MERVE YILMAZ ORUÇ
Sanatçı Ru Ceylan tarafından 2014 yılında başlatılan ve Türkiye'nin ilk betimlemeli sergi serisi olma özelliği taşıyan 'Konuşan Resimler" projesinin 10. Yıl Veda sergisi, AKM'de ziyaretçilerini bekliyor. Sadece sanatsal değeriyle değil, Türkiye'nin kültürel hafızasına kattıklarıyla da önemli bir çalışma olan Konuşan Resimler sergisini gezmek için yarın son gün. Sanat ve düşünce dünyasından birçok ismin yer aldığı tablolar, birer resim olmanın ötesine geçip derin ve duygusal hikâyelerle yeniden hayat buluyor. Sergi vasıtasıyla bir araya geldiğimiz Ru Ceylan olarak tanıdığımız sanatçı Ebru Ceylan ile Konuşan Resimler'in on yıllık hikâyesini, vedasını ve gelecek çalışmalarını konuştuk.
Nasıl başladı Konuşan Resimler serisi? Bir amaçla mı yola çıktınız?
Konuşan Resimler'in birkaç farklı çıkış noktası oldu. Ben aslında sanat ekonomistiyim. Bundan dolayı multidisipliner projeler yapma gibi bir amacım vardı. Sanatın hikâye anlatıcılığıyla nasıl bir araya gelebileceğini düşünürken bu çalışma ortaya çıktı. Şairlerin, tiyatro karakterlerinin ve Anadolu ozanlarının hikâyelerini tablolarla birleştirmek istedim. Sanatçı Ru olarak da farklı fikir ve düşüncedeki insanları bir masa etrafından toplama derdindeydim. Bunu yaparken de bugüne bir mesaj göndermek istiyordum. Konuşan Resimler'in manifestosu, "Yıllardır farklı fikir ve düşüncedeki insanları aynı masada toplamak." idi.
Beşiktaş'ta oturduğum için hem komşuluk ilişkileri hem de işim dolayısıyla çevremde birçok oyuncu, senarist, yönetmen arkadaşım vardı. Biraz arkadaş ortamında gelişen bir seri de oldu. Böyle yıllarca sürecek bir çalışma olacağı aklıma gelmezdi. Konuşan Resimler'in isim annesi, Selen Öztürk oldu. Ben resimlerimi yaparken yanıma gelirdi. Bir gün bana, "Sen hem resim yapıyorsun hem de bunların hikâyesini yazıyorsun. Neden bu resimler konuşmasın, seslere dönüşmesin. Bu resimler aslında konuşuyor. İsmi Konuşan Resimler olsun" dedi. Görsel sanatın ötesine geçerek, ses ve metinle izleyiciye bir bütünlük sunma fikri beni çok heyecanlandırdı.
Sonrasında çıkış sloganımla aynı amaca hizmet eden bir duruma geldik. Biri resmediyor ve hikâyeyi yazıyor, biri seslendiriyor, biri müziğini yapıyor. Resmettiğim kişi ile birlikte masada tam beş kişiyiz. Hepimiz birbirimizden farklıyız. Ben resmi yaparken ya da metni yazarken iki farklı Ebru'yum ve kendi Muhsin Ertuğrul'umu yapıyorum; seslendiren ya da müziğini yapan da kendi Muhsin Ertuğrul'unu olaya katıyor. Birbirimize yönerge vermeden ilerliyoruz. Bu yüzden ortaya çıkan şey çok özel.
Bu zamana kadar kaç sergi açıldı? Veda serisinde kimler var?
Konuşan Resimler, Türkiye'nin ilk betimlemeli sergisi ve aynı zamanda bir edebiyat ve tiyatro arşivi. 140'ın üzerinde sanatçı ile çalıştık. On yılda bu veda sergisi ile beraber beş sergi açtık. Ana tema Konuşan Resimler idi ama altta bazı temalar belirledik. İlk sergi Suretsizler başlığı ile açıldı. Burada yabancı ülkelerde doğup bizim ülkemizde eser bırakan isimleri işledim. Türk Edebiyatı'nın beş akımını ele aldığım Ebedi Edebi'yi yaptım. Şairlerin duygusal dünyalarına bir yolculuk idi. Akabinde Anadolu Ozanları geldi. Bizi köklerimize götürdü. Ardından Saint Age oldu. Sen benim kim olduğumu biliyor musun? sloganı ile çıkardık bu seriyi. Dünya tiyatrosunun karakterlerini işledim. Ve bu beşinci sergim. Diğer dört seriden buraya bir seçki aldım. İçinde Âşık Veysel de var Nazım Hikmet'te...
Bu sergide 34 eser yer alıyor. 10 tanesi eski sergilerden karma. 24 eser ise yeni çalışmalarımız. Bu son seride bir zaman ya da konu sınırlaması olmadan benim kahramanlarımı, aslında hepimizin kahramanlarını yaptık. Cahide Sonku'dan Semiha Berksoy'a, Hacivat-Karagöz'den Ferhan Şensoy'a, Fatma Aliye'den Yıldız-Müşfik Kenter'e, Atilla İlhan'dan Orhan Veli'ye kadar birçok isim var yeni seride.
Resmedeceğin kişileri neye göre belirledin?
Edebiyat ve tiyatroya meraklı olduğum için o alandan isimler seçtim. Onların portrelerini yapmak hoşuma gidiyordu. Bahtiyar Engin benim sanat hayatımın en önemli kırılma noktalarından biridir. Bana bu seride uzun bir zaman mentörlük yaptı. İsimleri seçerken ona danışırdım. Edebiyat ve tiyatro dünyasından isimlerin dışında Anadolu ozanları ile opera sanatçılarını da yaptım. Bu kişilerin geçmişine baktığımızda, kendi dönemlerinde büyük zorluklar çektiğini görüyoruz. Belki onlar da aykırı davrandılar, ama başardılar. Hikâyeleri hüzünlü olsa da bence çok umut verici bir yanı var. Hepimiz kendi farklılıklarımızı ortaya koymakta ya da ifade etmekte zorlanıyoruz. Ya da ifade edeceğimiz zaman çekiniyoruz. Bu isimlere bakın ne kadar cesaretlilermiş. O dönemin aydınları kendi düşüncelerini, dergilerde, gazetelerde nasıl yazmışlar. Birbirlerine atıfta bulunmuşlar. Bugün sosyal medyada kaç kişi şahsi hayatlarını, duygularını aktarıyor. Birine bir şey söyleyeceğimiz zaman bile onların sözü ile gönderme yapıyoruz. Kendi yazdıklarımızdan korkarak... Bu isimler kıymetli.
Peki bu eserler ses olacak kişileri neye göre seçtiniz?
İlk Konuşan Resimler serisinde seslendirenlerin çoğu arkadaşlarımdı. 10 yılda birçok isim ile çalıştık. Bu konuda zorlanmadım. İşin niyeti güzel olunca insanların ilgisini çekti. İlla oyuncu ya da bilindik isim diye kimseyi seçmedim. Mesela Chaplin'i yönetmen bir arkadaşım seslendirdi. Ahmet Hamdi Tanpınar'ı senarist biri seslendirdi. Tomris Uyar'ı, Deniz Çakır seslendirdi. Ama ünlü bir isim olduğu için değil. Tomris okumayı çok severdi. Onu iyi tanırdı. Seslendirecek isimleri seçerken kendime sorduğum bazı sorular vardı. Resmettiğim kişi bugün yaşasaydı kim olurdu? İlla aynı meslek ya da yaş grubunda olmasına gerek yoktu. Bazen karakteristik yakınlıklardan dolayı da seçtiğimiz isimler oldu. Afife Jale'yi resmettim. Ona kim ses verebilirdi? Onun gibi kendi döneminde yapılmayanı yapacak, tiyatroya âşık birini aradım. Bu kişi Kadriye Kenter oldu mesela. Kendime sorular soruyorum ve ona göre isimler belirliyorduk mentörlerim ile.
Eserleri seslendiren sanatçılar arasında; Altan Erkekli, Bennu Yıldırımlar, Bülent Emin Yarar, Osman Sonant, Kadriye Kenter, Selen Öztürk, Yurdaer Okur, Erdem Kaynarca, Ayça Erturan, Kadir Çermik, Ekrem Yüceltan, Emel Çolgeçen, Onur Dilber, Esra Kızıldoğan, Hakan Gerçek, Devrim Yakut, Gonca Vuslateri, Tilbe Saran, Bülent Şakrak, Engin Hepileri, Sevket Çoruh, Tamer Levent, Ozan Akbaba, Deniz Çakır, Sinan Tuzcu, Yiğit Özşener, Ezel Akay, Sarp Akkaya, Bahtiyar Engin, Serhan Teoman gibi sanat dünyasından isimler yer alıyor. Bestelerde ise; Ediz Hafızoğlu, Veyasin, Tuluğ Tırpan, Babazula, Cihat Taşkın, Doğan Duru, Ekin Eti, Hasan Niyazi Tura, Nurettin Çolak, Salih Korkut Peker, Birkan Nasuhoğlu, Peyk, Jean Peri Foucault, Kenan Doğulu, Serenad Bağcan, Ceren Gündoğdu gibi müzik dünyasından önemli isimlerin imzası bulunuyor.
Veda etmeye nasıl karar verdiniz?
Her hikâyenin bir ömrü var, bir yerde bitmeli. Konuşan Resimler de artık hikâyesini bitirmeliydi. Birçok konuyu işledim. Yurt dışında sergilendi, albümleşti. Belki bundan sonra bir tiyatro olacak. Farklı alanlarda hikâyesine devam edeceği için bence akılda kalıcı bir veda vakti gelmişti. Bu bir arşiv çalışması ve halka açık bir yerde bırakmak önemli idi. 10. yıl doğru bir zamandı. Bu hüzünlü bir veda değil...
Sizi en çok zorlayan resmetmek mi, yazmak mı oldu?
İlk araştırma süreci oluyor. Sonra resimle beraber notlarımı alıyorum. Resim bitince bu notlardan hikâye çıkıyor. Metinleri yazma kısmı asıl yoğunluk sürecini oluşturuyor. Çalıştığım her isim için ayrı ayrı araştırma süreci oluyor. Onların eserleri üzerinde çalışıyorum. Ya da karşıt görüşlere bakıyorum. Bundan dolayı metinleri yazmak daha zor. Resim zaten benim hayalimdeki kurgu. Metinleri yazarken kapanıyorum. Uzun bir süre kimseyle görüşmüyorum. Evde hayalet gibi resmettiğim, yazdığım o kişi ile yaşıyorum. Onu iyi anlamaya çalışıyorum. Onun sesinden bir şey var ise dinliyorum, kitabı var ise okuyorum, mezarlarını ziyaret ediyorum, ailesinden biri var ise konuşuyorum. Bunu her isme yapıyorum. Düşünsenize birçok farklı zamana gidiyorum. Onları içselleştirmem lâzım ki onun gibi yazayım, onu anlatabileyim. Her şey bittiğinde yani resim ve metin ortaya çıktığında şöyle bir şey oluyor, bu son sergide oldu. Kendimi ağlarken buldum. Bir hüzün vardı. Resimlerin karşısına geçtim, "Bu hüzün kime ait?" diye seslendim. Bilmiyordum, çünkü. Oyuncularda bazen rolden çıkamama olur ya öyle düşünün. Bir bakmışsınız bir gün tiyatro kuruyorum bir gün ötelenen, dışlanan biriyim. Psikolojik olarak ağır bir süreç. Bu yazdıklarım bir biyografi değil. Yazdığım hikâyeleri o kişi hakkında biraz bilgisi olan yakalayabiliyor; ne anlattığımı ya da nereye gönderme yaptığı. Bu sergide mentörüm Kadriye Kenter oldu. Daha öncekilerde Bahtiyar Engin ile çalıştık. Bir kelime için günlerce düşündüğümüz zamanlar oluyordu. Hiçbir kelimeyi nedensiz yazmadım.
Resimlere bakıyordum da bazı resimlerdeki kişiler gerçek hayattaki hallerine benzemiyor. Bunu özellikle mi tercih ediyorsunuz?
Evet... Biraz bozuyorum, karakterize ediyorum. Bu benim sanat anlayışımla da ilgili. Ben birebir, gerçekçi bir ressam değilim. Biraz deforme etme, tiyatral karaktere döndürme benim oyun alanım. Seçtiğim ismin birebir kendisini resmetme derdinde değilim. Onun anlayışına, tarzına uygun dokunuşlar yapıyorum ve bir ekol olarak anlatmaya çalıştığım için onu bozmaktan çekinmiyorum. Kimi resimde bunu daha çok yapıyorum kiminde daha az. Mesela Karacaoğlan dediğimizde aklımızda canlanan bir kare var mı? Yok. Onda bu dezonfarmasyonu daha çok yapıyorum. Ama Nazım Hikmet denilince aklımıza bir resim geliyor. Daha az yapıyorum gibi...
Daha önce serginizi hiç gezmemiş olanlara bu sergi için ne söylemek istersiniz? Onları nasıl bir ortam bekliyor?
Burası farklı bir sergi. Resimleri gördük, gezdik, ayrılalım gibi bir yer değil. Bir deneyim var. Daha önce sergilerimi gezenlerin bana aktardıklarından bir şeyler söyleyeyim. Bir belgesel izler gibi hissedecekler. Her resimde durup, bakıp, dinleyecekler... Sessiz bir ortamda o eserle baş başa kalacaklar. Dinleyip tekrar tekrar bakacaklar. Bu yüzden de biraz vakit ayırmak gerekiyor. Resimlerde QR kodlar olacak. Kendi telefonlarından hikâyeleri ve müzikleri duyacaklar.
Peki sizde ayrı bir yere olan eser var mı?
Sanatçı Ru Ceylan olarak değil ama Ebru Ceylan olarak bu sergideki iki resmi öne çıkarabilirim. Biri Yıldız ve Müşfik Kenter tablosu. Onların dünyaya bakış açılarında kendime çok şey buluyorum. Diğeri de Halikarnas Balıkçısı eseri. On yıldır Bodrum Cup'un komitesinde gönüllü çalışan biriyim. Deniz sevdası içinde olan biriyim. Bundan sonraki çalışmamda da Mavi Sürgün'ü anlatacağım. Halikarnas Balıkçısı kitapları üzerinden bir hikâye yazmak istiyorum. Bu sergide yer alması o anlamda kıymetli. Deniz kültürünün bir arşivi olacak bu çalışmada. Entstelasyonlar, resim, heykel ve belgesel çekimleri olacak. Üzerinde çalışıyorum bir süredir. Yakın zamanda da bir ay sürecek bir deniz yolculuğuna çıkacağım. Bir eğitim süreci olacak bu. Burada günlükler yazacağım. Heyecanlıyım.