Necip Fazıl Saygı Ödülü'nü alan Cahit Koytak: 'Necip Fazıl Ödülleri çok değerli ve anlamlı'

Gazetenizin Necip Fazıl adına ödüller veriyor olmasını, sanat ve edebiyattan, tefekkürden, ezelî ve ebedî dava idrakinden giderek uzak iklimlere savrulan yeni kuşaklara Necip Fazıl gibi bir öncüyü, hatırlatmaya yaradığı için çok değerli ve anlamlı buluyorum.

RÖPORTAJ: BEDİR ACAR

Necip Fazıl Saygı Ödülü’nün bu yılki sahibi Cahit Koytak oldu. Necip Fazıl Ödülleri Jüri Heyeti, gerekçeli kararında, Koytak için şu ifadelere yer verdi: ‘’İlk kitabı Atlas’tan bugüne kadar yayımlanan eserlerinin her biriyle Türk şiirine genişlik, derinlik ve çeşitlilik kazandırdı. Türkçemize çevirdiği birbirinden kıymetli eserlerle dilimizi ve kültürümüzü zenginleştiren; edebiyat camiasında gösterdiği sorumlu, ağırbaşlı ve duyarlı duruşuyla örnek bir şahsiyet olan Cahit Koytak Necip Fazıl Saygı Ödülü’ne layık görülmüştür.’’

Türk şiirinin yaşayan ustalarından Cahit Koytak aynı zamanda Necip Fazıl’ın çileli, buhranlı ama ışık ve ilham saçan tefekkür ve tahassüs dünyasını anlamaya ve anlatmaya çalışan şairlerden…

Nitekim, bu röportaj için konuştuğumuz Koytak, Üstad için yazdığı bir şiirle karşıladı bizi.

Zira, ‘Yoksulların ve Şairlerin Kitabı’ adlı eserinin üçüncü cildinde yer alan ‘Jaguar’ adlı şiir Necip Fazıl için yazılmıştı.

Sohbetimize ve şiirin ışıklı bahçesine buyrun...

Necip Fazıl deyince ilk aklınıza gelen düşünceler nedir?

Bir şair, bir sanatçı ve Necip Fazıl'ın okurlarından, sevenlerinden biri olarak benim bu soruya verebileceğim en samimi yanıt ‘Jaguar’ isimli şiirimdir diyebilirim.

Bu şiiri, 2005 yılında yazmıştım, rahmetli üstad için... Onun tefekkür ve zihin dünyasını, huzursuz ruhunu, bir sanatçı ve entellektüel olarak çilelerle ve mücadele dolu hayatını bu şiirle yansıtmaya çalışmıştım bu şiirle.

Necip Fazıl Ödülleri’nin sizin için anlamı nedir?

Gazetenizin Necip Fazıl için her yıl bu etkinliği düzenleyip, onun adına ödüller

veriyor olmasını, sanat ve edebiyattan, tefekkürden, ezelî ve ebedî dava idrakinden

giderek daha uzak iklimlere savrulan yeni kuşaklara Necip Fazıl gibi bir öncüyü,

onun gibi mümtaz bir şairi, mütefekkiri tanıtmaya, hatırlatmaya yaradığı için, elbette

çok değerli ve anlamlı buluyorum.

Bu yıl size tevdi edilen Saygı Ödülü’ni nasıl karşıladınız?

Ödülün bana verilmesini, bana tevdi edilen onur ve teveccüh yanında, belki

ondan daha çok, çocuklarında, dostlarımda ve okurlarımda pekiştireceğini umduğum

sanat-edebiyat, şiir, hikmet ve mefkûre ilgisi, sevgisi ve bağlılığı için sevinmeye değer ve takdire şayan buluyorum.

Cahit Koytak’ın Necip Fazıl için yazdığı Jaguar şiiri

(Yoksulların ve Şairlerin Kitabı’nın 3. cildinden)

‘JAGUAR’

Necip Fazıl için

I

“O yıllar Quartier Latin’de,
delikanlılığın kekre retoriğiyle
girilip çıkılan öğrenci evlerinde
az çok hissediyordu,
henüz doğmamış olduğunu
ve bekletildiğini, ikinci geliş için,
gözsüz bir cenin halinde,
kelimeler ve simgelerle dolu
bir rahmin içinde.”

Diye başlamıştım ki, Guenon’u oynamayı
denediğim bir şiire,
“Ama bu, o değil ki, Efendimiz!” dedi
GüzelSözlerinCini,
“Bu, düpedüz, ‘Paris Günlerinde
Necip Fazıl!’”

Ve bıraktığım yerden o devam etti:

“Henüz tikleri yoktu;
düşüncenin yayları, helezonları
yüzüne vurmamıştı daha.

Henüz kalbin sütüyle besleniyorlardı,
kelimeler ve simgelerle dolu
daracık bir rahimde
jaguar yavruları.

Bir rahim ki, ışıklı patlamalara gebe!
Ve bir körlük, katman katman,
tekrar tekrar doğmak için,
her defasında açılarak
daha büyük, daha derin,
daha ıssız bir başka rahme...

O günler tenha yerler seçiyordu
kendine, kahramanımız;
sözün ‘tefekkür’le
simetrisini bozmayacak
sessiz yerler...

Henüz ‘konuşmayı ve düşünmeyi
en iyi bilen üstad’ yoktu,
‘dava’ yoktu,
‘dava adamı’ falan
yoktu. Yalnızlık vardı.
Ve şiir verildiğinde ona
galaksilerle veriliyordu.

Sözün yeraltı çağıltıları vardı bir de.
Sonra yeraltı çarşıları oldu.
Okült, teosofi, Pascal?
Iıh ııh, bunların hiçbiri!
Belki biraz Pascal,
belki az az hepsiden;
yani şöyle göz ucuyla
ve korteksi çizdirmeden…

Asi olduğu için ilginç
Rimbaud tuttu onu aynada biraz
ve şükür, artık ölü olduğu için,
büyük olması sıkıntı vermeyen
Baudelaire...

Yine de, aşılması kolay şeylerdi bunlar,
bütün bu ateş denizleri,
barh-ı hârikler;
yahut yutulması kolay şeyler…
bu, kendiliğinden uskurun peşine takılan
huzursuz balinalar, hût-ı hâridler.

Sonra kumar ve şiir tanıdı birbirini,
sonra kadın ve şiir tanıdı,
sonra gece ve şiir…
Ve akşam oldu ve sabah oldu:
yedinci gün.

Durup dinlenmek için, gökler ve yer
henüz çok sancılıydı.
Yolları yutan yollar
ve ‘ben’leri yutan ben doğdu
işte bu sancılardan:

benleri yutan
ve bir daha acıkıncaya kadar
tek batında dokuz enik doğuran
büyük jaguar,
evet, jaguar
yani ‘Yalnızlık’…

O hep vardı ama, o hep vardı,
O yapışık ikiz.

Sonra, “Kartları karmışlar,
ama körlere dağıtmışlar;
bu yüzden, oyun zevki vermiyor hayat!”
günleri geldi.
Yalnızlık hep vardı ama.

Ve boşlukta asılı bu mevsimleri,
balığın karnında geçirilen
tekbenci mevsimler izledi:
“Farkı ne, oyunların
mezarda farelerin cıvıltısından,
oyunları ben kurmamışsam!”

Yalnızlık… hep vardı, hep vardı
ve çalkalanıp duran
suların üstündeydi.
Ve akşam oldu ve sabah oldu,
Yedinci gün.

“Rollerin hepsini ben oynamıyorsam,
repliklerin hepsini, ama hepsini,
ve herkesin ağzından ben söylemiyorsam…”
günleri gelip çattı
ve kırılıp dağıldı öteki bütün günler,
öteki bütün aynalar;

Yalnızlık yine vardı,
yine vardı o azgın jaguar
ve perdelerin arasından
göz kaş ediyor, fısıldıyor,

dişlerini gösteriyordu;
artık bütün oyunların jokeri oydu
ve gelmiş geçmiş tüm şairlerin
ve cihangirlerin sayısı kadar
çok yüzlüydü, çok katmanlıydı...

II

- “Varlığı cüzler halinde görüyoruz,
hakikati, kırık dökük imgeler,
imalar halinde…

Düşürüp kırmışlar çünkü!
Düşürüp kırmışlar yolda,
meyhanenin görüp göreceği
en keskin şarap küpünü,
gökten indirirken bana
küçük melekler!

Ve tadını bulmak için,
belki binlerce yıldır
Kevn’in mahzeninde beni bekleyen
şarabı damla damla
çağlara, uluslara,
körlere, sağırlara, dilsizlere,
ve alıklara dağıtmışlar!

Bu yüzden, sarhoş etmiyor sözler,
bu yüzden, yakmıyor ateş
ve söndürmüyor su!

Ama sırtımı meyhaneye dönüp,
bedenimde otlar, yosunlar
yeşerinceye kadar
bekleyebilir miyim kusursuz olanı?
Kusursuz ve Bütün Olan’ı?

Çenemde, göz oyuklarımda,

kulaklarımda kurtlar ve böcekler
ve karıncalar yuva kuruncaya kadar
bekleyebilir miyim?

Salt zekânın, kendi gölgesine tapınan
aptal bir köleye,
belâgatinse, yaratmayan, fakat
iplerden, halatlardan ve kelimelerden
ejderhalar türeten
bir panayır yalvacına benzediğini
biliyorum, biliyorum, tamam!

Birinin memesinden
süt içiriyoruz şeytanımıza,
ötekinin kırbasından şarap!

Sonra bir tanrı gibi konuşsun diye
alkışlardan, ıslıklardan,
ödüllerfen peydahlanmış
altın buzağının içine yerleştiriyoruz onu,
biliyorum, biliyorum, evet!

Ama, sırtımı seslere, ışıklara
ve seyircilere dönüp
salon boşalıncaya kadar
bekleyebilir miyim?

Gözümü, ruh denen, bu canlı mağarada,

tavandan sızan ışığa dikip,
duvarlarında çil çil açılıvermiş
binlerce gözle beni seyreden
bu gezgin tiyatro sahnesinde
kalbim damla damla sükûn
doluncaya kadar
bekleyebilir miyim?

Kulak kabartarak çatı aralığına
ve mahzenlerine, beynin,
böceklerin çıtırtılarından
saf bilginin ayak seslerini
ayırt edinceye kadar
bekleyebilir miyim?

Taşların güzel sözlerle
eritilemeyeceğini biliyorum, evet!
taşların, kemiklerin ve kelimelerin,
gönül indirerek
sabır ve erdemle siline parlatıla
aynaya çevrilebileceğini de…

Bekleyebilir miyim ama

beyinde delik bir kabdan
kanın ve tefekkürün
damla damla sızarak,
sanatın incesiyle, derincesiyle
dolup taşıncaya kadar
bekleyebilir miyim, dönmesini,
kovasını çeşmede unutarak,
bıçkınların, çerçilerin,
simsarların peşine takılan
hercai ‘güzelliğin’, geçici güzelliğin?

Çünkü bakın, akıl varlığın çevresinde
dönüp duruyor, dönüp duruyor
jaguar gibi!

Ve gönül bir tarlakuşu sözün çayırlarında,
börtü böceğe doğaçlamalarla
‘Kusursuz Olan’ı, Kalıcı Olan’ı
anlatmak isteyen!”

5 Eylül 2005

PORTRE: CAHİT KOYTAK

Cahit Koytak! 1949 yılında Erzurum’da dünyaya geldi. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Fakültesi'nden 1973 yılında mezun olmasından sonra, kısa bir süre mühendislik yaptı ve ardından serbest ticarete başladı. Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir ticaretle uğraştı.

Yazı hayatı, yirmi iki yaşında "Diriliş" dergisinde yayınlanan ilk şiirleriyle başladı. Kriter, Yönelişler; Kelime ve Yedi İklim, Dergah, Defter, Hece, Kayıtlar, Kaşgar gibi dergilerde şiirleri yayınladı.

İlk Atlas adlı ilk şiir kitabı 1990’da yayınlandı. Televizyonda sinema ve belgesel yayıncılığının yanısıra İngilizce ve Fransızca’dan çeviriler yaptı.

Yalnızlık Sanatı, Cazın Irmakları, Dudakta Bekletilen Şarkılar, Ölüme Çare Ya Da Şen Maneviyat kitaplarından bazıları.