Her şey İstanbul’un hatırı içindi

10 cilt, büyük boy, yaklaşık 5 bin sayfalık ‘Antikçağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi’ isimli dev çalışmanın editörü ve “Yazmadığın tarih senin değildir” diyen Dr. Coşkun Yılmaz, bu meşakkatli ve yorucu süreci “Her şey İstanbul’un hatırı içindi” diye özetliyor…

1

Röportaj: Mehmet ŞİMŞEK/aksam.com.tr


İSAM (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi) ve KÜLTÜR A.Ş. (İBB İstanbul Kültür ve Sanat Ürünleri A.Ş.) işbirliğiyle 2012 yılında çalışmalarına başlayan 10 ciltlik ‘Antikçağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi’ isimli dev eser, 18 Haziran’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir tanıtım toplantısıyla birlikte seçkin kitapçıların raflarında yerini aldı. Çalışma adından da anlaşıldığı gibi İstanbul’un Antikçağ’daki ilk yerleşiminden günümüze kadar tarihini ortaya koymayı amaçlıyor. Yayın; İstanbul’un emperyal dönüşümleri, dünya ölçeğinde İstanbul, topografya, siyaset ve yönetim, mimari, dinî ve sosyal hayat, iktisat, ulaşım ve haberleşme, eğitim, bilim ve teknoloji gibi farklı disiplinlere dair 270 bilim insanının kaleme aldığı 363 makaleden oluşuyor. Bilim ve Danışma Kurulu olmak üzere 300’ün üzerinde bilim ve sanat insanının katkıda bulunduğu çalışmanın Türkçe hazırlık safhası üç seneyi aşmış. İngilizce çevirisinin ise 2017’nin ilk yarısında basılması planlanıyor. Arapça çevirisi için de Kültür A.Ş. şu an planlama aşamasında. Bir okur için hızlıca göz atmak, kitabın sayfalarını çevirmek bile üç saat sürüyor…

Proje yöneticiliğini, önceki İSAM Başkanı ve İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın’ın üstlendiği eserin bir diğer kahramanı ise çalışmanın editörü, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Coşkun Yılmaz…  Yoğunluk ve yorgunluğu ise “Her şey İstanbul’un hatırı içindi” diye özetleyen Coşkun Hoca ile bu göz kamaştırıcı eserin arka planını konuştuk.




‘Antikçağ’dan Günümüze Büyük İstanbul Tarihi’ projesi fikri nasıl doğdu ve gelişti?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul tarihiyle ilgili İSAM’a (İslam Araştırmaları Merkezi) hacimli bir eser çalışması talebinde bulundu. O zaman İSAM başkanı olan Prof. Mehmet Akif Aydın, biraz dost hatırına, biraz da editörün taahhüdüne binaen projenin yöneticiliğini üstlendi. Aslında büyük bir yükün altına girildi. Çünkü İstanbul gibi tarihi derinlik ve etkinlik bir araya getirildiğinde emsali pek de olmayan bir şehrin tarihini yazmak, Türkiye ve dünyadan yaklaşık 300 civarında bilim insanıyla çalışmak, zengin ve özgün bir görsellik katmak, bir de bunların sınırlı bir zaman diliminde hayata geçirilmesi zor bir işti. Ancak bu her açıdan bir sorumluluktu ve getirilip Mehmet Akif Hoca’nın ve bizim kucağımıza bırakılmıştı. Zira Belediye Başkanı Kadir Topbaş, projenin başlatıcısı Kültür A.Ş. Genel Müdürü Sabri Dereli ve onun görevini devam ettiren Nevzat Kütük Bey’le büyük bir ısrarla ve takdir edilmesi gereken bir üslupla İstanbul tarihinin yazılmasını arzu ediyorlardı. Uzak durmak hiçbir açıdan doğru olmazdı. Hoca ve İSAM yönetimi de bu meşakkatli işi omuzladılar. Fakirin nasibine de çok şükür editörlük düştü. O yorgun günlerin, -hâlâ da devam ediyor çünkü yabancı dil çevirileri sürüyor- içinde zaman zaman mızmızlansam da bir nimet olarak görüyor ve müsebbibe ve vesile olanlara şükür ve teşekkür ediyorum. Çok şükür bu şehrin tarihinin yazımında bizim de karınca kararınca bir hatıramız oldu… Bu şehre hizmet hem bir vecibe hem de bir şereftir. Neticede Peygamberin nazarını, övgüsünü celp etmiş bir şehir. Hacimli bir tarih yazımının vakti ne yazık ki çok geçmişti ve yazmadığınız tarih de sizin değildi. Bu eseri hazırlarken bunu bir kere daha ve çok derinden hissettim. Ayrıca İstanbul tarihi İstanbul merkezli dünya tarihinin de bir ön adımıydı…

BİZİM İÇİN YÖNTEM ÖNEMLİYDİ

Proje için kolları sıvadığınızda kafanızda beliren sorular nelerdi; nasıl başladınız?

Önce neden, nasıl, hacim, muhteva ve zamana dair soruların cevaplandırılması gerekiyordu. Neticede şehre dair birçok şekilde ve birçok çalışma vardı. Nasıl bir İstanbul tarihi olmalı, hacmi ve muhtevası ne olmalı? Her şeyden önce nasıl bir yöntem izlenmeli? Bu soruların sağlıklı ve bilimsel bir cevabı için Mehmed Akif Hoca’nın başkanlığında, Feridun Emecen, Mehmet İpişirli, Erhan Afyoncu, Beşir Ayvazoğlu, Coşkun Çakır, Coşkun Yılmaz, Yunus Uğur, Tuncay Başoğlu, Halil İnalcık, Arif Bilgin, Ali Akyıldız, Hür Mahmut Yücer, Halil İbrahim Düzenli, Hatice Aynur, Kemal Beydilli, İskender Pala, İlber Ortaylı, Yunus Koç, Uğur Demir gibi hocalardan oluşan yayın ve editörler kurulu, sonra da geniş bilim kurulu oluşturuldu. Önce kitabın yöntemi ve metodolojisini belirledik. Niye bir İstanbul tarihi; nasıl bir İstanbul tarihi ve hangi yöntem, sorularını cevapladık. Böyle bir çalışma nasıl bir yazar kadrosuyla yürütülür sorusu gündeme geldi. Proje yönetimi; yayın kurulu, bilim kurulu ve bölüm editörleriyle ortaklaşa çalışarak ana konuları, alt başlıkları ve yazarları belirledi.

Yorucu bir çalışma… Uzun bir süre… Çalışmaya göz atıldığında siyasi yelpazenin farklı taraflarında konumlanan kimlikler dikkati çekiyor. Dengeyi nasıl sağladınız, zor olmadı mı?

Güzel olan çoğu defa kolay olmuyor. Kolaylığa talip olan da güzele ve daimi neticeye ulaşamıyor. Ben bu kadar zor olacağını düşünmemiştim doğrusu. Hatta yorgunluğum tahminimin kat be kat üstünde oldu. Belki bu kadarını bilebilseydim bu derece cüretkâr olamazdım. Ancak sonuca baktığımda yanılmanın da bir nimet olabileceğine inanıyor ve şükrediyorum… Bazen bütün yanılgılarım böyle olsa diyorum dua kabilinden. Biz sadece bugüne değil geleceğe de bir iz, bir hatıra bırakmaya gayret ettik. İyiyi yapmayı hedefledik. Gayretimiz bu yönde oldu. Zorluğa razı olup kolaylığı diledik. Sonuç ortada… Takdir sizlerin… İyi sonuç da işinin ehli ve samimi insanlarla oluyor, seven insanlarla oluyor. Özellikle ve öncelikle konunun uzmanlığı öne alındı. Eserin belli bir plan ve zaman çerçevesinde çıkarılması gerekiyordu. Önceliğimiz ve kriterimiz ehliyet oldu. Geniş bir liste hazırlandı. Bu alanda kim ne yapabilir sorusuna cevap olarak. Bu doğrultuda teklifi kabul edenler oldu, etmeyenler oldu. Tabii bu arada bilimsel anlayışa yakışmayan sığlıklara, kaprislere, sözden dönmelere, çifte standartlara şahit olmadık mı? Olduk! Ancak bugün konuşacağımız ve konuşulması gereken o değil. Faydasını ve etkisini hesaplamadığımız tenkitle uğraşacak vaktimiz de yok. Onu yapanlar yapıyorlar. Neticede bizim sorumlu olduğumuz alan, meselenin en iyi uzmanlarını bulmak ve konuyu en iyi yazabilecek isimlere yazdırabilmekti. Böyle bir işbirliği içinde uzmanlık gerektiren bu proje, Türkiye’den ve dünyadan bir ekip çalışmasıyla, yaklaşık 300 bilim insanının katkısıyla neticeye kavuşturulmuş oldu. İstanbul Tarihi bu özelliğiyle de, galiba en geniş kadrolu ve hacimli şehir tarihi özelliğini kazandı. Bu konuda en iyisini yaptığımızı iddia edecek değilim ama en iyisini yapmak, en iyi uzmana ulaşmak, en iyi sonucu elde etmek için özel bir gayretimiz oldu. İyi niyetli bütün öneriler ve tenkitler de bizim için samimi teşekkürü hak eden katkılardır ve yeni baskılarda dikkate alınacaktır.

HİÇBİR ÇALIŞMA UKDESİZ OLMAZ

Belki erken bir soru ama çalışma tamamlandığında “Keşke şu da olsaydı” diye içinizde bir ukde kaldı mı?

Bu soru her çalışma için geçerli. Neticede Roma, Osmanlı gibi dünya tarihini belirleyen temel üç dört aktörden iki tanesine payitahtlık yapmış bir şehirden bahsediyoruz. Ukde olmaması mümkün mü? Hiçbir çalışma kusursuz da olmaz, ukdesiz de olmaz. Ancak şunu belirtmeliyiz ki; bizim için mutluluk verici olan, çalışmayla ilgili şimdiye kadar kendi beğenimin üstünde çok daha büyük bir takdirle karşılaşmam.

ANSİKLOPEDİ YAPMADIK, İSTANBUL TARİHİ YAZDIK

Siz altını çize çize İstanbul tarihi deseniz de ben yine de sormadan edemeyeceğim. Önümüzde dev bir eser var.  Bu çalışma bir şehrengiz mi, ansiklopedi mi, yoksa hepsi mi?

Çalışma ansiklopedik bir hacim algısı oluşturabilir ama biz bir şehir tarihi yazmaya gayret ettik. Bunu yaparken de dünya şehir tarihlerini inceledik. İstanbul üzerine yapılan çalışmaları inceledik. ‘Niye ve nasıl bir İstanbul tarihi’nin cevabını dikkate alarak, dünya şehir tarihlerinin metodolojisini inceledik ve “Biz buna yeni ve farklı ne ekleyebiliriz?” diye sorduk. Sorularımız bununla da sınırlı değildi; “Bu eseri yazmayı gerektiren farklı ne söyleyebiliriz?” sorusu ışığında işe giriştik. Elbette ki ansiklopediler çok zor ve önemli çalışmalardır. Ancak bizim yaptığımız akademik anlamda İstanbul Tarihi. Adı da zaten öyle... Ancak takdir anlamında ansiklopedi de diyorlar. Bir ciddiyeti, emeği, hacmi çağrıştırıyor. Ancak bizimkisi geniş ve kendisine özgü yöntemi ve üslubu olan bir şehir tarihidir.

TEVAZU VE VAKARI İÇİNDE BARINDIRAN BİR ÇALIŞMA

Şu halde yöntem üzerine konuşmanın sırası…

Eserin metodolojisi bizi en çok meşgul eden konulardan biriydi. İstanbul tarihine dair çok sayıda küçük hacimli eser ve bir iki ansiklopedi bulunuyor. Önemli dünya şehir tarihleri var.  Bu çerçevede İstanbul'un tarihini ortaya koymak sadece bir şehir tarihini, sadece bir milletin tarihini ortaya koymak değil; Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet'in merkez tarihini de ortaya koymaktır. Bir diğer ifadeyle İstanbul merkezli bir dünya, İstanbul merkezli Türk tarih yazımının ön hazırlığını da yapmaya çalıştık. Bu bir yönüyle de insanlık tarihinin asırlar içinde ortaya koyduğu birikim neticesinde günümüz insanına sunmak, aktarmak gibi bir vazife ifa ediyordu. İstanbul tarihi deyince birkaç hususu göze aldık. Yeni ve farklı ortaya ne konulabilir? Uzmanlık alanlarına nasıl hitap edilir? Tarihle ilgili, entelektüel merakı olan, geçmişe ve yaşadığı şehre tecessüsü olan insanlara nasıl hitap edebiliriz sorusunu odak olarak koyduk. Bunun yanında genç nesli de göz önünde bulundurduk. Bir şey daha, artık üniversitelerde İstanbul tarihi ders olarak okutuluyor. Hem öğrenciye hem hocaya nasıl bir kaynak sunabiliriz diye de bir kaygımız oldu.

Anlattıklarınızdan yöntemi belirleme işinin çok da kolay olmadığı anlaşılıyor. Peki, böylesi uzun soluklu bir çalışmada yöntemin yanında kullanılacak üslup da önemli bir yer tutuyor değil mi?

Evet, üzerinde en çok çalıştığımız konu üslup oldu. Prensip olarak akademik anlamda bilgilerin doğruluğu itibarıyla ve mutlak anlamda yeni araştırmaların da ışığında ortaya konan doğru bilgiyi, akademik tartışmalarda ortaya konan tartışmalı bir üslubun dışında kalıp bu tartışmalardan elde edilen sonuçları aktarmaya çalıştık. Bunu yaparken de bilginin doğru aktarımına ve akademik metodoloji duyarlılığına mutlak riayet ederek akıcı bir dil, anlayışı kolay, okuyucuyu kuşatan, ona sıcak gelen bir dil hassasiyetimiz oldu.

İlkeler nasıl saptandı?

Üzerinde en çok durduğumuz konulardan biri de ilke ve yöntem konusuydu. Bunlar çözülmeden, netliğe kavuşmadan farklı ve özgün bir niçin, neden, nasıl sorularına cevap verebilecek bir şehir tarihi yazamayacağımıza kanaat getirdik. Mehmet Akif Aydın Hocamız öncülüğündeki Yayın Kurulu ciddi bir hazırlık çalışması yürüttü. Yayın Kurulu üyesi Yunus Uğur'un da yaptığı ön çalışmalarla; bilim kurulumuz, editörlerimiz ve yazarlarımızın bir kısmının da görüşünü alarak bu ilkeleri oluşturmaya çalıştık. En azından Türkiye'de şehir tarihi yazımı konusunda yeni bir bakış açısı, yeni bir yaklaşım ortaya koyan bir yöntem belirlendi ki, dünya şehir tarihi yazımı konusunda da dikkatle incelenebilecek bir yöntem belirlendiğini düşünüyoruz.

ŞEHRİ, MERKEZLİK YAPTIĞI DEVLET VE TOPLUMLARIN TARİHİNDEN ARINDIRMADIK

Deyim yerindeyse bu kadar ince eleyip sık dokuduğunuz ön hazırlıklardan sonra İstanbul nereye, hangi bağlama oturdu, nasıl temellendirildi?

Biz her şeyden önce İstanbul'u özne, etken, belirleyici bir şehir olarak ele almayı, şehrin tarihini devlet ve toplumların tarihiyle etkili bir şekilde incelemeyi benimsedik. İstanbul’u devlet ve toplumların tarihinden arındırarak değil. Şehir tarihiyle o şehrin üzerinde kurulan inşa edilen medeniyeti, toplumları karşılıklı etkileşimleri dikkate alarak yazmaya çalıştık. Bu şehrin bir dönemini değil, bütün kadimini, geçmişini kucaklamayı esas aldık. İstanbul tarihinin her döneminde ilkçağında ya da günümüzdeki dünya şehirleri arasındaki konumunu belirlemeye çalıştık. Tarihini yazdığınız şehrin yakın ve uzak coğrafyadaki konumunu belirleyemezseniz, onu tam tanımlayamazsınız. İlkelerimizden biri de İstanbul'un dünya şehirleri arasındaki konumunu belirlemekti.

İstanbul denince yaklaşık 8 bin yıllık tarihten söz ediyoruz.  Bu uzun tarihi maratonu nasıl bir zemine oturttunuz?

Bu kadar uzun bir dönemi yazmanın yöntemi, metodolojisi ne olmalıydı? İlk akla gelen konu tabii ki kronolojik bir yöntem. Marmaray kazılarıyla ortaya çıkan tarih diliminden başlarsanız ki bu milattan önce 6 bin yıllarına tekabül ediyor. Siyasi bir tarih anlayışı ve kronolojik yaklaşımla bunu ele alabilirsiniz. Böyle şehir tarihleri de var. Ama İstanbul gibi bir şehrin tarihini hazırlarken kronolojik merkezli bir yazımda şehrin tarihini ne kadar merkeze alabilir, ne kadarını dışarıda tutabilirsiniz? Ve farklı alanları o kronolojik anlatımın içinde kendi içlerindeki dengeleri ve şehrin dengelerini gözeterek nasıl konumlandırabilirsiniz? Kronolojik yöntemin avantajları ve mahzurları nelerdir diye tartıştık. Hâl bu merkezde olunca kronolojik dönemlerin yanında tematik yöntemi belirledik. Tabii bizim bir dezavantajımız daha vardı; biz bir, iki, üç beş yazarın kaleme alacağı bir eser tasarlamıyorduk.

TEMATİK BİR ŞEHİR TARİHİ HAZIRLADIK

Kronoloji ve tematik yaklaşımlar önemli. Bu iki tarzın nerede buluşup, nerede ayrışacağı konusu yeni bir problematiği karşınıza çıkarmadı mı?

Onlarca yazarın kaleme alacağı bir eser hedefliyorduk. Burada da konuların çakışması gibi bir sıkıntı vardı. Biz bunun yerine tematik bütünlüğü oluşturmayı çok önemsedik. Tematik İstanbul tarihi yazmaya karar verdik. Ama bunu yaparken şunu hiç hatırımızdan uzak tutmadık; şehrin uzun dönemli tarihi, kültürü, gündelik hayatındaki kronolojik gelişmeleri ve birbirini etkileyen olayları, olayların birbirini etkileme ve akışkanlığını göz ardı edemezdik. Tematik denge oluşturamazsanız şehrin kronolojik gelişimini gözden kaçırabilirsiniz. Neticede temaların öncelenmesini benimsedik. Her temanın kendi özel şartlarını dikkate alarak kronolojik akışını, sürekliliğini ve kesintilerini dikkate aldık. Her temayı şehir tarihi içindeki etkinliğini dikkate alarak belli bir hacimde planladık. Aynı zamanda yan alanlara da etkisini dikkate almaya çalıştık. Böyle bir yaklaşımla bu dönemlendirme ve tematik bir İstanbul tarihi ortaya çıktı. Böylece eser, daha bütünlükçü, daha etkili, daha renkli, daha zengin, daha insan, şehir ve toplum merkezli olarak gelişti.

Ana başlıklardan bahseder misiniz?  

Kronolojik olarak üç temel dönem belirledik. Bunlardan biri Antik Çağ- Roma ve Bizans dönemi, diğeri Osmanlı, üçüncüsü de Cumhuriyet dönemi. Her temayı da kendi alanı içinde bu üç ana bölüme ayırdık. Ancak kronolojiyi değil temayı önceleyen ve temayı kendi içinde kronolojileştiren, bunu yaparken de uzun şehir tarihinin gerektirdiği süreklilik ve etkileşimi göz ardı etmeyen bir anlayışla hareket ettik. Bu kadar uzun temaları ve farklı dönemleri bir insanın yazması mümkün değildi tabii. Bazen bir tema, diyelim ki kültür, sanat ve edebiyat veya siyaset ve yönetim… Her temada konunun gerektirdiği geniş bir yazar kadrosu oluşturuldu. Bu çalışmada 300 kişilik bilimsel bir kadronun emeği var ki, bu bizim araştırmalarımıza göre dünya şehir tarihinde pek görülmeyen bir rakam. Hangi ana başlıklar ele alındı derseniz; İstanbul'un emperyal dönüşümleri,  yani İstanbul'un büyük dönüşümleri, dünya ölçeğinde İstanbul, Antik Çağ, Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde dünya şehirleri arasında İstanbul. Siyaset ve yönetim, kitabın en hacimli bölümü. İstanbul'un siyaset ve yönetimi… Aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nu coğrafi olarak göz önüne aldığınızda Osmanlı'nın coğrafi alanını düşündüğünüzde o dönemlerde bilinen dünyanın kahir ekseriyetini şekillendiren bir yönetim merkezi İstanbul. Mısır'a, Asya'ya, Avrupa'ya, Afrika'ya tesir eden bir merkez… Topografya ve yerleşim, toplum, din, demografi, mimari, kültür, sanat ve edebiyat, ulaşım ve haberleşme, iktisat, eğitim, bilim ve teknoloji, hafızalarda İstanbul gibi 13 ana tema, bölüm belirlendi ve bunların altında onlarca alt başlık. Bunların yanında zengin bir İstanbul tarihi kronolojisini, şehirdeki olaylar zincirini, mümkün olan en geniş şekilde verdik. İlk defa İstanbul bibliyografisi kitap ve tez ağırlıklı olarak ortaya konuldu.

Hafızalarda İstanbul bölümünü biraz açsak...

Biz bu çalışmada şehir tarihleri arasında özgün olduğuna inandığımız bir şey yaptık; o da Hafızalardaki İstanbul. Ömrünü İstanbul'da geçirmiş, bilim, sanat ve kültür dünyasının belli bir yaşı, belli bir tecrübeyi, birikimi geride bırakmış simalarıyla, edebiyat dünyamızın çok seçkin ismi Beşir Ayvazoğlu söyleşi yaptı. Bu çok ilgi çeken ve keyifli bir bölüm oldu. Bu bölümün iki tane amacı var: Bugünün insanına yaşadığı İstanbul'un yakın tarihini ve yakın hafızasını ve kitapların sayfalarına geçmemiş tarihini hayatta olan insanların aktarımıyla anlatmak ve İstanbul'un çok yakın tarihinde kendi dünyalarıyla mukayesesini sağlamak. Bir diğer deyişle hatırlamamızı ve karşılaştırmamızı sağlıyor. İkinci özelliği ise bu şehrin yarın da tarih yazımı devam edecek. Bunun için de bir kaynak özelliği taşıyor. Yarına bırakılabilecek kaynak olarak gördük.

Şehrin kimliğini oluşturan, kronolojisini oluşturan dönemler nelerdir?

Şehrin kimliğini oluşturan iki temel dönem var ve bunlar inanç tarihi üzerinden şekillendirilmektedir. Birincisi Roma dönemi. Bilinen siyasi ve dini tarihinin en şaşaalı başlangıç ve gelişme devresi. Bir başkent olarak ortaya çıkmasının yanında Hristiyanlığın ilk imparatorluk başkenti olarak tezahürü bu dönemin eseri. Hatta ana akış içinde ikisi bir arada gerçekleşiyor da denilebilir. Ayasofya başta olmak üzere Hristiyanlığın en muhteşem ilk mabetleri bu şehirde ortaya çıkıyor ve şehrin kimliğini, dokusunu şekillendiriyor. Hristiyanlığın önce ana merkezi oluyor. Ortodoksların merkezi olarak varlığını sürdürüyor. Osmanlı döneminde de bu hususiyeti devam ediyor. Kimlik değişiminde ana etken ve belirleyici tarih ise 1453. Osmanlıların fethi… Yeni sahipleri elinde, eski mabetler korunmakla birlikle yeni medeniyet ve inanç sahiplerinin mabetleriyle, inancıyla mimarisiyle kimliğiyle şekilleniyor. İlkinin tam zıddı bir kimlik ve inşa süreci. Hatta daha da ilerisi… Müslümanların dini ve siyasi merkezi. Yaklaşık 400 sene. Sonra bu siyasi ve dini merkezlik değişse de ikinci karakteristik kimliği devam ediyor…

Kronolojik olarak peki…

Mevcut bilgilerimiz ışığında ana akış içerisinde dört dönemden söz edebiliriz. Birincisi, bilgilerimizin sınırlı olduğu, önemli ölçüde Marmaray kazılarına borçlu olduğumuz Roma veya Milat öncesi dönem. Antik Çağ diyoruz ana hatlarıyla. Tarihçiler de bu isimlendirme konusunda dönemleri tartışıyorlar. İkinci dönemi biraz önce sözünü ettiğimiz Roma ve Bizans dönemi. Aslında sadece Roma demek daha doğrudur. Üçüncüsü 1453. Bizim İstanbul döneminin başladığı devir, Osmanlı Dönemi. Dördüncüsü ise Türkiye Cumhuriyeti dönemi. Aslında kimlik ve kronolojik açıdan üçüncü ile dördüncü dönem arasındaki ayrışma noktasını ikinci ve üçüncü dönemle mukayese edemeyiz. Çok daha güçlü bir geçişkenlik ve süreklilik vardır. Ancak merkezilik, yönetim değişikliği vb. açılardan yeni bir dönemlendirme yapıyoruz. Yoksa İstanbul asırlardır bizim İstanbul…

İSTANBUL SAHİBİNİ DE BÜYÜTEN BİR ŞEHİRDİR

İstanbul’un Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminin sancılarını içinde barındırdığı hep söylenegelmiştir. Bu konuya siz nasıl yaklaşıyorsunuz?

Doğrudur. Tarihi gelişim ve etkileşim bıçak gibi kesilmiyor. Bir süreklilik taşıyor. Osmanlı’yı Selçuklu’dan, Cumhuriyet’i Osmanlı’dan nasıl keskin bir çizgiyle ayırabilirsiniz? Bizim bir tarihi sürekliliğimiz vardı ve bu İstanbul için de geçerlidir. Ayıramazsınız. Sancılarını da, şifalarını da taşımıştır ve taşıyacaktır. Tabii Osmanlı döneminde merkez bir şehir. Payitaht. Milyonlarca kilometrekarenin yönetildiği bir şehir. Cumhuriyet döneminde bu özelliklerini kaybediyor. Merkez Ankara’ya taşınıyor. 300’lü yıllarda başlayan payitahtlık konumu 1920'lerde sona erdi. Yaklaşık 1.500 yıllık payitahtlık gitti. Biraz da ikinci plana itilen şehir konuma geldi. Ancak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi, payitaht her zaman payitahttır. İstanbul da her zaman öyle… Gün gelir kendi küllerinden yeniden doğar. Dün öyle idi, bugün de öyle. Bakın kim diyebilir İstanbul’un bugün ikinci planda kaldığını. En azından dünya metropolleri arasında. İstanbul netice itibarıyla birilerinin eliyle şekillenen, gelişen bir şehirdir, ancak aynı zamanda, sahibiyle beraber büyüyen, mâliklerini de büyüten ve dünyaya açan, hatta mâliklerini dünyaya açılım konusunda kendi rızasına bırakmayan iradeye sahip bir şehirdir. Dün Roma için de Osmanlı için de bu vazifeyi gördü. Bugün de bizim için kolları sıvamış durumda. Türkiye'nin büyümeye başladığı, aynı zamanda Türkiye'nin büyümesini de tetikleyen bir şehir olarak vazife görüyor. İlginçtir Mehmet Genç Hoca’nın ifadesiyle, bu eser de İstanbul’un yeniden tarih sahnesinde yol almaya başladığı bir devrenin başlarında ortaya çıkmıştır. İstanbul Tarihi eseriyle İstanbul’un gelişimi arasında böyle bir bağ kuruyor Hoca. Doğrudur, çünkü tarih yazımı ile gelişmişlik ve merkezlik iddiası arasında da doğrudan ve etkileşimli bir bağ vardır.



İSTANBUL MÜZESİ OLARAK DA OKUNABİLİR

10 ciltlik eserde göz kamaştırıcı bir görsellik dikkati çekiyor. Bu ayrıca bir söyleşinin konusu bile olabilir. Neler söyleyeceksiniz?

İstanbul tarihine basılı malzeme üzerinden bakacak olursanız zengin bir görsel İstanbul tarihi veya müzesi olarak görebilirsiniz. Son derece özenli olmaya gayret ettik. Çok yetkin bir ekiple çalıştık. Benim uzun yıllardır bu konuda bir tecrübem var. Bu çalışmada Türk tarihçiliğinde belki bir görsel tarihçilik ortaya koymaya çalıştık. 100 binle ifade edilebilecek bir görsel arşivden yaklaşık 4 bin civarında malzeme seçtik. Çok iyi fotoğraf sanatçılarıyla günlerce, aylarca süren fotoğraf araştırması ve çekimi yaptık, özel çalışmalar yaptık. Bazen bir resim 100 resim içinden seçildi. İstanbul'un tarihini sadece metinlerle değil, biraz da görsel olarak yazmaya çalıştık. Kimliği inşa eden unsurlar vardır; sada, renk, koku, zaman, mekân... Görseller bize tanıklık ettiği zamanın rengini, atmosferini, mekânını yansıtır. Hatta kokusunu; sadasını yansıtır. Görüyor ve hissedebiliyorsanız. İstanbul tarihinin de görsel olarak şehir tarihleri içinde çok özel bir yeri olduğunu söyleniyor. Bu anlamıyla da çalışma kendi içinde pek çok ilki barındıran bir eser oldu. Bir anlamda harflerin, yüzlerce kelimenin anlatamadığını bir görselin anlatabileceği düşüncesiyle hareket edildi ve görsel bir tarihçilik, dokümanter belgesel özelliğine sahip bir eser hazırlanmaya çalışıldı. Uğur Demir Hoca’yı bu vesileyle teşekkürle anmak gerekiyor.

KİŞİSEL TERCİHLERİMİZİ DEĞİL HAKİKATİ BENİMSEDİK

Bu proje tamamlandıktan sonra dönüp arkaya baktığınızda neler görüyorsunuz?

Niyet ve gayretlerimizi anlatmaya çalıştım. Sonuç ne oldu diyorsunuz ona siz karar vereceksiniz. Neticede 300 bilim insanının ve onlarca kültür emekçisinin katkısıyla ortaya çıkan bir çalışmadan bahsediyoruz. İmkânlarımız neye elverdiyse biz önyargısız, kompleksiz, şartsız şurtsuz bu şehrin, bu medeniyetin hatırına, yaşadığımız zamanın birikimini geleceğe taşıma ve bir emanet devralmanın sorumluluğuyla yansıtmaya çalıştık. Biz bu şehrin hatırına kişisel tercihlerimizi değil hakikati, doğruyu, güzeli, şehri ortaya koyabilecek bir anlayışı benimsedik.

Sizin İstanbul tarihine dair başka çalışmalarınız da var değil mi?

Evet, ‘İstanbullu Sahabeler’, Necdet Yılmaz ile birlikte hazırlamıştık. Bu alandaki çalışmalarımızdan ilki. Yine iki ciltlik, Necdet Bey’le yazarları arasında yer aldığımız, proje yöneticiliğini ve editörlüğünü üstlendiğimiz ‘Osmanlılarda Sağlık’ isimli İstanbul merkezli bir çalışma. Editörlüğünü üstlendiğim, İlber Ortaylı, Erhan Afyoncu, Vahdettin Engin, Haluk Dursun gibi ilim adamlarının hazırladığı iki ciltlik ‘Pay-i Tahtı Zemin: Eminönü’; Türkçe ve İngilizce yayımlanan, yazarları arasında yer aldığım, proje yöneticiliğini ve editörlüğünü de yaptığım ‘III. Selim İki Asrın Dönemecinde İstanbul’, ‘II. Mahmud: Yeniden Yapılanma Sürecinde İstanbul’, ‘II. Abdülhamid: Modernleşme Sürecinde İstanbul’ kitaplarını sayabiliriz. Fikret Sarıcaoğlu ile birlikte Türkçe ve İngilizce yayımlanan ‘Müteferrika’ kitabı. Bu eserler, dönem görselleriyle dokümanter belgesel özelliği taşıyan şehrimizin yakın tarihinden kesitler sunan çalışmalardır. Yine, gerçekten çok önemli bulduğum, şehir tarihi açısından değerli bir çalışma da Üsküdar Belediyesi’nin gerçekleştirdiği bu sene, 11-13 Kasım 2016’da dokuzuncusunu düzenleyeceğimiz Üsküdar Sempozyumları’dır. 4., 5., 6. ve 8. sempozyumların  yönetimi ve 9 cilt tutan kitapların editörlüğü de fakire nasip olmuştur. Bu münasebetle merhum Belediye Başkanı Mehmed Çakır’ı rahmetle, şimdiki başkan Hilmi Türkmen’i de teşekkürle anıyorum. Yine Üsküdar Belediyesi’nin yayımladığı ‘Düşten Fethe İstanbul’ bu çalışmalardan birisidir.

50 CİLTLİK İSTANBUL KADI SİCİLLERİ YOLDA

Söyleşimizin hatm-i kelamını çok değerli bilim adamı Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın Hoca’yla yapmak istiyorum. Bu dev projenin, ‘Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi’nin de yöneticisi olan Mehmet Akif Hoca’yla siz uzun süreden bu yana birbirinden önemli çalışmalara imza attınız. Kadı Sicilleri de bunlardan birisi. Kısaca bu çalışmadan da bahseder misiniz?

Hocamla çalışmak keyif verici ve yetiştirici bir birliktelik benim için. Tabii hocanın nasibine düşen ise sabır. Gerçi kendileri pek böyle düşünmüyor ama… Her iki proje için de, İstanbul Tarihi ve İstanbul Kadı Sicilleri, Hoca’nın rehberliği, bir yönüyle vücut sebebi gibi. Bize de,  yöneticiliğini gerçekleştirdiği bu çalışmaların editörlüğünü teklif ettiler. Tabii hocamızla, hocamızın da içinde yer aldığı başka projelerimiz de var. Ancak en hacimli ve önemli gibi görünen bu ikisi. Niyaz ederim ki daha güzellerini de yapmak nasip ve daim olsun. İstanbul Kadı Sicilleri’nin yayımlanan kısmı 40 cilt. O çalışmanın da şansı ve proje yöneticisi Mehmet Akif Hoca. Ve tabii bilim kurulu hocalarımız ve muhtevaya katkıda bulunan onlarca ilim adamı. Gerçekten çok önemli çalışma. İnternet ortamına da açıldı. Yurt içinde ve dışında on binlerce insan istifade ediyor. İstanbul mahkemeleri hukuki, siyasi, içtimai, dini, şehir dokusu, ev yapısı, gündelik eşyaya varıncaya kadar çok geniş anlamda birinci derecede kaynak malzemeyi oluşturuyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti, İSAM ve 2010 Ajansı'nın ortak çalışmasıyla yayımlandı. Şimdi buna ek olarak 50 ciltlik İstanbul Kadı Sicilleri'ni çıkarıyoruz. Çok değerli bilim kurulu üyelerimiz ve ilim adamlarımızın katkısıyla… Daha önceki çalışmamız 17. yüzyıla kadar gelmişti.  Şimdiki seri 20. yüzyıla kadar geliyor. Bunu İstanbul Medipol Üniversitesi ve İBB işbirliğiyle hayata geçiriyoruz.

Başka projeleriniz var mı?

Üzerinde çalıştığım bazı eserler var. Mesela editörlüğünü ve proje yöneticiliğini üstlendiğim ‘Sultanların Savaşı’ kitabı. Türkçe ve İngilizce olacak. Feridun Emecen ve Erhan Afyoncu’nun yazdığı. Osmanlı sultanlarının meydan savaşlarını anlatıyor. Askeri tarihimiz açısından da çok önemli ses getirecek, görsel dünyası orijinal malzemelerle çok zengin bir eser. Şu anda matbaada… Tabii, kitap, belgesel, sempozyum, konferans vb. başka bazı çalışmalarımız da devam ediyor. İki üç tane İstanbul tarihiyle ilgili, hacimli ama başka alanlarda çalışmayla ilgili de talep var… Ama henüz üzerinde yoğunlaşıp bir karar aşamasına gelmedi.

Çok teşekkür ederim.

Ben çok teşekkür ederim. Zahmet ettiniz…