insanlar, çok klasik resim yapmak için doğar. Ben de muhtemelen bu amaçla doğmuşum. Çünkü çocukken herkes resim yapar; okuma yazmayı öğrenmeden önce eline aldığı kâğıt ve kalemlerle boya yaparlar. Büyüdükçe de tercihleri değişir. Ben de bırakmayanlardanım. Güneş yolcuğu ise Mezopotamya denen coğrafyada güneş kutsal bir semboldür. Güneş, o coğrafyada doğanları çok etkiliyor. Güneş sonraki yıllarda resimlerimde ana referans oldu. 90’lı yılların başında ise güneş artık eserin imzası hâline geldi. Sonraki serüvenimin adı “Güneşin İzinde” olarak yol aldı. Güneşin aydınlattığı bütün topraklar, hikâyeler, kültürlerin gelenekleri benim için bir yol gösterici oldu.

Çok yönlü ve kendini tekrarlamayan bir sanatçısınız. Sanatın her alanında üretken olmanızın kaynağı nedir?

Sanat doğası gereği sınır tanımaz. Yapacağınız iş ya da malzeme sizi bir sınırın içine hapsetmez. Sanat bir özgürlük alanıdır. Birçok sanatçı, farklı disiplinlerde eserler ve farklı işler vermiştir. Mesela Rönesans döneminin ilk sanatçılarından Leonardo da Vinci’ye baktığınız zaman bilimle uğraşmış, sanatın kendi içindeki disiplinlerini kullanmış. Yazdıklarıyla mucit tarafı, mühendis tarafı, mimar tarafı var. Günümüze yaklaştıkça pek çok sanatçıda bu var. Picasso’ya baktığımızda da eline dokunduğu her şeyi sanat eserine dönüştüren bir zekâya sahip olduğunu görüyoruz. Bugün dünyada bu tarzda sanat yapan çok sanatçı var.

Ben klasik bir tuval sanatçısı değilim. Aslında bana ressam denilmesini de hiç sevmem. Ressam değilim, sanatın bütün disiplinlerinden faydalanan birisiyim. Bu yüzden heykel de yapıyorum, seramik de. Çoğunda usta olarak kabul edilen birisiyim. Seramik sanatçısı mı, heykeltıraş mı, ressam mı, yoksa video sanatçısı mı diyeceksiniz; bu açıdan bir sanatçıyı bir şeyde toplamak zordur. Ben adımın altına bir şey yazılmasını çok tercih eden birisi değilim. Hayatını tuvale hapsedecek bir sanatçı değilim. Şimdi daha farklı sınırlara uğramak istiyorum. Devasa bir stüdyoda devasa büyüklükle çalışmak… Bunu bazen eleştirenler oluyor. Bir şeyin çok büyük olması, onu büyük bir sanat eseri yapmaz ama sanatçının büyük düşünmesi onun ne kadar yaratıcı bir düşünceye sahip olduğunu gösterir. Bunu bir türlü anlatamıyorsun.

“İYİ BİR SANAT ESERİ KOLAY BİTMEZ”

Çok büyük boyutlu eserler üzerine çalıyorsunuz. Peki, bu eseri bitirme noktasında sizi zorlamıyor mu?

Bir şeyi bir an önce bitireyim derdi olmaz. İyi bir sanat eseri de zaten kolay kolay bitmez. Bir resmi bitirmek kolaydır ama önemli olan ondan sonra ne yapacağınızdır. Bir roman yazmak hiçbir romancıyı mutlu etmez, iyi besteci yaptığı hiçbir besteyle tatmin olmaz. Hep daha iyisini ve daha farklısını yapmaya çalışır. Dünyada devasa eserleri sınırsız eserler yapan sanatçılardan biriyim, Türkiye’de belki ilklerden biriyim. Birçok eserimi belki bir yıl, bir buçuk yıl tasarlayabilirim ve dört yılda biten eserlerim var. Hiç boş duran birisi değilim, bu arada bir sürü eser yapan birisiyim. Şu anda belki iki sene sonra yapacağım bir işin altyapısına başlamışımdır. İlerinin hesabını hep geriden yapmaya başlarım. Başladığım an, doğru ve iyi bir şey yaptığın zaman yorulmuyorsunuz, keyfini sürdürüyorsunuz.

“KUMAŞ PARÇALARINDAN BİR SANAT ESERİNE”

En yeni serginiz olan “Zaman Ölümsüzlüğü” Almanya’da açıldı. Bu sergide kırkyama tekniğiyle olan eserleriniz sergileniyor. Serginizi anlamlı kılan da aslında kadınların el işlerinden oluşuyor olması ve onlara destek vermeniz. Sosyal sorumluluk tarafı da olan serginizin fikir süreci nasıl gelişti?

Her şeyin alt yapısında geleneklerimiz ve bize ait miraslar var. Aslında gelenek kelime anlamıyla size bir sürü ipucu verir. Gelenek demek, iki üç yüzyıl önce yapılmış olanın tekrarı ya da onları kopyalamak değildir. Gelenek yapacaksanız, geçmişten referans alacaksanız bugünkü zamanın diline ek yapacaksınız. Mesela seramiklerimin dünyada tutulmasının, beğenilmesinin ya da sanat eseri olarak kabul edilmesinin tek sırrı, o geleneği bugünkü moderniteye taşımaktır. Almanya’daki sergimin konusu yani kırkyamaya geldiğimiz zaman annemin, nenemin bir anlamda çeyizinde olan ya da günlük yaşamında olan ve benim daha sonraki yıllarda adına “yokluk estetiği” olarak tanımladığım bir zanaat geleneğidir.

Eskiden ekonomik olarak zayıf aileler, her evde bir kumaş, evde kendi terziliğini yapardı. Küçük bir dikiş makinesi olurdu; kızının çeyizine hazırlar, evine yorganını, yastığını, çarşafını, elbisesini, pijamasını her şeyini o makinede dikerdi. Aldığı kumaşlarını, artanları toplu halde dikerdi. Bu parçaları toplayanlar da vardı. Rengârenk farklı desenler, farklı ölçüde, farklı şekilde kendiliğinden bir sanat estetiği açıyor. Bu bir anlamda soyut resmin oluşu gibi beni çok etkilemiştir. İSMEK adı altında yapılan farklı el sanatları, kadınların boş zamanlarını evlerinin üretimine katkıyla geçirmelerine, bir meslek edindirmeye yönelik bir sosyal sorumluluk projesi, beni çok etkiledi. Birkaç kez davet ettiler, bundan 4 buçuk sene önce ziyaret ettik. Çok güzel işler gördüm ve etkilendim. Kadının el emeği göz nuru hem zamanı geçirmek hem de kızının çeyizine bir şey almak, oğlunun okuluna katkıda bulunmakta. O an kafamda bir fikir oluştu. “Ben size destek olursam, kendi tasarlayacağım şeylerin üretiminde çalışmak ister misiniz?” dedim. Hepsi çok sevindiler, 25 kadınla çalıştım. Kolektif şekilde bir koleksiyon tasarladım.

İlk yapıtlarını New York’ta bir galeride gösterdim, büyük ilgi gördü. Sonrasında Almanya’nın çeşitli müzelerinde ve Türkiye’de kendi stüdyomuzda... Çok zor üretilen bir şey, bir tanesi 5-6 ayda bitiyor, belki bir yıl, büyüklüğüne göre değişir. İlk defa usta bir sanatçıyla çalışıyorlar, kendileri dokuyor, kendileri ekiyor; yaptıkları işler dünyanın pek çok saygın yerinde sergileniyor. Büyük keyif alıyorlar. Kadınlara kendilerini güçlü hissetmelerini sağlamak, cesaret verme noktasında iyi bir hareket oldu. Atılacak kumaş parçalarını bir eserleriyle ölümsüzleştiriyor. Aslında ölüyü diriltiyorsun, kumaş parçalarını bir araya getirip bir sanat eseri oluşturuyorsun. Ben kendimi bunda operasyonda bir cerrah olarak görüyorum.

“KİLİM, KADININ SUSKUN DİLİDİR”

Resim ve sanat sizin için ne anlam ifade ediyor?

Bir şaire veya bir edebiyatçıya sorduğunuzda ifade biçimim diyecektir. Resim de benim ifade biçimimdir. Hayattan aldığım zevklerin en önemlisi, benim özgür dilimdir. Belki konuşamadığım birçok şeyi, özgürce düşündüğüm şeyleri ifade etme biçimimdir.

Mesela ben Anadolu gezilerinde kilim dokuyan kadınlarla çok sohbet ederdim. Özellikle yaşlı kadınlarla. Şöyle derdiler, mesela erkek egemen toplumda çok konuşamıyorsun. Babanızın karşısında çok konuşamıyorsunuz. Abinizin karşısında çok konuşamıyorsunuz. O evden kurtuluyorsunuz, bu defa bir adama mahkûm oluyorsunuz, adam karşında konuşamıyorsunuz, hele sizi anlamayan birisiyse, bu defa içinizde tuttuklarınızı, en çok zamanı geçirdiğiniz yerde harcarsanız, en çok zamanı geçirdiği yer neresi, bir halının üzerine oturur, günde saatlerce oraya işlersiniz.

Kadının suskunluğu orada özgürleşiyor. Desenler çiziyor, renklerle özgürlüğünü ifade ediyor. Suskun dilini orada adeta haykırırcasına, bağırırcasına anlatıyor. O yüzden Anadolu’da kilim ve halı o açıdan o kadar önemlidir. Resim benim konuşma dilimdir. Ben bunlarla konuşuyorum. Bir kadının kendi özgürlüğünü ifade etmesi gibi bir şeydir. Herkes farklı şey yakalar. Herkes aynı şeyi yakalarsa, yapılan bir sanat değildir.

“DÜNYA NEDEN BATMAN’I KONUŞMASIN”

Yakın gelecekte hayata geçirmeye çalıştığınız projelerinizden bahseder misiniz?

Viyana, Bakü, Tiflis, Moskova, Almanya, Çin ve Kore’deki müzelerde sergilerimiz var. Ve daha sayamadıklarım ise buradan yayılarak 2023’e kadar gidiyor. Farklı kıtalarda yürüyen sergiler. Mesela Avrupa’da iki koldan devam eden sergiler oluyor.

Batman’da benim adıma bir kültür merkezi var. Bu kültür merkezinin önemi ise 365 günlük bir programının olmasıdır. Gündüzleri çocuk tiyatroları, konserler, çocuk atölyeleri, gençler için atölyeler, kütüphane gibi birçok etkinlik var. Akşamlar ise seminerler, tiyatrolar ve konserler var. Kültür merkezi programı inanılmaz yoğun.

Çocukluğumdan beri Batman’daki potansiyeli biliyorum. Kültür-sanata karşı bir ilgi var. Hayatım boyunca kendi coğrafyamdan ve kültürümden kopmadım. En büyük referansım anadilimdi. Bence sanat, bir kişinin anadilidir. Ne anadilimden ne de doğduğum coğrafyadan kopmadım. İbn Haldun’un “coğrafya kaderdir” sözüne bir yerde katılıyorum. Coğrafya kaderdir ama dış dünyayı da öğrenmek gerekir. Dış dünyaya kendini kapatmadan, kültürünü de unutmadan sanat yapan birisiyim. Bu açıdan o coğrafyaya çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. Oradaki çocuklara bir şeyler bırakmayı ve ülkemin sanat politikalarına katkıda bulunmak istiyorum. Çünkü sanat sadece İstanbul’da değil.

Suyu neden ters akıtamayalım. Dünya çapında bir müze ve kültür hareketi neden Batman gibi yerde olmasın. Buranın 12 bin yıllık kültürel mirası var. Yerleri kazsanız her yerde Göbeklitepe çıkar. Böyle bir harekete başladık. Devasa müzenin oluşmasını sağlayacağız, insanlar neden dünyanın dört bir yanından bu müzeye gelmesin. Önce bizim kendimize güvenmemiz ve ne eksiğimiz var dememiz gerekir.

“POLEMİKTEN UZAK DURMAK LAZIM”

Uluslararası anlamda tanınan bir sanatçı olarak sanat disiplinlerinde kendini geliştirmek isteyenlere nasıl bir yol gösterirsiniz?

Birincisi, çok çalışmak gerekiyor. İkincisi, çok okumak gerekiyor. Çünkü okumak sanatın diğer yanıdır. Çok araştırma yapmak gerekir. Dünyadaki büyük ustaların hayatlarını incelemek gerekir. Onlardan bir şekilde faydalanmak gerekir. Polemik dünyasından uzak durmak gerekir. Asla ve asla kendi sanatlarının dışında bir şeyin içine bulaşmamak gerekir. Hep pozitif yanları görmek gerekir. Ölünceye kadar çalışmak gerekir.