“Mimar Sinan Neyi Hedeflemişse Biz Ona Bakacağız”

Selimiye Camii restorasyonunda, eserin aslını korumak istediği için hedef alınan Hattat Hüseyin Kutlu, “Akl-ı selimden yoksun Batılılaşma hevesi kökümüzle irtibatımızı kopardı. Osmanlının batıya karşı zaafa düştüğü tarihlerde, Klasik dönem eserleri tezyinatı yenilenirken yapılan hatalar aslında bu anlayışa dayanıyor. Bu anlayışla inşa edilen camilerde batı tarzı süsleme yapılması, mimarî ile uyumlu olması bakımından doğrudur. Fakat Sinan'da, Süleymaniye'de Barok'un ne işi var?” diye soruyor.

AKSAM.COM.TR

Gülcan Tezcan

Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği Edirne'deki Selimiye Camii'nin restorasyonunda

kubbede yapılacak kalem işi ve tezyinatla ilgili proje, sosyal medya ve kamuoyunda tartışmalara sebep oldu. Ana kubbeyi süsleyen mevcut kalem işi ve hatların değiştirilerek, Mimar Sinan dönemindeki 16. yüzyıl tezyinat anlayışına uygun şekilde yeniden düzenlenmesini öngören proje "Kubbeye badana çekildiği" iddiasıyla tepki çekti.

Ciddi bir bilgi kirliliği ve üslupsuzluğun hâkim olduğu sosyal medya, bu meselenin tartışılabileceği en son yerdi. Öyle ki bazı kimseler restorasyonda yapılan yanlışlara müdahale eden Edirne Selimiye Camii Tetkik ve Tahkik Heyeti'ndeki Sadettin Ökten, Uğur Derman, Çiçek Derman, Hüseyin Kutlu ve Semih İrteş gibi hocalara linç kampanyasına, tahkir ve hakaret etme noktasına getirdi işi.

Tek taraflı, kulaktan dolma bilgiler ve gerçeği yansıtmayan bir fotoğraf karesi üzerinden yürütülen kampanyada derdin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğu ortaya saçılan üslupsuzluktan çok net anlaşılıyordu. Heyetteki isimler bir defaya mahsus Anadolu Ajansı'na röportaj verirken, tartışmalarda ismi en çok zikredilenlerden Hattat Hüseyin Kutlu sessiz kalmayı seçti.

Uzun yıllardır tarihî camilerde yapılan restorasyon hatalarına dikkat çeken, ecdad yadigârına sahip çıkma konusunda mücadeleler veren Kutlu, 24 sene Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nde görev yapıp orayı ihya etti. Daha sonra terkedilmiş ve metruk haldeki Ataullah Efendi Tekkesi'ni Kanlıca İslam Medeniyeti Sanat Bahçesi adıyla kültürümüze kazandırdı. İki Mushaf yazdı. İkinci yazdığı İstanbul Mushafı, Asr-ı Saadet'ten günümüze yazılmış Mushafların bir özeti mahiyetinde. Dünyanın her tarafında eserleri olan, medeniyetine sevdalı bir insan. Tartışmaların temel nedenini, Selimiye Camii restorasyonu ile ilgili iddiaları Hüseyin Kutlu'ya sorduk.

Selimiye Camii'nde mevcut ana kubbe ve yarım kubbe

Sizin tarihî ve kültürel değerler konusundaki hassasiyetinizi biliyoruz. Hâl böyleyken Selimiye ile ilgili ithamlara, tartışmalara ne diyorsunuz...

Çok üzücü. Her şeyden önce Selimiye sokakta, kahvehane üslubuyla konuşulacak bir mesele değil. Selimiye böyle konuşulmaz. Bu konuda konuşabilecek yetkin insanlar bir araya gelirler, inatlaşarak değil doğruyu arayarak istişare ederler. 'Aman yanlış bir şey yapılmasın' ihtimamı göstererek hareket ederler. 'Benim dediğim doğru senin dediğin yanlış' çekişmesi çok ayıp, çok yakışıksız.

Hattat Hüseyin Kutlu

Selimiye Camii'nde devam eden restorasyona itirazınız neydi?

Bizim derdimiz, 19.yy. başlarında yapılan yanlış uygulamaların tashihinden ibaret. Sinan hayatında bir tek eser yapmamış ki. Sayısız eserleriyle ekol olmuş müstesna bir ustayı bir dâhîyi ve onun üslubunu konuşuyoruz. Aslında önceleri belli bilim adamıyla aramızda "bu muhdes tezyinat dönem eki olarak korunmalı mı değil mi" noktasında anlaşmazlık vardı. Ana kubbedeki tezyinatın Abdülmecid dönemine ait olduğunda bir ihtilaf yoktu. Biz heyet olarak bu muhdes uygulamanın Sinan dönemi üslubuna uymadığını, dolayısıyla bir restitüsyon projesi ile aslına dönülmesi gerektiğini savunuyorduk. Karşı görüşü savunan hocalarımız ana kubbede yapılan raspalarda aslına ait bir bulguya rastlanmadığı görüşünden hareket ederek bunun âfâkî bir şey olacağını iddia ediyorlardı. Biz de eksedra kubbelerde, ayrıca revak kubbelerinde Sinan dönemine ait olduğu kesin olan desenlerin bulunduğunu, eksedra kubbedeki desenlerin ölçekli olarak ana kubbeye taşınmasını, bunun da usulden olduğunu iddia ediyorduk. Bu görüşlerimiz idarenin talebi üzerine rapora ve projeye dönüştürüldü ve Edirne Koruma Kurulu bu projeyi kabul etti.

Kurul projeyi üç defa reddetti diyorlar.

Evet, öyle diyorlar. Kurul bir defa reddetti. O da bazı eksik evrak gerekçesiyle. Sosyal medyada paylaşılan iddiaların maalesef neredeyse hepsi yalan. "Yalan" sözünü üzülerek ve utanarak söylüyorum. Çünki Efendimiz (sav) "Yalan ve iman aynı anda bir kalbde bulunmaz" Yine "Kişiye duyduğunu söylemek yalan olarak yeter" buyuruyorlar. Daha da acı olan ise uydurulan yalanların bir kısmı da ne yazık ki iftira ve hakaret. İtiraf edeyim bu seviyesizliğe şahid olduktan sonra Selimiye'den vazgeçtim diyebilirim. Asıl tashih edilmesi gerekenin insanımızın düştüğü bu ahlak zafiyeti olduğunu düşünüyorum.

Selimiye Camii kubbesinin mevcut hâli genel görünüşü

Restorasyon anlayışında ibadethane gibi yaklaşılmıyor galiba tarihî camilere... Sorun buradan mı kaynaklanıyor?

Temel bakış farklılıkları var. Maalesef batı tarzı eğitim alan mimarlarımız, sanat tarihçilerimiz mâbetlerimizi bir müze gibi görüyor. Aramızdaki telif edilemeyecek bakış ve görüş farkı bu. Bu anlayış "Yıllar boyu ne gibi farklı uygulama yapılmışsa bunları bir müzede olduğu gibi görmek istiyor. 16. yüzyılda 17, 18, 19. yüzyılda neler yapılmış görmeliyim" diyor. Biz ise diyoruz ki: " Burası bir müze değil bir mabettir. Alnını secdeye koyan insan için inşa edilmiştir. Senin keyfine göre burayı alacalı, bulacalı bir vaziyette bırakmayız. Buna hakkımız da yok. Selimiye açısından bakarsak Mimar Sinan ve II. Selim dirilip gelse size bu izni verir mi?". 'Bu bir kere yapılmış, onun da tarihî değeri var.' diyorlar. Tamam, bunları tespit ederiz. Kalıbını alır, fotoğrafını çekeriz. Replikasyonlarını yaparız. Hatta bir müze açarız. Selimiye'nin geçirdiği restorasyon hatıraları bunlardır, deriz.

İnsanlar sizin dahlinizle eserin tahrip edileceğini zannediyor. Görünen o ki çok daha önce Selimiye'nin ruhu zarar görmüş. Peki nasıl yürüyor tarihi camilerde restorasyon süreci?

Bir caminin restorasyonu yapılacağı zaman ilgili kurum bunu ihaleye çıkarıyor. İhaleye belli müteahhitler girebiliyor. Onun da bir kuralı var. Nedir ben onları pek bilmiyorum ama herkes iştirak edemiyor. Müteahhit bunu alıyor. 1980'lerde yoktu ama daha sonraları bir bilim kurulu teşekkül ettirildi. Bilim kurulunda mimar, sanat tarihçi, şehir plancısı, arkeolog, statikçi, hukukçular var. Hattat ve nakkaş yok. Peki konu ne? Hat ve tezyinat. Nasıl karar alıyorsunuz tezyinat ve hatlar ile ilgili? Konunun uzmanı olmayan kişilerin aldığı yanlış kararlarla Süleymaniye katledildi. Şehzadebaşı Camii tamamen boşaltıldı. Bir cinayet. Süleymaniye'nin ana kubbesinde İtalyan Mimar Fossati'nin barokları ihya edildi.

Meseleye buradan bakmayanlar Süleymaniye'yi sizin mahvettiğinizi söylüyor...

Hiç alakası yok. Süleymaniye'de çok mücadele ettik. Bunun böyle olmaması gerektiğine dair. Fakat maalesef bilim heyeti Fossati'nin kilise süslemesini ihya etti. Bizde batılılaşma hamlesiyle başlayan zihniyet kendi köküne balta sallıyor. Köküm beni bağlıyor, benim özgür olmam lâzım diyor. Köksüz olmayı özgürlük sanıyor. Bu eserlere, bilhassa klasik dönem eserlerindeki yanlış uygulamalar bu anlayışa dayanıyor. Sinan'da, Süleymaniye'de Barok'un ne işi var?

Edirne Selimiye Camii Tetkik ve Tahkik Heyeti tarafından teklif edilen ana kubbe ve yarım kubbe

Selimiye'ye dönersek... Kubbe'deki tezyinat orijinal değil mi?

Kubbede orijinal hiçbir şey yok. Bu iddiaların tamamı yanlış. Biz bunları raporlar halinde yayınladık ama ne yazık ki okuyan yok. Kubbede sadece göbekte bulunan düğümlü zencereğin bir kısmı var orijinal, kendi dönemine ait. Onun dışında hiçbir şey yok. Yapılanların tamamı muhdes, sonradan yapılmış. Yarım kubbelerdeki raspa neticesinde bulunan desenler orijinal mi? Orijinal. Hiç kimse itiraz edemiyor. En alt katmanda bu orijinaller var. Ana kubbenin sıvaları döktürüldüğü için dönemine ait bir şey kalmamış. Revak kubbelerinde her birinde kalem işi var. Bunlar da orijinal.

Mimar Sinan camilerindeki kalemişlerinde önemli bir üslup birliği vardır

Biz bu yarım kubbelerdeki orijinal desenleri orantılı olarak ana kubbeye taşıyoruz. 'Hayır yapamazsın.' diyorlar. Bunlar işi o hâle getirdiler ki, şu an bulunan kalem işlerinin Sinan döneminden kalma iddiasında bulunuyorlar. El insaf. Göz göre göre nasıl bu hakikati nasıl örtbas edebilirsiniz? Bütün tezyinat uzmanları bir araya gelsin. Sinan'ın müezzin mahfilindeki veya yarım kubbelerdeki dönemine ait olduğundan katiyen şüphe bulunmayan desenleriyle bunları mukayese etsin. Eğer bunun haricinde iddiası olan varsa hodri meydan. Bu mevzuları Semih İrteş'ten daha iyi bilen tek kişi yoktur. Ama herkes konuşuyor. Semih Bey hem nakkaş, hem mimardır. Yeni bir şey yaptığımız yok. Sinan'ın yaptığı gibi yarım kubbelerde ne varsa ana kubbede de o var. Bütün camilerdeki uygulama böyle zaten, gelenek böyle. Sinan dönemi bir ekol. Sinan bir tane eser yapmamış ki yüzlerce eser var. Bunun da böyle olması lâzım.

Selimiye Camii kubbesindeki göbek yazısında Mustafa Nakşi imzası

Kubbedeki hatlar Hasan Çelebi'ye ait değil mi?

Ortadaki göbek yazısı Mustafa Nakşi isminde mahalli bir hattata ait. Onun tarafından yazılmış, adamın imzası var. Ketebehu Mustafa Nakşi diyor. Buna 'Hayır efendim bu aslında Mustafa Nakşi'nin değil Karahisarî'nin talebesi Hasan Çelebi'nin' diyorlar. Adam 'ketebehu' diye imza atmış, 'ben yazdım' diyor. Sonraki restorasyonlarda 'ammerehu Hayri' imzası ilave edilmiş. Topal Hayri diye anılan bir matbaacı da bunu tamir etmiş. O da imzasını atmış, tarihi de var. Bunu ne yapacağız? Siz diyorsunuz ki 'Hayır bunlar aslında Hasan Çelebi'nin yazısıydı. Hat sanatıyla ciddi bir irtibatı olan herkes bilir ki bu yazıların üslup olarak Hasan Çelebi'nin yazılarıyla alakası yok. Çok çelişkiler var böyle.

Edirne Selimiye Camii Tetkik ve Tahkik Heyeti'nin teklif ettiği ana kubbenin genel görünüşü

Çelişkilerin yanı sıra sizin müdahaleniz varmış gibi bir algı da oluştu...

Benim şahsî bir müdahalem söz konusu değil. Biz Edirne Selimiye Camii Tespit ve Tahkik Heyeti olarak aramızda istişare ederek bu mevzunun en doğrusu nedir diye bir sonuca ulaşmaya çalıştık. Bunun ihalesini zaten bir firma almış. Yazı ve tezyinat projesinin hali hazır haliyle yapılacağını duyduğumuz anda biz dilekçe verdik. Ve Vakıflar idaresi bunu kaale aldı. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'ne bir yazı yazmış. Rektörlük de bize bu konunun incelenmesi konusunda davette bulundu. Biz ihale almak için bunları yapıyormuşuz gibi algı oluşturuluyor. İhale denilen şeyin ne olduğunu, nasıl yapıldığını dahi bilmem. Bizim heyetimizin bu çabalarında zerre miktar maddi bir beklenti olmamıştır. Evet yaptığımız inceleme sonucu bir rapor yazdık. İhaleyle, parayla, pulla alakamız yok. Vakıflar İdaresi, Kültür Bakanlığı bizim bu söylediğimiz şeylerin bir projeye dönüşmesini istedi. Bunu da dışarıdan bir nakkaş, bir hattat bulalım, onlar bunu yapsınlar dedik. Buna ihtiyaç yok, bu işi yapacaksa Semih Bey yapar dediler. Hattat olarak da Mehmet Özçay var. Ben varım. Benim üstlenmemi istediler. Biz bunları yaptık. Bir ücret almadığımız gibi para isteseler onu da vermeye hazırdık. Yeter ki Selimiye, Süleymaniye utancını yaşamasın, derdimiz buydu.

Restorasyon şu an ne noktada?

Bizim projenin tatbiki için talimat verilmişti. Yüksek Kurul'a bütün dokümanları hazırladık. Kültür Bakanlığı Hukuk Daire Başkanlığı bizim verdiğimiz dokümanları hukuk diline çevirip onlara dosya olarak verecek. Mahkemeye bu iddialar ne derece doğrudur, değildir bunun izahı yapılacak. Eğer mahkeme uygulamayı durdurmayı kaldırırsa bizim proje tatbik ettirilecek.