Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı'nca düzenlenen 12. Boğaziçi Film Festivali'nde Çarşamba günü de söyleşilerle çepeçevre sarılıydı. Ulusal ve uluslararası kategorideki uzun ve kısa metraj filmlerle belgesel yapımlar dahil olmak üzere toplam 11 film ekibi, Atlas 1948 ve AKM Yeşilçam sinamaları salonlarında seyirciyle buluşup merak edilen sorulara cevap verdi.
Ulusal Yarışma filmlerinden Savrulan Zaman ve Ağustos Düşleri, Uluslararası Yarışma'dan Majör Tonlar, Ulusal Kısa Metraj Yarışması filmlerinden Tutsak ve Rehber, Uluslararası Kısa Metraj Yarışması'ndan Bahisçi/ Punter, Üç Ağıt/ Three Keenings ve Eggregores'in Teorisi/ Eggregores Theory ile Ulusal Belgesel Yarışması'ndan Ada, Gidebildiğim Kadar Uzağa ve İyi Ölüm, seyircilerle söyleşilerde buluşan filmler oldu.
Ulusal Yarışma'daki Savrulan Zaman filmi ekibi, gösterim sonrası, Atlas 1948 Sineması'nda seyircilerle bir araya geldi. Söyleşiye; senarist- yönetmen Selim Avcı ile oyuncular Mine Teber ve Derya Karadaş katıldı. İlişki sorunları yaşayan Alper'e odaklanan film için yönetmen, "İyiler ve kötüleri, siyah-beyaz bir alanda değil de gri bir alanda işlemeye çalıştım" diye konuştu. Aynı zamanda filmin başrolünü de üstlenen Evci; hem yönetip hem oynamanın avantajları ve dezavantajlarını şöyle değerlendirdi: "Bunu deneyimlemeyi sevdim ama zor olacağını da biliyordum. Yazdım, yönettim, kurguladım; hadi bunu da deneyeyim gibi bir şeyin içine girdim ama başıma ne iş açtığımı da anladım! Ama bir oyuncunun ne hissettiğine dair de çok önemli bir deneyim oldu. Hissettiğim avantaj; oyunu, içeriden yönetmek" Daha çok "Bizimkiler" ve "Geniş Aile" gibi dizilerdeki rolleriyle televizyon ekranlarından tanınan Mine Teber ise sinemadaki deneyimini şu sözlerle ifade etti: "Provalarımız biraz uzun sürdü; detaylı ve titizlikle çalışıldı. Gerçekten anne oğul gibi olduk. Kendini anlattığı özel aile ilişkisini benimle de paylaştığı için çok teşekkür ediyorum" Yine ekranlardan ve özellikle komedi ağırlıklı yapımlardan tanınan Derya Karadaş da kendi tecrübesini şöyle anlattı: "Selim'le Ecem'in oğluyla beraber oynadık. Gerçekten Mine ablanın dediği gibi aileyle vakit geçirip ailece bir filmde olmak çok keyifliydi"
Ağustos Düşleri filminin Atlas 1948 Sineması'ndaki gösteriminin ardından gerçekleşen söyleşiye ise yönetmen Halil Can Akbulut, kurgu yönetmeni Dicle Yüksel, görüntü yönetmeni Berk Ersöz ve ses tasarımcısı Eren Kaya katıldı. Üniversite sınav sonuçlarını bekleyen, yaşadığı yerden mutsuz olan, uzaktaki ağabeyine karşı kıskançlık, ailesine karşı ise mahcubiyet duyan ve parasızlıktan bunalıp yaşadığı yerden kaçmak isteyen bir gencin öyküsünü ele alan film için yönetmen, kendi hikayesinden beslendiğini söyledi. Görsel tarz olaraksa 'deneysel' işleri daha çok sevdiğini belirten Akbulut, "Türk sinemasında yeterince anlaşılır filmler çekiliyor, biz ses üzerinden, hisler üzerinden anlatmak istedik. Ben deneysel filmleri daha çok seviyorum ve bu filmde de bunu yapmak istedim. Bir filmi izlediğimde sıkılabilirim ama aslında önemli olan bana ne kattığı" diye konuştu. Akbulut, "Ses kurgusunu çok seviyorum, Türk sinemasında bu çok arka planda bırakılıyor, o yüzden bilerek bu şekilde kullandım sesi" diyerek bu tercihin, filmdeki ses kullanımında da görüldüğünü dile getirirken görüntü yönetmeni Berk Ersöz de filmin 4/3 ölçekle çekilmesini aynı gerekçeyle açıkladı: "Aslında filmi buna göre kurduğumuz için zorlamak yerine bizim için daha da güzel oldu. Filmdeki o yaz sıcağı da zaten aslında ancak bu kadrajla, sıkıştırılmış hissi vererek anlatılabilir"
Uluslararası Yarışma filmlerinden, Ingrid Pokropek'in yönettiği Majör Tonlar /The Major Tones adına, Atlas 1948 Sineması'nda, filmin yapımcısı Juansegundo Alamos seyircilerin karşısına çıktı. Çocukken geçirdiği bir kaza sonrası koluna takılan metal plakanın, Mors alfabesiyle bir mesaj aldığını fark eden 14 yaşındaki Ana'nın hikayesini anlatan filmin, Atlas 1948 Sineması'ndaki söyleşisinde Alamos, senaryonun, yarı otobiyografik olduğunu söyledi. Yönetmenin amacının, 'kentsel ve fantastik bir film yapmak' olduğunu dile getiren Alamos, bu ifadeyi şöyle açıkladı: "Buenos Aires şehrini tasvir eden ancak bu tasvirin içine garip bir şeyin girme olasılığına izin veren bir hikayeydi yapmak istediğimiz. Bu, Arjantin'in; Jorge Luis Borges, Adolfo Bioy Casares ve Silvina Ocampo gibi referanslarla çok güçlü bir geleneğe sahip olduğu ancak, bazı durumlar dışında, sinemada aynı gelişmeyi göstermeyen, edebiyattaki fantastik türe hayranlığından kaynaklanıyor. Bununla birlikte ergenliği tasvir etmekle de ilgileniyordu ve buradan, güvensiz bir şekilde, evden uzakta, tehlikenin farkında olmadan, tanımaya başladığı bir şehirde dolaşan bir kızın hikayesini yarattı"
AKM Yeşilçam Sineması bugün, iki Ulusal, üç Uluslararası Kısa Metraj Yarışma filmiyle üç Ulusal Belgesel Yarışma filmine ev sahipliği yaptı. Senarist- yönetmen Ramazan Yıldırım, Ulusal Kısa Metraj Yarışması'ndaki filmi Tutsak ile seyirci karşısına çıktı. İletişim meselesi hakkındaki diyalogsuz filmi için Yıldırım, şu ifadeleri kullandı: "İnsanların arasındaki iletişimin sadece dil ile olmadığını göstermek istedim. Filmde diyalog yok; ihtiyaç duymadım. İnsanın, otantik olan ve mevcut olanla arasında durumu anlattım. Bir insanın ömrü gibiydi"
Aynı kategorideki bir diğer yapım da Mert Erez'in yönettiği ve başrollerini Damla Sönmez ile Murat Kılıç'ın paylaştığı Rehber'di. Gösterim sonrası yönetmen Mert Erez, oyuncu Murat Kılıç ve ortak yapımcı Meryem Sena Metin, soruları cevapladı. Oğlunun ölümünden sonra oğlunun telefon rehberi üzerinden oğlunu tanımaya çalışan bir babanın hikayesini anlatan film, aslında bizzat yönetmenin başından geçen bir olaya dayanıyor. Erez, bunu şöyle anlattı: "İzmir'e gittiğimde arkadaşımın fotoğrafçı dükkanında kaldım. Tire'nin bir köyünden bir kadın geldi. Bir fotoğraf istedi ama ben yardımcı olamadım. Dedim ki arkadaş geç gelecek, sen git, sonra gel. Ama inatla arkadaşım gelene kadar 1 saatten fazla, hiçbir şey söylemeden, bekledi. Arkadaşım gelince kadının oğlunun fotoğrafını bilgisayardan çıkarıp verdi. Kadın gidince arkadaşıma, kadının niye bu kadar ısrarla fotoğrafı beklediğini sordum. Arkadaşım dedi ki 'bu kadının oğlu geçen hafta öldü, ben gittim toprak attım üstüne. Geçen gün bir anda telefonum çaldı; ölen arkadaşımın numarası! Telefonu açtım; karşıdaki ses bana kim olduğumu sordu, oğlumu tanıyor musun?, dedi' Ben çok etkilendim. Kadının o gözündeki acıya, ifadeye üzüldüm. Bir insanın kendi çocuğunu tanıyıp tanımaması ve insanlara sorması üstünden böyle bir hikaye canlandı kafamda. Ben de çocukken babamı kaybettim ve babamın beni tanımaması, benim babamı tanımamam üzerinden de bu hikayeyi, anne çocuktan çıkarıp, baba oğul hikayesine çevirdim" Kısa film prodüksiyonundaki malî zorluklara değinen Murat Kılıç ise "Maliyetler meselesi herkesi kısa filme yönlendiriyor bence. Bence yakın zamanda festivallerde sadece kısa filmleri konuşuyor olacağız. Uzun metrajdan daha kaliteli kısa filmler izleyebiliyoruz bence" şeklinde konuştu.
Uluslararası Kısa Metraj Yarışması'ndaki Bahisçi'nin senarist ve yönetmeni Jason Adam Masalle da gösterimden sonra AKM Yeşilçam Sineması'nda soruları cevapladı. Babasına doğum günü sürprizi yapmak isterken kumar dünyasının ortasına düşen genç Brett'in hikayesini anlatan filmde çocuk oyuncuyla çalışan yönetmen, bunun avantaj ve dezavantajlarını şöyle anlattı: "Çocuk oyuncunun, duygularını ve performansını, önceden hayal ettiği gibi yansıtmanın zor olduğunu söyleyebilirim. Çocukların yalnızca kendi hislerini anladığını ve bu nedenle yönetmenin beklentilerini tam olarak karşılamalarının güç olduğunun farkındayım. Ancak bu süreçte çocukla işbirliği yapmanın ve onun güçlü yönlerini görmenin önemi çok fazlaydı. Bu süreçte çocuğun, rolü üstlenmesi ve duygularını sahnelemesi için ona güvenmenin ve onu rahat hissettirmeye çalışmanın çok önemli olduğunu gördüm"
Bir Kelt geleneği olan 'ağıtçılık' üzerine mizahî bir yorum olan Üç Ağıt'ın söyleşisine de filmin yönetmeni Oliver McGoldrick katıldı. McGoldrick, ağıtçılık ve filmi hakkında şu bilgileri verdi: "Film, Kelt kültüründe ölüler için çoğunlukla unutulmuş bir sesli ağıt biçimi olan bir geleneğe odaklanıyor. Pek çok gelenek ve dini uygulamalarda olduğu gibi, bir adım geri çekilip bunlara farklı bir pencereden baktığımızda, ciddiyet ve törenin arasında mizahı ve zaman zaman absürdlüğü görüyoruz. Bu kısa filmi yaparken trajedilerin, çoğu zaman karamsar bir mizah ve alaycılıkla nasıl el ele alındığını deneyimlemek ve aktarmak istedim. Son sahne hem trajik hem komik; bu dengeyi sağlamak için filmdeki ciddiyeti ve mizahı bir araya getiren bir son yazmayı hedefledim. İzleyiciler bu sonu bir 'mideye yumruk' olarak hissediyor ve bu duygusal dengeyi başarmanın önemli olduğunu söyleyebilirim"
Uluslararası Kısa Metraj Yarışması'ndaki son söyleşi ise geleneksel sinema seyircisini zorlayan, keşiflere açık olan seyirciye ise yeni bir tecrübe yaşatan, Eggregores'in Teorisi idi. Andrea Gatopoulos'un yönettiği filmin söyleşisine, yapımcılardan Ariens Damsi katıldı ve filmi, şu sözlerle anlattı: "Film konsept bir film; özellikle duygusal formda. Kelimelerden daha fazlasıydı, çok şey anlatıyordu. Az insan ama çok fazla sahne vardı. Hem sanatsal hem distopik bir kurmaca izliyorsunuz. Random bir şekilde ilerlerdi, bence en güzel kısım buydu. Bazı sahnelerde Artırılmış gerçeklik (AR) kullandık. AR kullanırken tedirgin hissetmedim. Dünya insanlar tarafından zehirleniyor. Biz kelimeler aracılığı ile iletişim kurmak istedik. Biz Batı kültüründe kelimeleri çok fazla kullanıyor, önemsiyoruz. 'Ya bazı kelimeleri kullanamıyor olsaydık?' fikri buradan doğdu. Çünkü muhtemelen kelimeler, bizim programlama dilimiz. Bizim programlama dilimiz değişseydi ve yeni bir şey gelseydi aynı insanlık olur muydu? Bunun ihtimalini film boyunca düşündük"
Ulusal Belgesel Yarışma filmlerinden Ada'nın söyleşisinde ise yönetmen Mahmut Taş ve besteci Özgür Köy vardı. Antalya Döşemealtı'nda, artık kurumuş olan Varacı Gölü'nün hikayesi üzerinden kuraklık sorununa dikkat çeken filmin yönetmeni, bir Antalyalı olarak bu sorundan çok fazla etkilendiklerini dile getirdi. Taş, "Filmde gördüğünüz mekan 10- 15 sene önce göldü. Şu anda onu besleyen dereler ve yağmur olmadığı için kurak hale geldi" diye konuştu. Sorunu, kendi kızı olan ve filme de adını veren Ada üzerinden anlatmayı tercih eden yönetmen, bunun sebebini de şöyle açıkladı: "Bir çocuk gözünden anlatmanın çok daha etkili olduğunu gördüm. Önceki filmimde de büyük kızımla çalışmış ve yine kuraklığı anlatmıştık. Çünkü bir çocuk, bir şey anlattığı zaman çok daha etkili; böylelikle daha fazla insana ulaşmış olduğumuzu düşünüyorum" Çocuklarla çalışmanın zorlukları da olduğuna değinen yönetmen, yine de bundan sonra yine çocuklarla çalışacağını ifade ederken İran sinemasını referans verdi: "Benim iki kızım olduğu için tüm hikayelerim çocuk etrafında dönüyor. Bu anlamda İran sineması beni çok etkilemişti. Hatta 'Arkadaşın Evi Nerede?'' diye bir filmi vardır Abbas Kiyarüstemi'nin; ondan çok etkilenmiştim"
Söyleşisi gerçekleştririlen diğer bir belgesel de Gidebildiğim Kadar Uzağa idi. Filmin AKM Yeşilçam Sineması'ndaki söyleşisine; yönetmenler Nurullah Dinçer ve Evrim İnci ile görüntü yönetmeni Mert Hüroğlu katıldı. Jules Verne öykülerinin peşinde kutuplara giden Yunus Topal'ın izini süren belgesel, Topal'ın, kendi çektiği görüntülerle TRT Belgesel'in kapısını çalmasıyla başlamış. Topal'ın hikayesini merak eden Dinçer ve İnci, daha sonra bunu bir belgesel haline getirmiş. Süreci, yönetmenlerden Nurullah Dinçer anlattı: "Aslında biz Yunus Topal ile şöyle tanıştık: O, kutup görüntüleri çekmişti ve bunu bir belgesel yapmak istiyordu. Bunu nasıl belgeselleştirebiliriz, diye bize danıştığında bunlardan belgesel yapamayız, dedim. TRT Belgesel'e vermek istiyordu. BBelki TRT'ye çok uygun bir şey olmayabilir ama elimizden geleni yapalım, dedik. Hatta Evrim onunla beraber çalıştı. Niye gittiniz ki kutuplara, niye gider bir insan, diye konuşurken hikayesini öğrendik. Belgeseli çekmeden 2-3 yıl öncesinde bir tanışıklığımız başladı. Sonra hikayeyi takip etmeye başladık. Ve belgesel de öyle ortaya çıktı. Kutuplarda çektiği görüntüler kendisinin görüntüleri, orada bizden bir ekip yok"
AKM Yeşilçam Sineması'ndaki son belgesel söyleşisi ise Hasan Ete'nin İyi Ölüm filmine aitti. Söyleşiye; filmin yönetmeni ve yapımcısı Hasan Ete, yönetmen asistanı Serhat Taha Korkmaz, görüntü yönetmeni Ozan Güngör, kamera operatörü Güney Yurdakul ve belgeselin kahramanlarından Frank Halter katıldı. Adını, tıp literatüründeki; bireyin, vedalaşmak için yeterli zamanının olduğu ölüm olarak kabul edilen 'iyi ölüm'den alan film, sınırlı vakti kalan Wim Beuving'in, son dileklerinin gerçekleşmesi için bir vakıf çatısı altında gönüllü olarak çalışan Frank Halter ile buluşmasına tanıklık ediyor. Yönetmen Hasan Ete, Hollanda'daki bir çalışması esnasında tanıştığı Halter üzerinden işlediği film için şunları söyledi: "Aslında Frank de benim için bir araçtı, hasta da. Vakıf, Frank; hepsi buna hizmet etti. Buradaki tek şey, ölümdü! En bariz örneği de şu: 2021 Şubat'ta vakfın başkanıyla iletişime geçtim, birkaç toplantı yaptık. En son bana bir mail atıp projeye onay verdi. Sadece üç gün sonra kalp krizinden vefat etti. Aslında filmi tamamlamamdaki en büyük motivasyon da buydu; çünkü kendisini insanların son isteğine adamıştı ama hayat hiç de sormuyor" Frank Halter ise duygularını, "Hasan'ın emekleri çok değerli. Aslında bu belgeselde kurumu çektiklerini düşündüm. Ama gördüm ki beni konu alan bir belgesel olmuş. Bunu görmek beni etkiledi" diyerek dile getirdi.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü'nün desteği, Turkcell ve Türk Hava Yolları'nın ana sponsorluğu, Anadolu Ajansı'nın Global İletişim Ortaklığı ve Türkmedya'nın ana medya sponsorluğu ile gerçekleştirilen "12. Boğaziçi Film Festivali" ile ilgili tüm bilgilere www.bogazicifilmfestivali.com adresinden ve festivalin resmî sosyal medya hesapları üzerinden erişilebilir.