Hale Kaplan Öz
Türk dilinin zirvesindeki şairi merak eden herkesin yolu mutlaka Yunus Divanı’ndan geçmiştir. Çünkü Türkçenin ‘çocuk yaşı’ndaki bu duru söyleyiş, yazıldığı günkü gibi bugün de etkilemeye devam eder. Bugün pek çok farklı yayınevi tarafından okura sunulan Yunus Divanı var.
Bu divanların içindeki şiirler, dikkate alınan nüshaların çeşitliliği nedeniyle farklılıklar göstermekte. Turan Karataş, Yunus şiiri diye bildiğimiz şiirlerdeki bu söyleyiş farklılıklarının peşine düşüp yepyeni bir Yunus Divanı hazırladı. Daha evvel “hatalı” okunduğunu düşündüğü birçok kelimeyi de doğru okunuşlarıyla divana dahil etti.
Hazırladığınız Yûnus Divanı’nın şiirleri nasıl seçildi, temel ölçütünüz ne oldu?
Bu kitabı yayımlama fikri somut olarak ortaya çıkmadan yıllarca önce başlamış ve basım aşamasına kadar süregelmiş bir hazırlık safhası var. Bu sürede, Yûnus’un olduğu belirtilen ve kayıtlara öylece geçen şiirler tekrar tekrar okunmak suretiyle büyük ozanımızın diline, edasına yani şiir söyleme biçimine âşina olunmuştur. Öyle ki, “Büyük Yûnus, şiiri şöyle söyler” diyebileceğimiz bir yakınlık, bir çeşit yetkinlik kazanıldı. Yûnus’un şiirinde hâkim olan biçimsel öğelere, sessel motiflere; kullandığı kelimelere, tabirlere, terimlere, kalıp sözlere, tekrarlara, bağdaştırmalara tanış ve biliş olundu. Divan hazırlanırken Büyük Yûnus’un söylediği şiirlerin ayırıcı vasıfları olarak kabul ettiğimiz özellikler dikkate alınmıştır. Eski yazmalardan biri olduğu anlaşılan ve bu yayına esas aldığımız Karaman nüshasındaki 218 şiirden 182’sini, diğer yayınlarla karşılaştırmak suretiyle ve manayı bozmayan küçük değişikliklerle hazırladığımız divana aldık. Söz konusu nüshada doğru yazılmadığını düşündüğümüz, şiirin bütününe uymayan, akışı ve manayı bozan bazı ifadeleri diğer nüshalara bakarak daha doğru yahut uygun olanı tercih ettik. Karaman nüshasında bulunmayan fakat Büyük Yûnus’un olduğunu kabul ettiğim/düşündüğüm manzumeleri ise incelediğim diğer yayınlardan aldım. Şunu da kaydetmeliyim, Yûnus’un şiir söyleme biçimi, edası, devrin kelime dağarı vb. dikkatlerle birlikte şu elinizdeki yayını hazırlarken, Yûnus adına kayıtlı daha bütünlüklü, güvenilir, ilk yazmalara (Karaman, Fatih, Yahya Efendi, Ritter, Raif Yelkenci) itibar ettik. Bir manzume, bu beş divanın hepsinde veya ikisinde, üçünde kayıtlı ise Yûnus’un olduğuna daha bir inandık.
Şiirleri söylendiği dönemin imlasıyla mı yazdınız, bu konudaki tasarrufunuz ne oldu?
Genel bir okuyucu kitlesine hitap edeceğini bildiğimiz için, bir çeşit yazım güncellemeleri yaptık. Kolay okunmayı hedeflediğimiz için, olduğunca külfetsiz bir yazımı, Yûnus şiirinin duruluğunu gösterecek bir imlayı tercih ettik. Söz gelimi, yazımı değiştiğinde anlam çağrışımlarında bir farklılık olmayan ve şiirin/mısranın âhengine halel getirmeyen sözcüklerin, eklerin bugünkü yazılışını esas aldık. Neşidelerin ayıklanmasında, bir çeşit “tamir”inde, seçiminde ne kadar öznel davranılmış olursa olsun bilimsel ölçütlere de gereğince itibar edilmiştir. Bir önemli hususa da değinmeden geçemeyeceğim. Şimdiye kadar yeni yazımızla yayımlanan Yûnus divanlarında “hatalı” okunan on kadar kelimeyi doğru şekliyle okuduk ve yazdık.
Bu hatalardan bir örnek verir misiniz?
‘Uçan kuşlar uçuşur’ dizesi buna iyi bir örnektir. Uçan kuşlar niye uçuşsun ki... Uçuşmak kelimesinin yanlış okunduğunu düşünüyorum. Aslı ‘ocuşmak’ olmalı: Hep bir ağızdan ses çıkarmak. Arap harfleri ile ‘uçuşmak’ olarak da okumak mümkün. Fakat Yûnus neden uçan kuşların uçuştuğu gibi gereksiz bir ifade kullansın?
Yûnus şiirine hâkim olan biçimin ve sessel motifin nasıl bir karakteri var? Herhangi bir okuyucu nasıl ayırt edebilir Yûnus Emre’ye ait olduğunu bir şiirin?
Yûnus’un şiirine giren hemen her kelime, o şiirin hava boşluğunda bir çeşit yumuşaklık tülüne bürünür, incelik haddesinden geçer. “Miskin Yûnus”un söyleyişinde özgece bir naiflik vardır, yani bir çeşit tatlı, sevimli acemilik ve bir çeşit kolay söylenmişlik. Fakat buradaki “acemilik” doğallığın söze konuşudur yahut dağılışıdır. Dense dense ustalığın acemiliği denir bu söyleme biçimine yani sehl-i mümteni. Yapmacık, zorlama bir söyleme biçimine gönül indirmez Yûnus. Kolay kolay sanat yapmanın (tasannu’) semtinden geçmez. Düşüncenin şiirde nasıl eritileceği veya “fikir oğlanı”na lâfız elbisesinin nasıl giydirileceği Yûnus’ça malûmdur. Bu nedenle, anladığımız/tanıdığımız kadarıyla, şiiri düşüncenin ırgatı kılan örneklere yüz vermez. Yûnus’un dilinden “isyan” duyulmaz; ne duyulması sezilmez. Sakınımsız, pervasız, hadsiz hudutsuz değildir. Tekraren söylemek gerekir, Yûnus üslûp sahibi bir şairdir. Kendine özgü bir deyişi, edası vardır. Sözü, her yerde belli eder kendini. “Yûnus senin sözlerin nişandır bilenlere” dizesini bu bağlamda manidar ve uyarıcı buluyoruz. Yûnus’un kelimelere kazandırdığı bu tiril tiril parlaklık bile, onun söylediği şiirin ayrımında önemli bir ipucudur. Yûnus’un dili sade ve samimidir. Bize öyle geliyor ki yaşadığı devrin Türkçe konuşan insanları içinde Yûnus’un bu yalın dilini anlamayan ve sevmeyen yoktu.
Âşık Yûnus, Derviş Yûnus, Yûnus Dede, Yûnus Abdal… Siz kaç Yûnus tespit ettiniz, bizim bugün Yûnus Emre diye bildiğimiz kaç Yûnus var?
Türk edebiyatında şiir söyleyen Yûnus’ların sayısı birden fazladır. Farklı ama yakın devirlerde yaşadığı tahmin edilen dahası anlaşılan ve belirttiğiniz mahlasları kullanan ayrı/başka şairler var. Her ne kadar Yûnus’un sıfatları gibi görülse, düşünülse ve çoklarınca öyle bilinse de, divanlarda karşımıza çıkan “Âşık Yûnus”, “Derviş Yûnus”, “Yûnus Dede”, “Yûnus Abdal” hatta Büyük Yûnus’un çok az kullandığı “Yûnus Emre” mahlasları farklı şairlere ait olmalıdır. Ayrıca “Said Emre” mahlasıyla şiir söyleyen bir âşığımızın olduğu da kaynaklarda kayıtlıdır. Her bir mahlasın geçtiği şiirin yapısına, biçemine ve özüne bakıldığında, her birinin özge şairler olabileceği akla geliyor. Kaldı ki “Âşık Yûnus”un başka bir şair olduğu, şimdiye kadar Yûnus’un sandığımız meşhur ilahilerin mübdii bulunduğu artık bilinmektedir. “Büyük Yûnus”un en belirgin sıfatı “miskin”dir. Şiirlerinde ya “Yûnus” ya da “Miskin Yûnus” mahlasını tabşırır en çok. Yukarıdaki lakaplardan “Yûnus Emre”yi çok seyrek kullanmıştır. Bir iki şiirde “Âşık Yûnus” mahlasını kullandığını da görüyoruz; elbette “âşık”ı bir sıfat olarak koyuyor adının önüne. Diğerleri ise sonraki devirlerin “Yûnus”larına ait mahlaslar olmalı. Karaman nüshasında mahlas beyti bulunan 207 şiirden 181’inde Yûnus, 13’ünde Miskin Yûnus, 8’inde Yûnus Emre, 3’ünde Âşık Yûnus, birinde Derviş Yûnus, birinde de Yûnus Dede’m mahlası kullanılmıştır. Bu isimler elbette manzumeleri ayırmada, ayıklamada mühim bir ipucu olabilmektedir. Bizi şaşırtan, Yûnus’un değil deyip dışarıda bıraktığımız manzumelerin bir kısmında “Yûnus Emre” mahlasının bulunmasıdır. Pek ihtiyatla diyebiliriz ki, Büyük Yûnus’tan sonraki zamanlarda yaşamış âşıklarımızdan biri de manzumelerine “Yûnus Emre” mahlasını koymuştur. Biraz da bu nedenle, elinizdeki kitaba alışılmış bir isim değil de “Yûnus Divanı” adını veriyoruz.
Diğer Yûnusların şiirlerinin özellikleri nelerdir?
Şiir kıymeti bakımından zayıf olmaları. Fikrin açıkça şiire hâkim bulunması. Biçim ve söyleyiş kusurları vb. Anladığımız kadarıyla, bu manzumelerin bir kısmı, Yûnus şiirlerine nazire olarak yazılmıştır. Geleneğimizde böyle bir şiir yazma tutumu vardır. Çok beğenilen şiirlerin benzerleri yazılır. Onu bir selamlamadır, büyük yapıta karşı saygı. Yahut tam aksine, ben de yazabilirim meydan okuyuşu! Hâsılı, Büyük Yûnus’un diyemediğimiz “manzume”ler, şiir katına çıkamamış metinlerdir.
Yûnus’la ilgili en bilindik yanlış nedir sizce?
“Okuma yazma bilmez, ümmidir” bilgisi. Yûnus okuma yazma bilmektedir. Belli bir eğitimden geçtiği anlaşılmaktadır. Medreseye gitmiş olabilir. Şiirinde karşımıza çıkan derinlik, çağrışım zenginliği; telmihler, imalar bunun ispatıdır. “Ümmîlik”, peygamberî bir sıfat olduğu için ona yakıştırılmıştır. O’nu “sigaya çeken” bir Molla Kasım da yoktur. Bir diğer yanlış da Hacı Bektaş Veli’den nasip almasıdır. Yûnus’un hayatına dair her hangi bir yazılı kayıt yok elimizde maalesef. Bir belgede vefat tarihi yazılıdır. Yûnus’a dair anlatılanların hemen hepsi Velayetname’deki kısa bir menkıbeden türetilmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin vefatından üç asır sonra derlenen ve onun kerametlerini ihtiva eden hikâyelerin toplandığı söz konusu kitapta anlatılanlara itibar etmek mümkün değildir. Gerçekle ilgisiz bu metinlerin bir seven tarafından uydurulmuş/kurgulanmış olduğu açıktır.
Yûnus’un nasıl bir hayat sürdüğünü tahmin ediyorsunuz?
Şardan şara yani ilden ile gezerek elbette uğradığı yerlerde bir süre kalıp irşat görevini yapmak şeklinde. Dönemin karamsar ve umutsuz insanına inanç aydınlığını, İslam’ın huzurunu duyurmak, göstermek biçiminde bir yaşamak. Şiirlerinde buna dair imalar mevcut. Yûnus’un her hangi bir yerde yerleştiğini, ev bark sahibi olduğunu, orada uzun müddet yaşadığını düşünmüyorum. Çoluk çocuğa karışmış olabileceği de mümkün görünmüyor. Her bir şiirin yazmalarda farklı biçimlerde yer alması, bize, Yûnus’un bunları gezdiği yerlerde küçük değişikliklerle yani hafızasında taşıdığı kadarıyla söylemiş olacağını gösteriyor. Böylece, her söylenişinde şiir az biraz değişmiş oluyordu; o şekilde duyup ezberleyenler veya yazıya geçirenler, şiirlerin farklılıklarla yazmalara kaydedilmesine sebep oldular, diye düşünüyorum.
İsmi bizim için Tapduk Emre ile birlikte anılan bir derviş Yûnus. Hayatında o kadar belirleyici bir yerde miydi Tapduk Emre?
“Tapduk” ismi şiirlerde on üç mısrada karşımıza çıkmaktadır. Yûnus’un şeyhi olduğu belli. Ve hayatında, öğretisinde belirleyici bir mevkide. Mesela, “Tapduk’un tapısında kul olduk kapısında/ Yûnus miskin çiğ idik piştik elhamdülillah” mısraları bunu gösteriyor. Tapduk’un terbiyesinden geçmek sûretiyle hamlıktan kurtulduğunu yani ona bağlanarak olgunluğa kavuştuğunu söylüyor. Yine “Yûnus Hakk’a bilişeli/ Can u gönül verişeli/ Şol Tapduk’a erişeli/ Gözlerimi açar oldum” deyişinde, Tapduk’un ona bir kılavuz yani mürşit olduğu anlaşılıyor. “Aşk sultanı Tapdukdur Yûnus gedâ bu kapıda” mısraı da Yûnus’un ona bağlandığını ifade ediyor.
Yûnus Emre hümanist midir? Allah ile ilişkisi nasıldır?
Yûnus, sîretiyle sûretiyle, özüyle kabuğuyla Çalab’ına teslim olmuş bir Hak âşığıdır. Bir İslam erenidir. Gönlü Allah aşkıyla dopdolu olan Yûnus’un yetmiş iki millete aynı nazarla bakması, insana muhabbet duyması inancı gereğidir. Yûnus’a salt bir insanlık dindarı (hümanist) demek, ona haksızlık olur. Bektaşiliğe yakınlığının da bir sûfi muhabbetinden fazla bulunmadığını bu vesileyle söyleyelim.
Ekleyeceğiniz bir şey var mı?
Son olarak şunu söyleyeyim. Bu kitapla, günümüz okuyucusuna, vefatının yedi yüzüncü senesinde Yûnus’un şiirini tanıtabilir, tattırabilirsek, hiç değilse onları bu Türkmen kocasından haberdar edebilirsek kendimizi bahtiyar sayarız. Yûnus’un Divanı karşısında bulunmak, büyük, aydınlık ve yüce bir kapının önünde durmak gibidir. O görklü kapıdan içeri girenlere, sözünün manasına erenlere selam olsun.