AKSAM.COM.TR
ALİ DEMİRTAŞ
Yazıları, konuşmaları, söylemleri ve kurucusu olduğu platformları ile adeta bilimi insanlara sevdiren veya bunun için çabalayan; yaşama ve bu dünyaya dair bir derdi olan, insanlara başka türlü bir düşünce ve düşündürme deneyimi sunan, bunun için uğraşan, her konuda konuşmak yerine sadece kendisini heyecanlandıran konularda konuşmayı tercih eden, kendini tabiatın öğrencisi olarak tanımlayan, başarılı bir isim Prof. Dr. Sinan Canan. Her söylediği karşı tarafta bir karşılık buluyor, konuşmaları binlerce insan tarafından takip ediliyor, tekrar tekrar paylaşılıyor, saygı duyuluyor ve seviliyor. Biz de aksam.com.tr olarak kendisiyle bir araya geldik ve sorularımızı sorma imkânı bulduk. Bilime, doğaya, yaşama ve insanlığa dair konuştuk Canan ile. Buyurun o halde herkesin en az bir soruda kendinden bir karşılık bulabileceği keyifli ve ufuk açıcı sohbetimize...
ÖZGÜN BİR AKADEMİ YARATMAYA ÇALIŞIYORUZ
Sinan Bey nasılsınız, şu ara hayata ve gündeme dair neler düşünüyorsunuz, kafanızı neler meşgul ediyor?
Yoğun olarak kendi gündeminde kaybolma tehlikesi yaşayan bir adamım. Çünkü çok fazla fikir ve projeyle uğraşıyorum. Türkiye çapında yaptığım çalışmaların yanında, dünya çapında da bir şeyler yapmayı planlıyoruz. Şu anda hem bireysel olarak hem de Açık Beyin'deki arkadaşlarla 2025 yılı içinde daha önce örneğini görmediğimiz özgün bir akademi yaratmaya çalışıyoruz. Bilindik ve klişe olmayan bir şey yapmak amacımız. Dünyadaki insanların tamamının gerçek sorunlarıyla uğraşan ve onlara çözümler öneren bir merkez olmaya çalışacağız. Her şeyimiz insanın fabrika ayarları üzerine inşa edili, bu kafada bakıyoruz. Öte yandan kitaplarımın İngilizceye çevrilme süreci başladı. Buradan gitmeden önce insanlara faydalı bir şeyler bırakmak için uğraşıyoruz.
YARINA NASIL BAKARSAK ÖYLE OLACAK
Yarına nasıl bakıyorsunuz?
Yarına, kaderini değiştirebilen tek canlı olarak sorumlu bir şekilde bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yarına bakıp ne görmek istersek öyle olacak. Dünyadaki insanların büyük bir çoğunluğunu karamsar bir bakış açısına hapsetmeye çalışan global bir propagandanın etkisi altında olduğumuzu düşünüyorum. Bu propagandaya bir şey yapmazsak gerçekten her şey kötü olacak. Çünkü insanlar son derece umutsuz, kaybolmuş durumda. Anlam problemleri içerisinde boğuşuyor ve bolluk içerisinde olmalarına rağmen hep bir yokluk zihniyle uğraşıyorlar. İşte bu şekilde suni sorunlarımız var ve bu sorunların kamçılanarak insanların sürekli bir krizin eşiğinde ve yönetilebilir bir psikolojide tutulduğunu düşünüyorum. Bu, bütün dünyada böyle. Sadece ülkeler arasındaki taktikler farklı ancak sonuç hep aynı. Yönetilebilir, aç, arayış içerisinde ve huzursuz bir kalabalık isteniyor gibi bir görüntü var benim gözümde.
BUNU BİRİLERİ YAPMAZSA DURUM DAHA KÖTÜ OLACAK
Buna karşı en kuvvetli silah ise zamanın başlangıcından beri olduğu gibi insana kendini hatırlatmak, kendini bilme yolculuğuna dair araçlar sunabilmek, unutulanı hatırlatmak... Ben de o işi üzerime ciddi ciddi aldım, kaptırdık gidiyoruz, ne kadar beceririm bilmiyorum. Ama bunu birilerinin yapmaması halinde durumun daha kötü olacağını düşünüyorum. Bu işle uğraştığım ve etrafımda gittikçe büyüyen, aynı amaca baş koymuş insanlar topluluğu oluştuğu için çok iyi bir tarafa gideceğine de eminim. Bu sebepten çok mutluyum.
HEPİMİZ ANLAM SORUNU YAŞIYORUZ
Peki insanların böyle hissetmesindeki en temel neden nedir?
İnsanın bir varlık olarak problemli bir başlangıç noktası var. Ölümlülük bilinciyle ve sınırsız arzularla çok kısa bir hayatla burada olduğunu; yaşamının çok erken dönemlerinde fark ediyor. Ve insan bu paradoksu çözmek için er ya da geç bir arayışa giriyor. Bu arayışı binlerce yıldır dinler ve inançlar bir şekilde karşılamaya çalışıyor, insanları koruyorlar. Fakat artık anlamların, dinlerin, otoritelerin, kurumların ve her şeyin buharlaştığı bir çağda onların yerini almaya çalışan yeni nesil inançların; birinin batıp birinin çıktığı ve türediği bir ortamda çok aşikâr ki hepimiz anlamsal bir sorun yaşıyoruz. İnsanın temelde şu anki ana sorunu bence anlamsal, manevi bir sorun. Ve bugün dikkatli bakılırsa bu manevi sorun bütün çatışmaların altında yatan sebep. Şu anda 8 milyarı aşmış olsak da dünya dediğimiz gezegenin insan nüfusunu beslemek veya teknik olarak birlikte yaşamak konusunda bir sorunu yok. Fakat bu dünyaya inançlarımızla sığışamıyoruz.
İNSANLAR KENDİLERİNE DÖNMEYİ BAŞARDIKLARINDA KISIR DÖNGÜDEN ÇIKACAKLAR
İnançlarımız bizim dünyamızdan çok daha büyük ve çok daha fazla yer kaplıyor. Dolayısıyla eski düşünürlerin, ütopya yazarlarının ve 20. yüzyıl yazarlarının dinlerin ortadan kalkacağına dair öngörüleri neden tutmadı ya da insanlar neden her zamankinden daha fazla inanç kavgası yapıyor? Çünkü o yazarlar da önemli bir detayı kaçırmışlar, biz; maddi refah düzeyi arttıkça daha fazlasını isteyen ve karnı doyduğu zaman da sıkıntı çıkaran bir varlığız. Her şeyimiz yerinde olduğunda kaybedecek çok fazla şeyimiz oluyor ve bunu kaybetmemek için elimizden geleni yapıyoruz. Öleceğimizi biliyoruz ancak kaybetmemenin bir yolu olarak da bunu kendimiz gibi olan insanlara bırakma yöntemini seçiyoruz; kavimcilik, faşizm, ırkçılık, kapitalizm ve çok uluslu şirketler gibi şeylerin peşinde koşuyoruz ve bunlar da bize iyi gelmiyor. Tabii ki buradaki kaynağın sürdürülebilir olması için biraz önce söylediğim gibi insanların umutsuz ve karmaşa içinde olması lazım ki sığınacak bir yer arasınlar ve ilk gösterilen tabelaya doğru koşsunlar. Ben kurtuluşun tamamen kendi içimizde yattığına inanıyorum. Dolayısıyla insanlar kendilerine dönmeyi başardıklarında bu kısır döngüden de çıkacaklar.
DOĞASINDAN KOPUP KENDİ YARATTIĞI DÜNYAYA HAPSOLMUŞ BİR VARLIĞA DÖNÜŞTÜK
Peki doğa neden bize iyi gelir? Ya da biz her zaman öyle olduğuna inanırız?
Çünkü biz doğadan geldik. Bu hem nörofizyolojik hem de kültürel kadim olarak bildiğimiz bir şey... Herkesin deneyimlediği bir şeyin tarifine gerek yoktur. Herkes bunu içsel bir deneyim olarak yaşar. Bunun nedeni de şu, biz dünyadaki bütün canlılar gibi hiçbir ekstra özelliğimiz olmadan tüm canlılık sisteminin doğal sonuçlarından bir tanesiyiz. Fakat çok sıradışı ihtiyaçlarımız ve davranışlarımız var. Bu yüzden de doğasından kopup kendi yarattığı dünyaya hapsolmuş bir varlığa dönüştük. Ama bu rahatsızlığı gittikçe daha fazla insan hissediyor. Yani dönüş başlamış demektir, buradan da başka bir şeye doğru evrileceğiz ama bunun nasıl olacağına dair bilgimiz yok. Bu konuda umutluyum ama biraz da canımız yanacak gibi.
KADİM ANLATILAR, ÇÖZÜMÜN İNSANIN İÇSEL YOLCULUĞUNDA OLDUĞUNU SÖYLÜYOR
İnsan hayatı da çok yönlü ve çok katmanlı bir hayat, bir varlık tipi. Dolayısıyla bu varlığın içerisinde günlük değişkenle baş edebilecek bir bilgiye ihtiyacımız var; bilim, akıl ve zekâ bununla ilgilenir. Bir de insanın çağlar boyunca değişmeyen dünyadaki varlığı itibariyle temel sorunsalları var. Onlar için de değişmeyen bilgi kaynaklarına, nesiller boyunca aktarılan ve her zaman aslında taze olan, bazen eskimiş hissettiğimiz ama eskimeyen bir bilgi tipine ihtiyacımız var, buna da kadim anlatılar diyoruz. Kadim anlatıların hepsi, çözümün insanın içsel yolculuğunu sürdürmesinde olduğunu söylüyor ama yeni arayışlar sık sık fikir değiştiriyor. Dolayısıyla biz çok kısa bir hayatta, bu yeni arayışların ve modaların peşinde koşarak, rotasını kaybetmiş ve bunalımda bir varlık olarak ömrümüzü bitirmemeliyiz. Bunun yerine benim önerim, hem bu bilgiye ve bilime güzel hâkim olalım, onunla çeri çöpü ayıklamayı öğrenelim, bilimsel bakış açısıyla dünyayı okuyalım ve kadimden gelen öğütlere de kulağımızı dikkatlice verelim ki kişisel rotamızı yitirmeyelim...
DOĞA BİZİM İÇİN EN BÜYÜK KAYNAK VE ÖĞRETMEN
Kendinizi neden tabiatın öğrencisi olarak adlandırıyorsunuz?
Biz tabiatın çocuklarıyız ve onun kurallarına bağlıyız. Kendimizi ondan koparıp, kendi şartlarımız içerisinde bir yaşam kurduğumuzda; geçici bir tanrı kompleksine kapılsak da güneş söndüğünde, denizdeki bakteriler öldüğünde ya da besin zincirinde bir canlının soyu tükendiğinde burada aç, açıkta ve çaresiz kalacağımızı sistem bize tekrar hatırlatıyor. Dolayısıyla doğa bizim için en büyük kaynak ve öğretmen. Sanat için de teknik ve teknoloji için de düşünce, yaratıcılık için de aklına ne gelirse; her konuda tabiatın yarattığı ilhamı başka hiçbir şey vermiyor. Tabiat bizden her zaman büyük. Biz oraya bakmadan, kafamıza göre takıldığımızda bildiğimizi okuyup çukurlara düşmeye devam edeceğiz.
PSİKOLOJİYİ VE BİYOLOJİYİ BİRBİRİNDEN AYIRMIYORUM
Biyoloji alanına neden bu kadar ilgilisiniz?
İnsanlar biyolojiyi sevmek zorunda değil ama anlamak zorunda. Zaten dinleyince seveceğini zannediyorum. Çünkü insana yöneltilmiş en büyük soru, bu dünyada neden var olduğu sorusu. Biyoloji nedene cevap vermiyor ama onunla neden sorusunun cevabına daha çok yaklaşabiliyorsunuz. En azından ayakları yere basan bir yerden başlıyorsunuz araştırmaya. Biyoloji ve psikolojiyi ben birbirinden ayırmıyorum. Yani zihinsel, ruhsal durumumuz ve biyolojimiz bir bütün ve buna genellikle insana dair pozitif bilimler. Bu pozitif bilimlerin insana dair çok fazla bilgisi var. Ve bu bilgiye temel düzeyde hâkim olduğunuzda şunu biliyoruz ki bu bilgi bile insana tek başına iyi geliyor. Sadece bir hafta boyunca temel nörobilim eğitimi verdiğiniz bir insanın bütün psikolojik skorlarında olumlu anlamda yükselme görüyorsunuz. Yani insan kendini daha iyi hissediyor, stres düzeyi azalıyor, geleceğe daha umutla bakıyor. Peki bilgi bunu nasıl yapabiliyor? Çünkü insan kölesi olduğunu zannettiği bazı duyguların ve ruh durumlarının yöneticisi olduğunu öğreniyor. Beynin mekanizmasını az da olsa anlamaya başladığınızda onu yönlendirebileceğini ve kontrol edebileceğini anlıyor. Bu kontrol hissi de hayatta çok fazla şeyi değiştirebiliyor.
KİMSEYE HAYAT ÖĞRETECEK KADAR BİLGE BİR İNSAN DEĞİLİM
İnsanlar sizi dinlemeyi neden seviyor sizce?
İnsanlar nadiren iletişim sırasında sözlere ya da onların anlamlarına dikkat ederler. Biz iletişimde genellikle duygulara bakarız; ses tonu, beden dili, heyecan dalgalanması gibi. Ben konuşmayı seviyorum ancak beni heyecanlandırmayan konularda konuşmayı sevmiyorum. Yani konuşmayı seçtiğim konuların tamamı beni de heyecanlandırıyor. Böyle olunca o heyecan karşıdaki insana geçiyor. Çok kişi anlattığım şeyleri yanlış anlıyor da olabilir, bu benim için çok önemli değil. Önemli olan oradaki o ortak heyecanı paylaşmak ve belli anahtar kelimeler etrafında düşünmek ve buna vesile olmak. Ben kimseye hayat öğretecek kadar bilge bir insan değilim.
İNSANIN BEŞ FABRİKA AYARI
Sağlıklı bir yaşam için hangi anahtarlara sahip olmalıyız?
İnsanın fabrika ayarlarının beşi şöyledir: Olabildiğince bedensel, zihinsel ve duygusal olarak hareketli olmalıyız. Yine bedensel, zihinsel ve duygusal olarak kontrollü beslenmeliyiz, yani az yemeliyiz, yeterli miktarda dinlenmeliyiz ve yeterli miktarda okumalıyız. Ve bunları sindirmeye zaman ayırmalıyız. Gerçek, az sayıda, samimi insan ilişkisine ihtiyacımız var, kalabalıkların içindeki yalnızlıktan uzak durmalıyız. Stresimizi yönetme yöntemlerini öğrenmek ve hayatımızdaki stres unsurlarını bilinçli olarak ayıklamayı öğrenmek zorundayız. Sınırlarımızı zorlayacak ve kendimizi geliştirecek bir yaşam tarzını kurmalıyız.
BİZ ANADOLU MERKEZLİ BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ
Kıymetli bir coğrafyada yaşadığımız hep söylenen bir şey. Siz buna katılıyor musunuz?
Dünyanın her noktası ayrı kıymetlidir ancak insanın atadığı kıymet açısından bakacak olursak gerçekten çok sıradışı bir coğrafyadayız. Çünkü tarihi etkileyen bütün büyük fikirler, bütün büyük inançlar, düşünürler ve filozofların hepsi bizim şu anda oturup sohbet ettiğimiz bu kıyılarda gezinmişler, bu topraklarda yaşamışlar, başka başka yerlere gidip oradan devşirdikleri irfanı burada yeni bilgiye dönüştürmüşler. Pisagor'undan Aristo'suna herkes buralı diyebilirim. Ayrıca biz aslında Anadolu merkezli bir dünyada yaşıyoruz. Buranın insan kombinasyonunda bir olağanüstülük var bence, buna dikkat etmemiz lâzım.
KENDİMİZİ TANIMAMIZDAKİ EN KALIN PERDE 'BEN'DİR
Kendimizi tanırken hangi perdeleri kaldırmamız lazım? İnsan kendini tanımaya nasıl başlar?
Bir tane çok kalın bir perde var. O da 'ben'. Adına ben dediğimiz varlık aslında zihinsel bir soyutlamadan ya da illüzyondan ibaret. Biz içine doğduğumuz aile ve kültürden; hiç bilmeden ve farkında olmadan aldığımız sayısız bilgi ve inanç sayesinde bir benlik inşa ederiz ve tüm dünya ile bu benlik aracılığıyla iletişime geçeriz. Hayatımızı davranışlarımızı ve kaderimizi bile bu benlik belirler. Benliğini sorgulamaya başlayan ve "Ben gerçekten kimim ve neyim?" sorusunu soran insan çok hızlı bir şekilde bu benlik illüzyonundan sıyrılarak gerçek ben ve içteki gerçek özü keşfetmeye durduğunda tüm hayatı değişir. Dünyayı algılamada, tabiatı anlamakta, doğruyu ve yanlışı ayırmaktaki en büyük illüzyon insan kültürü tarafından bize bilmeden empoze edilmiş, bir çarpık benlik algısıdır ve bence en büyük örtü budur. Bu örtüyü kaldırıp, altındakini fark ettiğimizde keşfe çıkmış oluruz. Ama önce şu 'ben' dediğimiz şeyle bir kavgaya başlamamız gerekiyor.
BİR İNSANIN DEĞERİNİ AMACI BELİRLER
Gençlere neler söylemek istersiniz?
Geçici ve ölümlü bir dünyada hiçbir şey kalıcı hasar veremez. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez, hiçbir güzellik baki kalmaz, hiçbir kötülük de sonsuza kadar devam edemez. İyilik, kötülük ne olursa olsun bir gün mutlaka geçecek. Bizim en temel sorunumuz şu anda bulunduğumuz hâli kalıcı zannetmemiz. Şu anda yaşadığımız şey hep böyle devam edecek sanıyoruz. Sağlıklı iken sağlığımıza dikkat etmeme nedenimiz de tam olarak bu. Üzgünken hep kendimizi daha depresif bir hale itekleyecek şeyler yapmamızın nedeni de bu, her şey değişecek. Bir insan neye gözünü dikiyorsa oraya doğru gidecek. Bir insanın değerini amacı belirler. Bir insanın değeri amacına bağlıdır, amacı olmayan bir insan bütün varlıklardan çok daha alt bir varlık konumundadır çünkü dünyaya bu kadar zarar verebilen başka bir varlık yoktur yeryüzünde.