AKSAM.COM.TR
İPEK TANIR
Filistin'in, Gazze'nin yangını dinmek bilmiyor. İsrail, Amerika desteğiyle her geçen gün daha da hız verdiği soykırım politikasında masumları hedef almaya devam ediyor. 15 Ocak 2025'te başlayan ateşkesi 16 Mart'ta ihlal eden İsrail, tüm dünyada yükselen tepkilere rağmen korkunç katliamlarına yenilerini ekliyor. Tüm dünyada yaşananlara şahitlik edenler ise Gazzeli akademisyen, şair, yazar Refaat Alareer'in "İlla ölmem gerekiyorsa sen yaşamalısın hikâyemi anlatmak için" dizesinden ilhamla Filistin direnişinin sesine ses veriyor. Kimi eylemler yapıyor, kimi sokaklara çıkıyor, filmler çekiyor, şarkılar besteliyor, kimi yardım kampanyaları düzenliyor. Bazıları da bugünler unutulmasın diye yaşananların kaydını tutuyor. Yazar Demet Tezcan'ın editörlüğünde bir grup kadın gazeteci ve aktivist tarihten bugüne İsrail işgalini, Filistin'in bağımsızlık mücadelesini, 7 Ekim'le birlikte yaşananları ve Siyonizmin küresel güçler ve medyayı kullanarak işgali nasıl meşrulaştırdığını kaleme aldı. Kitabı hazırlayan Demet Tezcan ile Filistin'i, Gazze'yi ve kitabın ortaya çıkış hikâyesini konuştuk.
Uzun yıllardır Filistin'de, Gazze'de yaşanan İsrail işgali bir şekilde gündemimizde olurdu. Ancak iki yıla yakın zamandır İsrail'in saldırıları soykırım boyutuna ulaştı. Daha çok konuşulmaya, yazılıp, çizilmeye başlanıldı. Yaşanan korkunç katliamlar karşısında bazen sözümüz tükeniyor. Buna rağmen neden Gazze'yi hep gündemde tutmak zorundayız?
Filistin 1948'de işgalci İsrail'in devlet olmasından itibaren hem işgal, hem saldırılar altında, onlarca yıldır devam eden bir zulüm, katliam var. Gazze'de 7 Ekim itibariyle bu zulmün boyutu soykırım noktasına geldi. Üstelik Gazze'den çıkabilecekleri –ki tercih etmiyorlar- ama kaçabilecekleri bir kapıları yok. 100 bini aşkın yaralıları var ama hiçbirini tedavi ettirme imkânları yok. Zaten 2006'dan itibaren abluka altında bir açıkhava hapishanesine dönüştürülen Gazze'ye aylardır bombalar yağdırarak soykırım gerçekleştiriliyor. Kısa süreli ateşkesi de ilk fırsatta ihlal ettiler ve yine çadırlardaki bebekler, çocuklar hedef alınıyor. Dolayısıyla insan kalabilmek için soykırım devam ettiği ve Gazze üzerine uluslararası planlar yapıldığı sürece vicdan sahibi tüm insanlar gibi bizlerin de sessiz kalması düşünülemez. 'Burada bir soykırım var. Bu savaşı bitir' demek yerine oradaki insanların canları hiç konuşulmadan, onlar hiç yokmuşçasına toprakları üzerine planların yapıldığı bir süreçte vicdanı olan, insanlığını yitirmemiş herkesin Gazze'yi yoğun bir şekilde gündemde tutması gerekiyor. Hiçbir savaş hukuku yok orada, zaten eşitler arasında bir savaş yok soykırım var. Bir ateşkes sağlandı ama orada da yine pek çok ihlal gerçekleştirildi ve ilk fırsatta yeniden katliamlarına başladılar. O yüzden insan kalmak istiyorsak hiç gaflete düşmeden Gazze'yi bir an bile gündemimizden düşürmemek durumundayız.
Nehirden Denize Özgür Filistin adıyla bir kitap hazırladınız. Yaşananları anlama noktasında çok boyutlu bir kitap ama daha çok medya üzerinden bir bakış hâkim...
Evet, bu kitabı yazmak için yola çıkarken şöyle bir etrafıma baktığımda yanımdaki bütün arkadaşlarım gazeteciydi. Üzerimize düşen nedir, elimizden gelen nedir onu yapalım diye harekete geçmek istediğinizde etrafınızdaki insanlar zaten bu işle kaygılanan, dertlenen Gazze'yi gündemde tutmaya çalışan gazeteciler olunca "madem elimiz kalem tutuyor, biz de yazalım" düşüncesi doğdu. Bunun olmasında da benim açımdan iki unsur var. Biri Gazzeli akademisyen, şair, yazar Refaat Alareer'in bir şiiriydi. "İlla ölmem gerekiyorsa sen yaşamalısın hikâyemi anlatmak için" diye yazmıştı. Bu bir vasiyetti, vebaldi, sorumluluktu. Madem ki yaşıyorduk ve elimiz kalem tutuyor. Onların hikâyesini yazmalıydık.
Onların hikâyelerini, tüm bu işgal sürecini yazmanız neden önemli?
İnsanlar orada ölüyor. Biz yazarak ne yapabiliyoruz diye düşünmemek gerek. Yazarak çok şey yapabiliriz. Çünkü onlara bugün bu zulmü yapan, bu soykırımı gerçekleştiren Yahudiler yıllar boyu II. Dünya Savaşı'ndan itibaren bir soykırım anlatısına sığındılar ve bunu sürekli yeniden inşa ettiler, sürekli ürettiler. Edebiyatla, sanatla, siyasetle, akademiyle ürettiler ve her defasında yeni dram inşa ettiler. Bunu kendi içlerindeki düşünürlerden Norman Finkelstein'ın ifade ettiği gibi bir endüstriye, gelire çevirdiler. Bunu yaparken de diğer taraftan Filistin'i alabildiğine işgal edip kendilerine yapılanın bin beterini oraya yaptılar. Yine bu anlatıda dikkat çeken bir başka husus II. Dünya Savaşı'nda Nazilerin soykırımına maruz kalan 20 milyonluk bir kitle var. Soykırıma uğrayan Yahudilerin ise 4 milyon ile 6 milyon olduğu ifade ediliyor. Geride kalan 14 milyonun hikâyesini bilmiyoruz. Çünkü yok sayıldılar. Kimler orada soykırıma uğradı? Onların dramı neydi? Kaybettikleri neydi? Nereden geldiler, nereye gittiler? Bize sadece Yahudilerin hikâyesi anlatıldı. Ve bu anlatı soykırımın biricikliği, Holokost'un biricikliği kendilerini de ne kadar mağdur olursak o kadar dokunulmaz oluruz anlayışına soktu ve tüm dünyaya 'Biz mağduruz, bize bir şey derseniz antisemitizm yapmış olursunuz' diyerek antisemitizme sığındılar. Bu, onların bir susturma aracı haline geldi. O yüzden yaşananları kayıt altına almak çok önemliydi. Arap dünyasında özellikle Filistin asıllı düşünürler, edebiyatçılar, sanatçılar var. Çok güzel çizerleri, muazzam şiirleri olan şairleri var. Çünkü o sürgünü yaşamış. Benim gibi uzaktan bakarak empati kurarak yazmıyor. Fakat onlar da susturuluyorlar. Nasıl ki Gazze savaş esnasında -ki bu kitabı yazarken yine kitabı yazanların gazeteci arkadaşları olması çok kıymetliydi- Gazze'de 205 gazeteci katledildi. Gazze'nin sesi duyulmasın, dünyaya gazetecilerden bu çığlık, bu ses ulaşmasın diye gazeteciler katlediliyor. Tıpkı o güzel şiirleri yazan, o çizimleri yapan şairlerin edebiyatçıların katledilmesi gibi... Naci El Ali bunlardan birisidir. Bundan dolayı da kayıt altına almak, yazmak ve geleceğe bugün yaşananları aktarmak bir sorumluluktu diye düşündük.
Gazze sözkonusu olduğunda hâlâ şaşırtıcı bir şekilde umursamaz davranabilen, yaşanan soykırımı görmezden gelenler var...
Elbette, mağdur ayrımı yapıldığı sürece, katliamın, soykırımın ayrımı yapıldığı sürece Ortadoğu'daki insanların başına gelen her ne olursa olsun görünmez oldukları sürece onların sesi olmak zorundayız. Zira gerek Suriye'de, gerek Mısır'da, Libya'da, yıllar yılı Filistin'de yaşananlara kör ve sağır kalmayı tercih eden zımmen de soykırımı destekleyen çok büyük bir kitle var. Onların o sağır kulakları duyuncaya kadar Gazze'nin sesi oradan çıkamasa bile -ki çıkıyor çok şükür- biz onların ezberlerini bozacağız. Bu niyetle yapılan her bir çalışma çok kıymetli.
Kitabın bir güzel tarafı da kuşaktan kuşağa aktivizmin aktarımı var. Hem sizin hem de kızınız Nesibe Tezcan'ın yazısı yer alıyor kitapta. Bu, size ne hissettirdi?
Kızım o kitaptaki gazeteci ablalarının genç bir meslektaşı. İlk programına katıldığında 13 günlüktü kızım. Dolayısıyla sahada büyüdü. Onun daha henüz yürümeyi öğrendiği dönemlerde elinde dövizler tuttuğu fotoğrafları vardır. Gözünü eylemlerin içerisinde; mazlumların, mağdurların yanına olma hâli içinde açtığı için bu onun için doğal bir yürüyüştü. Elbette aynı kulvarı paylaşabilmek, aynı hisleri taşıyabilmek çok kıymetli. Mazlum coğrafyalara kulak kesilmesi, onların dertleriyle dertlenmesi kızım olmasından öte mümin bir kardeşim olarak bu yolda olması elbette mutlu edici bir şey. Türkiye'deki gençlik çok güzel eylemler yaptı. Gecesini, gündüzüne kattılar. Her biri her yerde gerçekten çok güzel organize oldular. Ne yapabileceklerse yaşlarına, imkânlarına bakmadılar. Kitlesel olarak yapılan her ne varsa oradalardı. Bu açıdan Nesibe, gençliğin Gazze ve Filistin aktivizmini kayda aldı yazısında. Gençlik eylemlerinin yazılması şu manada da çok kıymetliydi. Tüm dünyadaki gençlik eylemlerine baktığımızda mesela Mısır'ın Rabia Direnişi muazzamdı, orada gençlerin örgütlenmesi, direnişi dünyaya duyurması... Filistin İntifada'sı zaten gençlerin İntifada'sı. Dünya ölçeğinde 68 kuşağından bu yana ilk kez tüm dünyada gençler din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın bir amaç etrafında bir araya geldi. Bu muazzam bir şeydi. Amerika'da Filistin'i destekleyen öğrenci hareketlerine katılanlar çok büyük bedelleri göze aldılar. Eğitim haklarını kaybettiler. Bunu da ancak gençlik eylemlerinin içinde olan bir genç yazabilirdi.
Kitapta İsrail işgali ve Filistin direnişi hakkında çok detaylı makaleler var. Bu anlamda içeriği oluştururken nasıl bir seyir izlediniz?
Kitabın yazarken şöyle düşündük; evet, bugün bir zulüm var. Yazmayla bitmeyecek malzeme de var. Her şeyi üretirsiniz. Öfkeyi, dramı, gözyaşını, her şeyi üretebilirsiniz. Fakat kitabı eline alan zihninde geçmişten bugüne her yönüyle Filistin davasıyla ilgili bir fikir oluşturabilsin istedik. Konuyu soykırım, aktivizm, boykot, direniş gibi yönleriyle bombardımanın, savaşın, soykırımın getirdiği göç gibi başlıklarla, medya yönüyle; küresel medya manipülasyonları ile tüm dünyanın nasıl kandırılmaya çalışıldığına dair derinlikli analizlerle, Gazze'deki gazetecilerin gerçeği dünyaya duyurmak için verdikleri mücadeleyi konu alan, parmağını oynattığı anda tüm dünyada pek çok büyük değişime sebep olabilecekken, kitleleri peşinden sürükleyebilecekken soykırıma seyirci kalan ve buna mukabil her şeyini kaybetmeyi göze alarak sesini çıkaran sanatçıların duruşunu anlatan makaleleri bir araya getirmek kıymetliydi. Orada büyük bir soykırım yapılıyor. Ama soykırımla beraber pek çok şey birden gerçekleşiyor. Bu yüzden birçok açıdan tespit ve değerlendirmeler yapmaya gayret ettik. Gönül birliği ettiğimiz arkadaşlarla kim neyi daha iyi yazar diye düşündüğümüzde bu başlıklar ortaya çıktı. Kitaba katkı veren tüm gazeteci arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
A'DAN Z'YE İSRAİL İŞGALİ VE FİLİSTİN DİRENİŞİ
Pınar Yayınları'ndan okura ulaşan Nehirden Denize Özgür Filistin kitabında akademisyen yazar İsmihan Şimşek ilahiyatçı kimliği ile Siyonizm'in teolojik ve dinî arka planının soykırıma etkisini değerlendirdi. Uzun yıllardır işgalin tüm evrelerini özellikle İsrail medyası üzerinden derinlikli okumalarla izleyen Emine Çınar, Nekbe'den, bugüne direnişin tarihsel seyrini yazdı. Gazeteci ve aktivist Cahide Hayrunnisa Çiçek, işgalin etkisiyle Filistin halkının yaşamak zorunda kaldığı sürgün, göç ve göçün tesirlerini yazdı. Yönetmen Zümrüt Sönmez batı medyasının basın özgürlüğü ve tarafsız habercilik iddialarının 7 Ekim sonrası nasıl büyük bir yalana dönüştüğünü, Gazze'deki meslektaşlarımızın işgal altında gerçekleri dünyaya duyurma mücadelesini kaleme aldı. Gazeteci ve aktivist Emine Dolmacı soykırıma karşı örgütlenmeye katkısı açısından sosyal medyanın rolüne dikkat çekerek Gazze halkının nasıl vatandaş gazeteciliğinin birer icracısı haline geldiğini anlattı. Kitabı yayına hazırlayan Demet Tezcan ise Auschwitz'den Gazze'ye Uzanan Yol yazısı ile Yahudilerin mazlum kimliğini nasıl tüm dünyaya dayattıklarını İsrailli entelektüellerin yazdıkları çerçevesinde ele aldı. Siyonizmin şekillendirdiği kültürel hegemonyanın özellikle ABD ve Avrupa'da edebiyat, sanat ve sinema dünyasında uyguladığı sansür ve baskıları değerlendiren Gülcan Tezcan 7 Ekim sonrası yaşanan katliamlar karşısında kültür sanat dünyasının tavrını inceledi. Gazeteci Sümeyye Ertekin yazısında aktivizm hareketlerini, karşı mücadelenin ve dayanışmanın önemli bir ayağını oluşturan boykotu kaleme alırken dünya tarihinde dikkat çeken boykot eylemlerini hatırlattı. Nazizm ve Siyonizm'in birebir örtüşen uygulamalarını inceleyen gazeteci Emeti Saruhan, dünya tarihinde korkunç katliamlarla iz bırakan bu iki korkunç ideolojinin nasıl ruh ikizi olduğunun altını çizdi. Genç gazeteci Nesibe Hale Tezcan da tüm dünyada Gazze'ye destek veren gençlik ve gençlik eylemlerini kaleme aldı.