AKSAM.COM.TR
GÜLCAN TEZCAN
"Hikâye yazarlığı, denemeciliği ve diğer alanlarda da yazdığı tüm eserleriyle Türk edebiyatında kendisine seçkin bir yer edinmiş, kendisinden sonra gelen pek çok sanatçıyı etkilemiş, hâlâ da etkilemeye devam eden bir yazardır." diye tarif ediyor Safiye Önal, Mustafa Kutlu'yu. Usta yazarın doğum günü olan 6 Mart'ta Timaş Yayınları'ndan okurla buluşan Yaşayan Klasiğimiz Mustafa Kutlu kitabını kaleme alan Önal, yüksek lisans tezi olarak çalıştığı monografide bütün yönleriyle incelediği Kutlu'yla yaptığı uzun soluklu bir nehir söyleşiye de yer veriyor. Kitapta yazar, akademisyen, yayıncı 20 kadar ismin Mustafa Kutlu ile ilgili kapsamlı yazıları da okuru bekliyor. Onun hayatına bu kadar yakından bakmamızı sağlayan Safiye Önal ile Mustafa Kutlu'yu ve ortaya çıkardığı bu değerli çalışmayı konuştuk.
Yolunuz Mustafa Kutlu ile nasıl kesişti? Onunla nasıl tanıştınız? Onunla ilgili böyle bir çalışmaya talip olmanızın nedeni neydi?
Mustafa Kutlu, Türk edebiyatının yaşayan en önemli hikâyecilerinden biri. İyi bir okuruyum onun. Hep onunla tanışmak isterdim; görsem, bir imzalı kitabım olsa düşünürdüm. Hiç böyle bir çalışma yapacağım aklımda yoktu. Sonra yüksek lisansa başladım. Prof.Dr.M.Fatih Andı'nın danışmanlığında Yeni Türk Edebiyatı alanında çalışıyorum. Tez konusu olarak yaşayan bir yazarı çalışmak istedim. Mustafa Kutlu'yu çalışmak var gönlümde ama Hoca ile ilgili de hep şöyle bilgiler var; hiçbir yere çıkmıyor, kimse ile görüşmüyor. Hep geride durmayı tercih ediyor diye. Kabul etmeyeceğini düşünerek hiç aklımdan geçirmedim önce. Sonra bir söyleşi yaptım hocayla.O söyleşi esnasında 'Hocam, ben bir yüksek lisans çalışması yapıyorum ve sizinle çalışmak istiyorum. Eğer kabul ederseniz mutlu olurum.' dedim. O da kabul etti. "Benim hakkımda çok tez ve çalışma yapıldı. Ama hayatımı ayrıntılı olarak kimseye anlatmadım. Derli toplu bir çalışma olmadı. Sana bütün yönleriyle her şeyi anlatacağım. Sen madem buna talip oldun yapalım ama beni çalışmak zordur. O kadar kitabım, o kadar yazı var. Sen bunun altından kalkabilecek misin?' dedi. Ben de kalkarım inşallah dedim ve başladık. Mustafa Kutlu çok güzel bir insan. Yanındakini çok besleyen, zenginleştiren bir tarafı var. Bu süreçte çok severek çalıştım. Ortaya 2.5 yıl sonunda böyle bir çalışma çıktı. Kısalttığımız ve bir bölümü de çıkardığımız halde 400 sayfa sürdü kitap. 12 saatlik detaylı bir söyleşi var hocayla yaptığımız. Sadece o söyleşi bile bir kitap boyutunda. Bu noktada danışmanım, Değerli hocam Prof.Dr.M.Fatih Andı'yı da anmadan geçemem. Akademide bu dönemleri az çok herkes bilir. O hep yol gösterdi ve destek oldu. Danışman hocam yönünden de şanslıydım.
Çalışma süreci nasıl ilerledi?
Yol haritamızı hoca çizdi. Mustafa Kutlu'ya bundan dolayı müteşekkirim. 2023 Mart ayında hocayla görüşmeler yaptım. Hoca çok düzenli, çok disiplinlidir. Her geldiğinde ne anlatacağı belliydi. Görüşmelerde bir süre belirlemedik. O ne kadar isterse bazen iki saat, bazen de üç saat sürüyordu. En başta ailesinden, doğumundan başladık. Sonra doğduğu yer, hayatı... Her görüşmeyi ses kaydı aldım. Kitaplarını okumuştum ama bir taraftan da yeniden okumaya başladım. O arada da hocaya aklıma takılan her şeyi sordum. O yönden de Mustafa Kutlu'ya müteşekkirim. Çok yardımcı oldu. Ne zaman hakkında bir gazetede, yayında yazı çıksa 'Safiye Hanım bugün şurada şöyle bir şey var, onu görmen gerekir' diye beni bilgilendirdi.
Biyografi olmanın çok ötesinde bir çalışma o zaman yaptığınız...
Evet, biyografik kısmı var ama akademi dilinde monografi deniliyor ve bir yüksek lisans tezi. Çünkü hocanın hayatı, sanatı, eserleri olmak üzere üç ana bölüm var. Onun dışında da Hoca ile rûberû yaptığımız söyleşiyi ekledim. Ayrıca "Arkadaşlarının ve Bazı Akademisyenlerin Gözünden Mustafa Kutlu " diye bir bölüm daha var ki o kısım da çok zengin. Burada Mustafa Kutlu'nun verdiği 20 kadar isim var. Onların Hoca ile ilgili yazıları yer alıyor. Haziran'da tez savunmamı yaptım. Şimdi de kitaplaştı.
Bu çalışma aynı zamanda bir sosyolojik dönem okumasına da imkân tanıyor. Kutlu'nun hayat hikâyesini okurken yazdığı hikâyelerden birini okur gibi de hissettim.
Hocanın doğumu 1947. Doğduğu andan itibaren o dönemin Erzincan'ı, o dönemin mimarisi, yaşanan büyük Erzincan depremi, İstanbul, Güzel Sanatlar Fakültesi'ne gelmesi, Erzurum üniversite yılları, edebi açıdan Erzurum'un durumu, sonra Tunceli yılları, öğretmenlik dönemi, İstanbul'a yerleşmesi, Hareket yılları, Dergah Dergisi... Her birini tüm detaylarıyla anlattı. O dönemki Türkiye'nin panoramasını çıkardı adeta hayat hikâyesini anlatırken. İstanbul'da Hareket Yayınları, Nurettin Topçu, Ezel Erverdi, Erzurum'da Orhan Okay gibi hayatına dokunan herkese değindi ve herkesten söz etti.
Bu hikâyede sizi en çok etkileyen bölümler hangileriydi?
Hüseyin Cahit Yalçın sanırım Mehmet Akif için söylüyor: "Akif'in şiirleri güzel ama hayatı eserlerinden daha müthiş bir şiirdir." diye. Ben de bu süreçte Mustafa Kutlu'yu tanıdıktan sonra aynı şeyi düşünüyorum. Yazdığı hikâyeler güzel ama hayat hikâyesi onlardan daha güzel. O yaşamadığı, görmediği bir şeyi anlatmamış. Mustafa Kutlu'nun hayatı film gibi zaten. Küçük yaşta 13 yaşında babasız kalıyor. Bu durum büyütüyor, olgunlaştırıyor onu. Hayatın yükünü annesiyle beraber omuzluyor. Çok fedakâr bir insan. Çocuk yaşında sinemalarda kuruyemiş satıyor, hallerde mal indiriyor. Resme yeteneği var Güzel Sanatlar Fakültesine kayıt yaptırıyor ama sonra çeşitli sebeplerden oradan ayrılıyor. Erzurum'a Edebiyat Fakültesi'ne gidiyor sonra. Hayatının dönüm noktalarından biri oluyor Erzurum. Bir davası var ve onun uğruna yaşıyor hep. Ya Tahammül Ya Sefer"deki dava delisi Kerim gibi.
Çocukluktan itibaren yaşadıkları edebi dünyasını zenginleştiren unsurlar oluyor diyebilir miyiz?
Tabi, çok otobiyografik unsur var hikâyelerinde zaten. Mesela o Uzun Hikâye'deki çok sevdiğimiz vagon ev olayı Mustafa Kutlu'nun çocukluğundan yansıma. Erzincan'da babasının son görev yeri olan Kamerik nahiyesinde Cebesoy İstasyonu'nun orada yaşadıkları dönemde bir vagonda kalan işçiler var. Oradan etkileniyor ve onu Uzun Hikâye'de görüyoruz. Üniversitede okurken bir otobüs var kampüse gittikleri. Üzerinde Mavi Kuş yazıyor. O da bir başka hikâyesine ilham oluyor. Hep hayatından yansımalar var yazdıklarında.
Peki onu edebiyat alanında yaşayan klasik yapan unsurlar neler?
Mustafa Kutlu hikâye anlatıyor ama onun anlatması gereken bir derdi var. Bu onun kendiyle ilgili bir dert değil. O yaşadığı toplumu, insanını anlatmaya çalışıyor. Ona sadece hikâye yazarı demek haksızlık olur. O aynı zamanda deneme yazarı, senarist, aynı zamanda bir köşe yazarı. Hikâyelerle halkını, insanını anlatmış ama orada tam veremediği şeyleri denemelerinde, gezi yazılarında anlatmış. Bu insan nasıl bu kadar her alanda kalem oynatmış, nasıl bu kadar velut olabilmiş? Nasıl bu kadar çok eser yazmış? Mustafa Kutlu'yu farklı yapan şeylerden biri de üretkenliği. Dün 6 Mart doğum günüydü, 77 yaşında. Ve hâlâ üretmeye devam ediyor. Onun hem kendi uzun hikayesi hem de kaleminin hikayeleri hâlâ devam ediyor. Hep halkının derdi ile dertlenmiş. Bir davası var ve onun uğrunda yaşamış. Dergâh Dergisi'ne ömrünü vermiş. Resimle ilgileniyor. Şartlar elverseydi ressam Mustafa Kutlu olarak görebilirdik onu. İçinde ukde kalmış, hâlâ resim yapıyor. Evinin duvarları onun resimleriyle süslenmiş. Çok özel bir yaratılışı var sanatkâr olarak. Hep veren el ve insan olarak da hep yanındaki, yöresindeki insanları geliştiren, zenginleştiren birisi. Hâl ehli. Bence Mustafa Kutlu'yu klasik yapan da bu özellikleri.
Bu kadar yakından tanıyınca nasıl bir Mustafa Kutlu ile karşılaştınız?
Birebir görüştüğünüzde nasılsa toplum içerisinde de aynı. Bir söyleşide öğrencilerin karşısına çıktığında da aynı Mustafa Kutlu. Yunus Emre gibi, derviş tabiatlı bir insan. Böyle benzetmeler var zaten onun için. Telefon açtığında direkt söze girmez 'Müsait misiniz' diye sorar. Ya da elinde çanta var diyelim. Çantayı kesinlikle vermez. Kendisi taşır. Nurettin Topçu'yu anlattığı kısımda onun da böyle davrandığını söylemişti. O zaman hocanın tavrının Nurettin Topçu'dan geldiğini fark ettim. Zaten Nurettin Topçu ve Hareket ekolünü devam ettiriyor. "Türkiye'nin tek filozofu ama hâlâ anlaşıldığını düşünmüyorum. Akademya daha çok çalışma yapabilirdi." diyor Topçu için. Nurettin Topçu'yu anlatırken onun çehresini görmenizi isterim. Çok mütebessim bir hâl alıyor. "O küçük mescitlerin karanlık kısımlarını tercih ederdi namaz kılmak için. Böyle kenarda yaşayan bir insandı" diyor Nurettin Topçu hakkında. Mustafa Kutlu yazları Erzincan'a gidiyormuş önceleri sürekli. Bu arada Nurettin Topçu'nun annesi de Erzincanlı. Mustafa Kutlu, memleketten döndüğü zaman Nurettin Topçu onu çağırırmış. Gülhane'ye giderlermiş. Gülhane'de o zaman ortada bir havuz, fıskiye varmış. Onun etrafında otururlarmış. Bana "Munzur anlat." dermiş. Hoca anlatırmış, dinlermiş. Sonra o fıskiyeden akan su eşliğinde ikisi de sessizce oturup çay içerlermiş. Nurettin Topçu'ya çok derin bir sevgisi var hocanın. Selam Olsun isimli kitabında yer alan "Suya Hasret" başlıklı yazısında Nurettin Topçu'yu anlatır.
DÜSTURU HEP İYİLİK, GÜZELLİK ÜZERİNE...
Sanatçı yönünün dedesinden geçtiğini söylüyor. Dedesi Mustafa Nedim Efendi hattat aynı zamanda musikişinas imiş. Hep o sanatçı inceliği, nahifliği var Mustafa Kutlu'nun konuşmalarında. O mizaç her yere siniyor. Bu incelik yazıda da kendini gösteriyor. Onun düsturuhep iyilik ve güzellik üzerine. Mustafa Kutlu başka hiçbir şey yazmasaydı sadece Hüzün ve Tesadüf'teki o "Bir şey yap güzel olsun" diye başlayan cümleleri bile bence onu Mustafa Kutlu yapmaya yeterdi. Manifesto niteliğinde adeta. Diyor ki:
"Bir şey yap güzel olsun. Huzura vesile olsun, rikkate yol açsın, şevk versin, hakikate işaret etsin.Bir şey yap, doğru olsun. İnsanları yalanın ve yanlışın bataklığına düşmekten korusun. Rüzgara ve akıntıya kapılmasın; kırılsın lakin eğilip bükülmesin.
Bir şey yap iyi olsun. Hizmetten, hürmetten, merhametten müteşekkil olsun. Kalpleri yumuşatsın; garibin, yolcunun, zayıfın derdine derman olsun.
Bir şey yap, adil olsun, haktan hukuktan ayrılmasın. Zalime haddini bildirsin, mazlumun payını versin.
Bir şey yap barış olsun. İnsanlar kin ve nefretten uzaklaşsın. Bombalar patlamasın, çocuklar ölmesin.
Bu beş başlık şu an içinde yaşadığımız dünyanın durumunu da özetliyor aslında. Kutlu, hep iyilik olsun güzellik olsun istiyor ve bunu önemsiyor. Hep güzelliği anlatmak onun amacı. Kitabı çalıştığımız 2,5 yıllık süreçte hep ona gördüm.
Yayıncılık hayatında da çok önemli işlere imza attı. Türk Edebiyatı Ansiklopedisi onlardan biri. Biraz bundan bahsetsek...
Bu da başka bir uzun hikâyedir aslında. 22 yıl sürmüş ve Mustafa Kutlu her şeyiyle ilgilenmiş. Başlangıçta yayınevine gelir getirecek, Ahmet Kabaklı'nın Türk Edebiyat Tarihi gibi üç ciltlik bir yayın yapalım, hem lise hem üniversiteye yönelik olsun düşüncesiyle çıkılır yola. Fakat bu düşünce daha sonradan büyür.1976 Mart ayından itibaren fasiküller halinde yayımlanan ve tamamlanması çok uzun sürecek olan Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi'nin yayın kurulunda da yer alır. Güzel ve kalabalık bir ekiple yola çıkılıyor ama sonra çok azalıyor sayı. Tabi iş onların üzerine kalıyor. Evet, omuzlarına kalıyor. Orada biraz serzeniş var. "Bitirmiş olmamız bir mucizedir. Çok büyük bir emek, akıl almaz. İsmail Kara, bunun destanı yazılmalı, der."diye bahsetmişti görüşmemizde. Ansiklopedinin üçüncü cildinden itibaren yayın yönetmenliğini de kendisi yapar. Ansiklopedinin pek çok maddesini Mustafa Kutlu yazar, tashihinden mizanpajına kadar her şeyiyle ilgilenir. 1998 yılında tamamlanan ansiklopedi sekiz cilttir.
Senaryoları ve hikâyeleri arasında tema, anlatım dili ve anlam dünyası açısından bir bağ var mı?
Tabi sonuçta hepsinin kaynağı Mustafa Kutlu. Orada da aynı şey var. Yani iyilikten, güzellikten müteşekkil bir dil, bir anlatım, olaylara hep o gözle bakmak, kötüyü dile getirmemek...
Mustafa Kutlu'nun kapitalizme, tüketim toplumuna karşı çok ciddi uyarıları var. Reçete olarak önümüze alıp hayata geçirsek birçok derdimize deva olacak...
Kapitalizm ile ortaya çıkan tüketim çılgınlığı tüm dünyayla birlikte ülkemizi de sarmış durumda. Kutlu da hep bunu dile getirmektedir. "Ben tarımcıyım. Sanayinin dünyamızı ne hale getirdiğini gördük, çevre meselesi falan. İnsanın bitmez tükenmez iştihası, bu vahşi kapitalizmle birleşince dünyayı mahvettiler. Geri dönüşü de yok, onu söyleyeyim." der. Bir kitabının ismi de Kalbin Sesi İle Toprağa Dönüş'tür zaten. Bu konularla ilgili yazıları var.
"Ben hep yazdım, yazıyorum ama dikkate alınıyor mu" diye soru işareti bırakıyor ortaya.
Toprağa dönüş, sakin şehirler yapmak, onların nasıl yapılacağı ile ilgili de Turgut Cansever'i işaret ediyor. Bakanlara, yetkili mercilere sesleniyor yazılarında.
Deneme kitaplarına baktığınız zaman göreceksiniz. Dil ile ilgili bile ne kadar çok yazısı var. Akıntıya Karşı isimli deneme kitabında yer alan "Dilin İktidarı 1-2 -3" başlıklı son üç denemede bunlardandır. Buradaki üçüncü yazının sonuna Türkçesi olduğu halde keyfi kullanılan ve Türkçe karşılık bulunması gereken yabancı kelimelerin olduğu uzunca bir liste eklemiştir. Şaşırmıştım. "Eee hocam, bunlara bir cevap geldi mi?" dedim. "Neredee diye serzenişte bulunmuştu.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Mustafa Kutlu, bu topraklara ait bir medeniyetin, bir kültürün taraftarıdır. İnsanımızın, bu medeniyeti ve kültürü tam anlamıyla tanıması için gayret göstermiş, hep kendi kültürümüze işaret etmiştir. Mustafa Kutlu, hikâye yazarlığı, denemeciliği ve diğer alanlarda da yazdığı tüm eserleriyle Türk edebiyatında kendisine seçkin bir yer edinmiş, kendisinden sonra gelen pek çok sanatçıyı etkilemiş, hâlâ da etkilemeye devam eden bir yazardır. O bizim yaşayan klasiğimizdir. Mustafa Kutlu'nun "uzun hikâyesi" devam etmektedir. O hâlâ yazmakta, okumakta, resim yapmakta... İnsanlığa faydalı, güzel işler yapmak için uğraşmaktadır.