Olanı sevmek

DERYA CANAN GÜZEL
derya.guzel@esmedya.com.tr

Fatih Akın sinemasının kalbe iyi gelen bir tarafı var. Yönetmenin insana dair öyküler anlatmaktan keyif aldığı aşikâr ve bu işi öyle iyi yapıyor ki yorumlar ne olursa olsun ne çekse izlemekten geri duramıyoruz. Pek tabii ki son filmi ‘Elveda Berlin’ (Tschick) için de aynı hislerle sinema salonunun yolunu tuttuk ve 14 yaşlarındaki iki genç Maik ve Tschick’in serüvenini izlemek üzere arkamıza yaslandık. 

Son dönem Alman edebiyatının sevilen yazarlarından Wolfgang Herrndorf’un 30 ülkede yayımlanan ve 2 milyondan fazla okura ulaşan romanından beyazperdeye uyarlanan film, farklı sınıflara ait yeni yetme iki gencin hayata tutunup kendini kanıtlamaya çalışırken kendilerini keşfettikleri içten ve gözü kara serüveni ele alıyor. İlk olarak, alkolik anne ile yaşamaya alışmış, ebeveynlerinin kendi dertleri nedeniyle ihmal edilen hatta varlığı unutulan Maik (Tristan Göbel) ile tanışıyoruz. Annesinin rehabilitasyon merkezine yatışı, babasının ise uzun bir iş seyahatini bahane ederek evden kaçışıyla havuzlu evlerinde tek başına yaz tatilini geçirmeye hazırlanan Maik’in kapısı, sınıfa yeni gelen eksantrik sıra arkadaşı Tschick’in (Anand Batbileg), çalıntı arabayla gezme teklifiyle çalınır ve çocuksu heyecanlarla dolu bu sıra dışı hikâye başlar. Karakterlerin sahiciliğinden, olayların yer yer gerçek ile gerçek dışılık arasında ince çizgilerde gidip gelişinden ya da en basit haliyle ‘sınıfların’ ve ‘kim olduğunun’ önem taşımadığı saf dostlukları anlatım biçiminden dolayı Fatih Akın’ın filmi övgüyü hak ediyor. Başroldeki iki genç oyuncunun da hikâyenin ruhunu çok iyi kavrayarak samimi ve rahat bir performansla baştan sona filmi alıp götürdüğünü söylemek mümkün. Film, tükettiğimiz ürünlerden giydiklerimize, gittiğimiz yerlerden görüştüğümüz kişilere kadar herkesin ve her şeyin sınıflandırıldığı bir dünyada ‘bir yere ait olmaktan ziyade’ ‘kendi dünyanı gittiğin yere de götürebilmenin’ önemine dikkat çekiyor. Herrndorf’un bu gençlik romanı, Fatih Akın’ın elinde herkese hitap edecek benzersiz bir yol filmine dönüşürken bilgece laflar sarf etmeden ‘olanı, tüm garipliğine rağmen olduğu haliyle sevmenin ve kabul etmenin’ verdiği mutluluğu izleyiciye düşündürüyor. 

Mavi Ay’la nostalji 

Filmekimi, Sinematek’in 50. yıl gösterimleri ve vizyon filmleriyle birlikte ekim ayında sinemaseverler için seçenekler oldukça fazla. Üstelik artık havalar da soğuduğundan sinema salonunda o kocaman büyülü perdede film izlemenin üstüne yok ancak evinden çıkmaya üşenenler için televizyonda da iyi seyirlikler var. Örneğin TV4 özellikle akşam saatlerinde özlediğimiz yabancı dizileri ve hayli kaliteli yapımları yeniden izleyiciyle buluşturuyor. Bruce Willis ve Cybill Shepherd’in sürekli birbirleriyle didişmelerine rağmen ne onunla ne onsuz diyebileceğimiz ilişkilerini odağına alan 80’li yılların vazgeçilmez dizisi ‘Mavi Ay’ (Moonlighting) her akşam saat 23:00’te TV4’te ekrana geliyor. Tam çocukluk döneminde ailece izlenilen dizi olduğundan ben dahil bir neslin hafızasına kazınan diziyi yaklaşık 30 yıl sonra yeniden izlemenin verdiği hissi tam olarak anlatmak kolay değil ama izleyin, hafızaları tazeleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız.