Ali Demirtaş
Skala Galeri'de Katmanlar isimli üçüncü kişisel sergisi devam eden Vahhab Ayhan aksam.com.tr için sorularımızı yanıtladı. Sanata, sanatına ve bu alanın sorunlarına dair konuşan Ayhan sorularımıza içten yanıtlar verdi. Sohbetimize geçmeden önce onu daha yakından tanıyalım: "2004'te Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Resim eğitimi almaya başladım. Aynı üniversitede 2011'de yüksek lisansımı tamamladım. 2011 yılında, doğduğum şehir Adıyaman'da Lokionus'un Anısına adlı ilk kişisel sergimi açtım. Ardından İstanbul'a taşındım, burada kendi atölyemi kurarak çalışmalarımı sürdürdüm. Bugüne kadar birçok karma sergiye katıldım. 2024'te Mardin Çağdaş Sanat Bienali'ne paralel olarak Genèse-Oluşum başlıklı bir solo sergi gerçekleştirdim. Sergi metnini Müslüm Yücel yazdı. Aynı dönemde, Fransız şair, çevirmen ve yayıncı Sylvain Cavaillès'in editörlüğünde Kontr Éditions tarafından yayımlanan Genèse-Oluşum adlı iki dilli monografi kitabım Fransa'da yayınlandı. Resim, fotoğraf ve illüstrasyon dışında, sinema sektöründe de sanat yönetmenliği yapıyorum. Mavzer, Yurt, Na Marei ve Edebi Sofralar gibi projelerde sanat yönetmenliği görevini üstlendim. Ayrıca, Bilge Karasu'nun Göçmüş Kediler Bahçesi kitabının Fransızca baskısı için kapak illüstrasyonu çizdim. Şu an Arşiv Design'de sanat danışmanlığı yapıyorum ve günümün büyük kısmını atölyemde geçiriyorum.
HAYAL DÜNYAMI BESLEYEN ANNEMDİ
Sanata ne zaman ve nasıl yöneldiniz?
Sanatla tanışmam çok erken yaşlara dayanıyor ancak profesyonel anlamda 2004 yılında üniversiteye gittiğimde bu alanda ciddi adımlar atmaya başladım. Hayal dünyamı besleyen ise annemdi. Ev işleri, örneğin halı yıkama ya da ekmek pişirme gibi günlük işler, annemle birlikte yaptığım aktivitelerdi. 9-10 yaşlarımda anneme, siyah sac üzerinde ekmek pişirme işinde yardımcı olmaya başlamıştım. Başlangıçta sıradan bir görev gibi görünse de zamanla hayatıma dokunan ve hayal gücümü şekillendiren bir deneyime dönüştü. Ekmeği tam kıvamında pişirmek çok önemliydi; aksi takdirde hemen bozulur, bir hafta içinde küflenir, bir ay dayanmazdı. Bu iş, sadece bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir ritüel halini almıştı. Annem, pişirme sürecinde bana masallarını anlatırken, ben de ekmek üzerindeki şekillerin dansını hayal ederdim. Daire formunda olan siyah ekmek sacı ve annemin açtığı daire biçimindeki ekmekler, etraflarında oturup dinlediğim hikâyelerle birleşerek bende derin bir anlam buluyordu. O daireler hem içsel hem de toplumsal ve kültürel derinlik taşıyan bir bağın sembolü gibiydi. Bir gün, "Tanrı merkezi her yerde olan ama çerçevesi hiçbir yerde olmayan bir dairedir" şeklinde eski bir deyişle karşılaştım. Bu söz, daireye olan ilgimi derinleştirdi. Daire, evrensel bir geometrik şekil olmanın ötesinde, sonsuzluk ve bütünlük gibi kavramları da barındırıyordu. Bu düşünce, annemin bana anlattığı masallar ve şekillerin anlamlarıyla birleşerek sorgulamalarımı tetikledi.
SANAT İÇSEL ÖZGÜRLÜĞÜMÜ DİLE GETİRMENİN BİR YOLU
Peki sanat sizin için ne demek?
Sanat, bazen benim için hayatın en güçlü ifade aracı gibi görünür. Diğer zamanlarda ise duygularımı ve düşüncelerimi dışa vurmanın, içsel özgürlüğümü dile getirmenin ve yaratıcı potansiyelimi ortaya koymanın yolu olarak hissederim. Bazen de sanatın sadece estetik bir deneyim olmanın ötesinde olduğunu düşünürüm; insan ruhunun karmaşıklığını, yoğun duygularını, çelişkilerini ve derinliklerini yansıtan bir araçtır. Sanat, aynı zamanda insanın karanlık yanlarını, bozulmuşluklarını, içsel çatışmalarını ve psikolojik derinliklerini de ortaya koyabilir. İnsan ruhunun yükselme ve düşüş eğilimlerini, toplumun ve bireyin politik yönlerini yansıtan bir ifade biçimi olarak da önemlidir. Örneğin, Meleke Tavus adlı çalışmamda, insan ruhundaki sürekli kanayan, dinmeyen bir yanın varlığını vurgulamak istedim. Burada, tekrar eden acıların ve bu tekrarın getirdiği farkın en belirgin örneği, Ezidilerin giderek yok olmasıdır. Deleuze'ün "dönüşüm" ve "tekrarlama" kavramlarıyla bağdaştırıldığında, her acının, her kaybın bir başka tekrarın başlangıcı olduğu ve bu tekrarın, aynı zamanda bir tür kaybolma ya da silinme sürecine işaret ettiği görülebilir. Belki de bu tekrardaki 'fark' kirliliktir. Bu bağlamda, sanat sadece acıyı yansıtmakla kalmaz, o acının dönüşümünü, içsel evrimini de ortaya koyar.
KATMANLAR ARASINDA BİR YOLCULUK GİBİ
Sanatın ne olduğunu veya ne ifade ettiğini kesin olarak tanımlamak benim için mümkün değil; çünkü sanat, zamanla değişen ve evrilen bir olgu. Çemberin dışına çıktığınızda, içerinin sınırları geçerli olmaz ve zamanla bu içerik unutulur, daha geniş ve özgür bir forma bürünür. Bu benim için sürekli bir dönüşüm sürecidir; her an evrilen ve sınırlarla ya da sınırları aşarak mücadele eden bir harekettir. Bu dönüşümün kökleri, doğduğum köyün baraj altında kalmasıyla atılmıştır. 6 yaşımda köyüm sular altında kaldığında, hatırladıklarım çoğunlukla belirsizliklerle doluydu. İlk başlarda bu belirsizlik acı vericiydi çünkü herkes gibi çevremdeki dünyayı net görmek ve her şeyin güvenli bir çerçeveye oturmasını istemiştim. Ancak zamanla, o sabit çemberin dışına çıkmam gerektiğini fark ettim. Belirsizlik artık değişken ve flu bir forma dönüştü. Görme biçimim, bir anlamda kontrolüm altına girdi; her şeyin, içinde bulunduğu çerçevenin bir seçim meselesi olduğunu keşfettim. Objektifim manuelleşti; istediğim yeri net ya da flu çekebilirdim. Sanat, benim için sadece bir ifade biçimi değil, bir keşif, bir sınır tanımama ve sürekli evrilen bir dönüşüm süreci. Her an yeniden şekillenen, katmanlar arasında bir yolculuk gibi...
DAHA HOLİSTİK BİR YAKLAŞIM GELİŞTİRMEYİ AMAÇLIYORUM
Kendi sanat üslubunuzu; içerik ve teknik olarak nasıl tanımlıyor ve adlandırıyorsunuz?
Sanat üslubumu içerik ve teknik açısından, ağaçtan yapılan iplik bükme veya örme işlemi olan "teşi" tekniğine dayandırarak tanımlıyorum. Eğer bir -izm'e bağlayacak olursam, buna "Teşizm" diyebilirim. Çalışmalarımda, sabır ve titizlik gerektiren bu teknikle, ince fırçalarla zarif, dikiş ipi gibi çizgilerle tuval üzerine işlemeyi tercih ediyorum. Bu, geleneksel dokuma ürünleri; kilim, halı, cicim gibi yapım sürecini bir yansıma olarak kullanmama olanak tanıyor. Ancak benzer bir teknikle, daha soyut ve özgün bir yöntemle, dikey, yatay, çapraz ve verevine çizgilerle "teşi" yapar gibi resimlerimi şekillendiriyorum. Resmetmiyorum, çizgilerle çiziyorum; çiziyorum ki "şey"lerin üzerini katmanlarla örtüp, ilk örttüğümü yok etmeden, her yeni çizgiyle bir öncekinin izini silmeden katman ekleyebileyim. Çizgiler, ipliklerdir ve her bir çizgi bir örtü gibi, bir anlamı, bir düşünceyi, bir düşü, bir katmanı ve yaşamı gizler.
Teşizm, yalnızca bir teknik değil, aynı zamanda bir düşünsel süreçtir; katmanlar arasında bir yolculuktur, çıkrıktır. Bir gün, Eyüp Burç işimi inceledikten sonra "evet, bu bir teşizm" dediğinde, o açıklama bana oldukça keyifli gelmişti. O andan itibaren, bu terimi kullanmamın doğru olduğunu düşünmeye başladım. Ancak çalışmalarımda sadece bir tekniğe veya tek bir akıma bağlı kalmadığımı da belirtmeliyim. Zaman zaman Zero akımının, Op Art'ın, Orfizm'in, Süprematizm'in ve etnik öğelerin izlerini de görüyorum. Tüm bu akımları ve etkileri bir araya getirerek, daha holistik bir yaklaşım geliştirmeyi amaçlıyorum.
ÜÇÜNCÜ SOLO SERGİM: KATMANLAR
Katmanlar isimli son serginizi bize anlatır mısınız?
Katmanlar üçüncü solo sergim. Skala Galeri'deki sergi 8 Şubat'a kadar uzatıldı. Sergide toplamda 18 eser yer alıyor; bir video art çalışması, statik bir heykel, keçi kılı ve taşlardan yapılan bir yerleştirme, sürekli kanayan bir resim ve resmin altına yerleştirilmiş antika bir tas gibi eserlerin yanı sıra, tuval üzerine akrilik tablolar da var. Serginin metni, şair ve yazar Müslüm Yücel tarafından yazıldı. Yücel ile aylar süren bir süreçte eserler üzerine derin tartışmalar gerçekleştirdik. Bu entelektüel etkileşim, sergi metninin dilinde güçlü bir şekilde kendini gösterdi. Metin, izleyiciye doğrudan ne anlatılmak istendiğini sorgulatmak yerine, bir bütünlük içinde etkileyici bir şekilde yazıldı.
Sergimin teması, katmanlar üzerinden şekillenen ve palimsest benzeri bir görsel dilin inşasına dayanıyor. Her bir eser, farklı katmanlar arasında bir anlatı kurarak, imgelerin ve malzemelerin derinlikli bir bütünlük içinde birleşmesini amaçlıyor. Bu bağlamda, "Fark tekrarın neresinde ve tekrar edenden farkı çıkarırsak geriye kalan nedir?" sorusu üzerine düşünmeye başladım. Bu tür kavramlar üzerine yapılan tartışmalar genellikle endüstriyel üretim süreçleri, mikro ve makro farklar ile aynalamalar etrafında şekillenir. Ancak çoğu zaman bu tartışmaların "fark"tan çok "tekrar" üzerine yoğunlaştığını gözlemliyorum. Burada kendime şu soruyu soruyorum: "Tebliğ ettiniz ama ya tebyin? Temsil nerede? Eğer tahkiye etmiyorsanız, neyi temsil ediyorsunuz?" Çünkü çoğu zaman tebyin yalnızca tebliğdeki tekrarlarla sınırlıdır, bu nedenle tebliğcileri anlamakta zorlanıyorum. Buradaki eksiklik, temsilin ve tahkiye etmenin yokluğudur.
Sergimdeki video art çalışması, bu katmanların detaylarını ve ince dokularını izleyiciyle paylaşarak görsel ve duygusal bir etkileşim yaratmayı amaçlıyor. Taşlar ve keçi kılı gibi organik malzemelerle yapılan yerleştirmeler, izleyiciyi farklı anlamlar ve algılar arasında gezdiriyor. Orta alanda yer alan, dokunulduğunda hareket eden heykelim ise izleyiciyi bir analepsis (geriye dönüş) ile çocukluğuna, geçmişine götürmeyi hedefliyor. Bu bağlamda, kirman/teşi formunu da görmek mümkün. İki farklı zaman dilimi ve kültürel bağlam arasında kurduğum bir bağlantı da sözkonusu.
SANAT ÇEVRESİ, GENELLİKLE BELİRLİ AĞLAR VE TEKELLER TARAFINDAN ŞEKİLLENDİRİLİYOR
Türkiye sanat ortamında tekelleşme olduğunu düşünüyor musunuz?
Türkiye sanat ortamındaki en büyük sorunlardan biri, sanatçıların özgürce ifade edebileceği alanların ve fırsatların sınırlı olmasıdır. Sanat çevresi, genellikle belirli ağlar ve tekeller tarafından şekillendiriliyor. "Bağımsız sanatçıları destekliyoruz" diyen birçok kurum, aslında yalnızca belirli sanatçılarla sınırlı bir ağ kuruyor. Bu durum, pazarın bazı isimler üzerinden döngüsünü sürdürmesine yol açıyor. Fonlar çoğu zaman kayboluyor, bu da sanatçılar için engelleyici bir durum yaratıyor. Başarı, çoğunlukla başkalarıyla iyi ilişkiler kurmaya dayalı bir anlayışa dönüşüyor ve bu da birçok sanatçıyı "sıra bana gelir mi?" korkusuyla suskun kalmaya itiyor. Ben, yıllardır küratöryelsiz bir şekilde, kendi imkânlarımla yol alıyorum ve bu süreçten keyif alıyorum. Ancak Türkiye'de sanatın ürünle eseri ayıran farkının hâlâ tam olarak anlaşılmadığını düşünüyorum. Ben eser üretiyorum ve bunun, bir ürün veya fason üretime dönüşmemesi için her zaman özen gösteriyorum. Sanat üretiminden çok, ticari değeri ve pazara yönelik yönü ön planda tutmak, yaratıcı özgürlüğü engelliyor. Başarıyı sadece sistemdeki belirli figürlerle iyi ilişkiler kurarak tanımlamamalıyız. Bu, benim için doğru bir yaklaşım değil. Gelecekte böyle bir ilişki kurmak zorunda kalmak istemiyorum. Son dönemde, küratörlerin etrafında dönen sanatçıları görmek beni rahatsız ediyor. Küratörler, sanatçıların potansiyellerini keşfeden ve bunu izleyiciyle buluşturan bir rol üstlenerek, sanatçılara değer katmalı ve onların kapısında duran kişiler olmalıdır.
SANAT HER ZAMAN BANA YENİ SORULAR SORDURDU
Geleceğe dair plan, proje ve hayalleriniz nedir, paylaşır mısınız?
Gelecekteki projelerimi gerçekleştirebilmek için konfor alanımın sınırlarını ne kadar zorlayabileceğimi sorguluyorum. Sanat, her zaman bana yeni sorular sorduran, insanı hem fiziksel hem de zihinsel olarak zorlayan bir alan oldu. Bir sanatçı olarak, yalnızca yerel bağlamda değil, aynı zamanda küresel anlamda da sanatımı ifade etmenin yollarını arayacağım. Aynı zamanda, fotoğraf, sinema ve sanat yönetmenliği gibi disiplinlerde de üretim yapmayı planlıyorum. Bu alanlarda çalışarak, görsel anlatım dilimi daha da derinleştirip, disiplinler arası bir etkileşim yaratmayı arzuluyorum.